Havanın kurşun gibi ağır olduğu bir dönemden geçiyoruz. Gezegenimiz çürüyen kapitalizmin sultasında yok oluş tehdidi altında. Gelecek bir tarafıyla alabildiğine kanlı ve karanlık görünüyor. Ancak sınıflı toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir. Ve bizlere şanlı direniş sayfaları da okutmuştur. Bu yüzden güzel günlerin geleceğine inanıyoruz. “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan; ekmek, gül ve hürriyet günleri” muhakkak gelecek. Sınıfımızın tarihi bize bunu gösteriyor.
Bundan 50 yıl önce, 1968 yılının Mayıs ayı. Daha önce Paris Komünarlarının yürüdüğü kaldırımlar yeniden kavganın barikatlarına dönüşmenin heyecanını yaşıyor. Sorbonne Üniversitesinde başlayan olaylar, tarihin gördüğü en büyük genel grevlerle şahlanacak ve egemen sınıfı hop oturtup hop kaldıracak.
68 başkaldırısı duru gökte çakan bir şimşek değildi. 60’lı yılların sonu, İkinci Dünya Savaşının ardından sağlanan görece istikrar döneminin de sonuydu. Yıllar içinde biriken çelişkilerin sonucu olarak, pek çok ülkede kapitalizme karşı mücadeleler yaşanıyordu. Fakat burjuvaziyi asıl korkutan olaylar Fransa’da yaşandı. Sorbonne Üniversitesinde öğrencilerin protestolarıyla başlayan olaylar diğer üniversitelere ve liselere yayıldı. İlerleyen günler içinde Parisli işçiler, tarihin gördüğü en büyük genel grevi gerçekleştirdi. 14 Mayısta üç bin işçiyle başlayan grev, 22 Mayısta 9 milyon işçiye ulaştı. Dönemin Cumhurbaşkanı General de Gaulle, ülkenin komünist diktatörlük tehdidi altında olduğunu söylüyordu. Burjuvazinin saldırısı ne kadar şiddetli olursa olsun, eylemler günden güne büyümeye devam etti. 68 başkaldırısı, işçi sınıfının ve gençliğin kapitalizme karşı devrimci tepkisiydi. Tüm dünyada kapitalist sisteme karşı mücadele yükselmiş, yeni bir toplum yaratma özlemi yeniden can bulmuştu. Bu öfkeyi doğru şekilde yönlendirecek bir önderlik bulunmadığı için eylemler yeni bir toplum yolunda ilerleyemedi ama genciyle, yaşlısıyla, öğrencisiyle, işçisiyle bir bütün olarak işçi sınıfı dünyayı değiştirme kudretine sahip olduğunu bir kere daha gösterdi.
Türkiye’de 1960’lı yılarla birlikte büyüyen işçi hareketi de 68 dalgasından etkilenecekti. 60’lı yıllarda fabrika ve üniversite işgalleriyle birlikte işçi hareketi ve gençliğin mücadelesi yükseliyor, militanlaşıyordu. 15-16 Haziran 1970’de işçilerin DİSK’in kapatılması tasarısına karşı sel olup meydanlara akması bu yükselişin tepe noktasıydı. Yükselen mücadele bayrağı, Türkiye’nin egemenlerini korkutmuştu. Nitekim, 15-16 Haziran’dan bir yıl sonra ordunun gerçekleştirdiği 12 Mart darbesiyle birlikte binlerce devrimci zindanlara atıldı. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ise idama mahkûm edildiler. Bizler devrimci civanların mücadeleci ruhu ve adanmışlıklarını; militanca yürüttükleri kavgada cesaretlerini unutmadık. Ancak onları yaşadıkları dönemden ve dönemin mücadelelerinden koparıp, birer moda ikonuna çevirenlere karşı da şunları söylüyoruz: 60’lı yıllarda ve sonrasında gençlik hareketinin bu yükselişi ve eylemlilikleri işçi sınıfı mücadelesinin yükselmesiyle doğrudan bağlantılıdır. İşçi hareketindeki bu yükseliş olmadan gençliğin eylemlerinin dünyada ve Türkiye’de böyle yankı getirmesi, burjuvaziye bu denli korku vermesi mümkün değildi.
68 başkaldırısının üzerinden 50 yıl geçti. Bugün yine, bir yanda burjuvazinin gerici saldırılarıyla uçuruma doğru sürüklenen insanlık var. Ancak öbür yanda da kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı yükselen mücadeleler var. Gençlerin bu mücadelelerde en ön saflarda yer aldığını görüyoruz. Gençliğin kapitalizme karşı öfkesi büyüyor. Daha fazla genç kapitalizmi reddediyor, sosyalizmi destekleyen gençlerin sayısı artıyor. ABD ve Fransa dâhil pek çok ülkede savaşa, faşizme ve burjuvazinin saldırılarına karşı gençler sokağın yolunu seçiyor. ABD’de yaşanan Trump karşıtı yürüyüşleri, Charlottesville kasabasındaki anti-faşist gösterileri hatırlayalım. “Mülteciler kardeşimizdir” sloganlarıyla pek çok ülkede mitingler düzenlendi. Fransa’da işçi haklarına yönelik saldırılara karşı grevler düzenleniyor. Öğretmen grevlerine öğrenciler de aktif şekilde destek veriyor. Bu durum genç işçi ve öğrenciler olarak bizi heyecanlandırıyor, umut veriyor.
Çıkmaza giren kapitalizmin büyüyen çelişkileri gençliğin bu tepkisini daha da derinleştirecek ve arttıracaktır. Asıl soru bu tepkilerin nereye akması gerektiğidir. Marksist Tutum sayesinde edindiğimiz tarih bilinci bize gösteriyor ki işçi sınıfının saflarına karışmadıkça gençlik mücadelesi tek başına kapitalizmi yıkmaya yönelik bir tehdit oluşturamaz. O yüzden bugünün gençleri 68 başkaldırısının ruhuyla mücadeleye atılmalı, işçi sınıfının saflarını güçlendirmelidir.
link: Ankara’dan genç işçi-öğrenciler, 50. Yılında 68 Ruhuyla Mücadeleye!, 10 Haziran 2018, https://en.marksist.net/node/6404
Almanya’da Polisin Yetkileri Arttırılıyor
Sorun Dış Güçler mi, Tek Adam mı?