Kimsenin fazladan düşünmesini, soru sormasını, sorgulamasını istemeyen iktidar aklımızla alay eder gibi yalanlar üretiyor. Televizyonları, gazeteleri emrinde aralıksız çalıştırıyor ama bununla da yetinmiyor. Seçim sürecindeki parti toplantılarında, ev ziyaretlerinde AKP iktidarı öncesi için karanlık çağları andıran hurafeler anlattılar. Dini duygularını istismar ederek, kendi çıkarlarına alet ederek, bilinçlerini çarpıtarak insanları kendilerini desteklemeye ikna ettiler ya da mecbur bıraktılar.
Özellikle yaşlılara ve kadınlara yönelik çalışmalarında bu çarpıtmaların etkilerini hemen yanı başımızda görüyoruz. Oturduğum binada komşum olan yaşlı bir teyze var. Eşini iki yıl önce kanserden kaybetti. Bir oğlu var. O da belediyenin imar işlerinde çalışıyor. Kaybettiği eşi Zonguldak madenlerinde uzun yıllar işçilik yapmış. Hayatının en güzel yıllarını karanlık dehlizlerde birileri daha fazla kâr etsin diye tüketmiş ve kömür tozlarının bedelini de kanserle ödemiş. Bu teyze oğluyla birlikte Ramazanda iftar yemeğine gitti. Hatta giderken misafir de çağırabildikleri için beni ve eşimi de davet etti. Biz gitmedik ama sonradan sohbetimizde öğrendik ki belediyenin düzenlediği iftar yemeğinde orada bulunanlara “oyunuzu kullanırken Allah’a karşı da sorumlusunuz. Bu kadar adayın arasında gerçek Müslüman kimse ona oy vermezseniz günaha girersiniz” demişler. Sonra da eklemişler: “Meral Akşener Fetöcü, Temel Karamollaoğlu ve Muharrem İnce PKK ile birlikte davranıyor. Diğerleri de terör destekçisi.” Yani mevcut iktidar ve onun işaret ettikleri dışında herkes günahkâr, tek gerçek Müslüman Erdoğan ve bu madenci eşi emekçi kadın, ona oy vermezse günaha gireceğine inanıyor.
Bu sohbetten epey bir süre sonra, Kartal’da, projektörle perdeye yansıtılmış iktidarın Yenikapı mitinginin görüntülerine bakarken bir genç arkadaşla tanıştım. Malum seçim konusu ikimizin de gündemi olduğu için sohbet kendiliğinden başladı. Delikanlı seçim öncesi tüm mitingleri izlemiş. Kendisine yıllarca düşman diye belletildiğinden HDP’ye kızgın olduğunu söylüyor. Ama bir yandan da Selahattin Demirtaş’a hayranlığını gizleyemiyor. Ekonomiye, işsizliğe, iktidarın yarattığı mağduriyetlere ilişkin söylenen her şeyin doğru olduğuna inanıyor. Ama “kararımı değiştiremem, mecburen Erdoğan’a vereceğim” diyor. Çünkü Ramazanda mahalle camisinin imamı Kuran’a el bastırarak yemin ettirmiş. Korkuyor. “Bu günah hepsinden ağır” diyor.
Arka arkaya bu türden olayları doğrudan yaşayınca Yunan mitolojisindeki bir efsane geldi aklıma. Efsaneye göre Prokrust diye biri vardır. Aslında Prokrust lakabıdır. Gerçek adı Damastes’tir o kişinin. Prokrust “boyun eğdiren”, “zorba” demektir. Attika’dan Atina’ya giden yolun üzerinde yaşayan Prokrust yoldan geçenleri ağırlamak bahanesiyle kandırarak kendi evine götürür. Evinde biri kısa biri uzun iki demir yatağı vardır. Kandırdığı insanların kısa olanlarını uzun yatağa, uzun olanlarını ise kısa yatağa bağlar. Ve kurbanlarının kısa olanlarını mengene ile gererek, uzun olanların fazlalıklarını keserek boylarını yatağa uygun hale getirir. Mitolojideki “Prokrust yatağı” örneği, bugün karşılığını despotik rejimlerin tek tip insan yaratma ve toplumu bir mengene gibi sıkarak kendi düzenini yalanla, dolanla, baskı, zor ve zulümle sürdürmelerinde bulmaktadır.
İnsanlık tarihte pek çok kereler Prokrustlarla karşılaştı. Onları tanıdı ve yöntemlerini gördü. Çeşitli kereler bu türden baskıcı rejimler eliyle yaratılan toplumsal düzene pek çok kuşağını kurban verdi. Türkiye de bulunduğu coğrafyada bu konuda yeterince örnek biriktirmiş bir ülke. Son yıllarda yaşadıklarımız da bunun örneklerindendir. Toplum Erdoğan’ın ve AKP iktidarının yaratmak istediği kalıpların içine sokulmak için baskı altına alındı. Toplum, inanç, mezhep, dil, etnik köken gibi ayrımların kışkırtılmasıyla düşmanlaştırıldı. Cinsiyet ayrımcı politikalar, kadın düşmanı söylemler nedeniyle hiç olmadığı kadar çok kadın dayak, taciz, tecavüz ve cinayet kurbanı oldu. İşçilerin haklarını aramasına zorla engel konulurken bir avuç asalağın serveti, şatafatı, görgüsüzlüğü tavan yaptı. İtiraz edecek olan sesini çıkaramaz hale getirildi. Mevcut rejime muhalefet edenler adeta o demir yatağa bağlandı, gerildi, kesildi, tutuklanıp hapse atıldı. Düzene uygun bireyler haline getirilmeye çalışıldı. Geçen yıllar boyunca bir kuşak bu iktidar mengenesi ile şekillendirildi. Eğitim sisteminde arka arkaya yapılan değişikliklerle yeni nesillerin bilinci dumura uğratılmaya çalışıldı. Daha pek çok meselede örnekler çoğaltılabilir. Ama sözü uzatmaya gerek yok. Prokrust’un yatağına dönersek eğer, tarih onu bile sonsuz yaşamla ödüllendirmiyor. Bir gün kandırdığını sandığı yolculardan biri onu kendi kazdığı kuyusuna düşürüyor. Theseus, Prokrust’u kendi yatağına bağlıyor. Yani hiçbir zorbalık, despotluk sonsuza kadar hüküm süremez. Toplumu hapsetmek için örülen duvarlar, harcı neyle karılırsa karılsın elbet bir gün yıkılır.
link: Pendik’ten bir kadın işçi, Hiçbir Zorbalık Sonsuza Kadar Hüküm Süremez, 29 Haziran 2018, https://en.marksist.net/node/6428
24 Haziran Seçimlerinin Gösterdikleri
Kapitalizm, Savaş ve Devrim