İsmet Demir, nam-ı diğer “Yalınayak İsmet”. O bir inşaat işçisiydi. Onun bir işçi önderi olduğunu, onu tanıyan inşaat işçisi arkadaşları anlatmışlar tanımayan başka işçilere. Kulaktan kulağa, memleketin bir ucundan diğer ucuna ulaşmış mücadelesinin hikâyesi. Onun hakkında yazanlar oldu, oluyor, olacak da. Onu en iyi bir serüvenci gibi inşaat sahalarında verdiği mücadelelerinden, kendi anlattıklarından tanımalı mücadeleci işçiler. 1979 yılında kaybettiğimiz Demir, hayatını ve mücadelesini “Grev ve Direnişler Üzerine Anılar-Deneyler İşçi Sınıfı Mücadelesinden Bir Kesit” adlı kitapta anlatmıştı.
Onun serüveni 1950’li yıllarda Ankara’da başlamıştır. İş ararken topografın yanında iş bulur. Topograf ustasından işi iyice öğrenmeye başlar. Ustasından sadece mesleğin inceliklerini değil dürüstlüğü de öğrenir. İnşaat alanında çalışan bir işçidir. Küçücük hayalleri vardır o zamanlar. Babasının, dedesinin hayali neyse kendi hayali de, amacı da o kadardır. Babası, dedesi gibi çalışacak; yokluk, yoksulluk içerisinde, dünyayı kendi gözleriyle görüp tanımadan göçüp gidecektir.
İsmet’in 4 çocuğu ve çocuklarının anası cefakâr bir eşi vardı. Evinden uzakta gurbetçi bir işçiydi. İş bulup çalışabildiğinde, kazandığı paranın çoğunu evine gönderiyordu. Artık yaş kemale ermiş, 30 yaşına varmıştı. Fakat babasından, dedesinden farklı olarak onun içinde dönüp duran bir boşluk hissi vardı… İçindeki o boşluğun ne olduğunu bilmiyordu. Zaten ne İsmet Demir’in, ne de başka bir öncü işçinin içindeki bu boşluğun ne olduğunu kendisinin bulup çıkartması söz konusu olmamıştır. Bir tesadüf, bir karşılaşma gerekiyordu. İşçiler, işsizler arasında militan bir sendikal mücadele veren işçilerle tanıştı İsmet Demir. Kendisinden evvel devrimcileşmiş bir işçi, içindeki o ne olduğunu bilmediği hissin anlamını bir annenin çocuğuna hayatı bellettiği gibi belletecekti. Hayatı ikiye ayrılacaktı. İlk 30 yılı, Nâzım Ustanın ifadesiyle, deryada yaşayıp da deryayı bilmeyen balık misali geçmişti. 30 yaşından sonraysa sonuna kadar onurla, gururla, her bir gününde bir anısı, bir hikâyesi olan, mücadele içerisinde bir yaşamı olacaktı.
“30 yıl sürece bir his, içimde bir boşluk olduğunu ve bunun doldurulması gerektiğini dürttü durdu. Bu dürtünün gerekçesi ortaya çıktı. İnsan kendi kişiliğine kavuştukça, toplum içinde yerini aldıkça, çalışma zevkine daha çok inanıyor. İnandıkça da bütün zorlukları yok ederek ileri bir adım atıyor. Daha önceleri sol lafını duymuştuk. Fakat ne demek olduğunu bilmiyorduk. Öğrendik ki, sol demek, insanın kendisine ve kişiliğe kavuşması demekmiş. Bunu öğrenmeni istemeyen bir sürü kuvvet var. Fakat insan bunları yok eder. Kendi kişiliğine kavuşur. Günlerce kafamı meşgul eden düşünceyi artık çözmüştüm. Bundan sonra yeni bir yol çizmem gerekiyordu. Onu yaptım. Bu olaya başlarken de, daha önce öğrendiğim bütün değer yargılarını, maddi manevi ne varsa silip attım. Yeni bir dünyaya başladım.”
Nasıl biridir İsmet Demir? İşçiler arasında bir işçi önderi olarak verdiği mücadele onun gerçek bir öncü işçi olduğunun kanıtıdır. Anılarında kendisinin kişisel yaşamına dair anlattıklarından gösteriş peşinde olmadığı anlaşılıyor. Zaten bu yanını onu mücadele içerisinde tanıyanlar da teslim etmektedirler. Ne yakışıklı ne de boylu poslu biridir. Kartal gagası gibi burnu olan, amele yanığından iyice kara bir görünüm kazanmış esmer yüzlü bir işçidir. Gözleri de kartal gözleri gibi keskindir. Takım elbisesi yoktur. Kravat filan da takmaz. Önünden geçtiğinizde türkü söyleyen, sokakta, otobüste gördüğünüz amelelerden biri gibidir.
Ankara’nın yüksek binaları inşa edilirken kalınlaşır ellerindeki nasırlar. Ardı sıra Türkiye’nin dört bir yanında devasa fabrikalar, petrol rafinerileri, petrol boru hatları ve barajlar inşa eden işçilerle birlikte alın teri akıtır. Erdemir, İsdemir, Aliağa Petrol Rafinerisi, Batman-İskenderun petrol boru hattı, İzmit Petrokimya Tesisleri gibi irili ufaklı birçok inşaat sahasında hem çalışmış, hem de çok çetin mücadeleler vermiştir İsmet Demir. Hem de örgütlenmesi birçok açıdan çok zor olan inşaat işçilerini örgütlemeyi başarmıştır. Üstelik bu devasa yapılarda çalışan işçilerin bir ayağı hâlâ köydedir. Ham çarıktan lastik ayakkabıya yeni yeni geçildiği yıllardır. Ham çarık duvarda, kıl çorap ayaklardadır hâlâ. İnşa ettikleri yapıların ne olacağını, ne üreteceğini tahayyül edemez durumdadır işçiler.
İşte İsmet Demir ya da işçilerin “İsmet Ağabeyi”, anılarında, mücadele hayatı içerisinde kan emici vampirlerden, tasmalı itinden, çakalından, sırtlanından, böceğinden piresine karşılaştığı zorlukları ve verdiği mücadeleyi anlatır. Yalnız karıncalara güvenir. Hem de sonuna dek. Elbette karınca sürüleri de ona güvenirler… Nâzım Ustanın ifadesiyle, yapı yerinde çok şeyler yaşanır özetle.
Tarih 1960’lı yılların başlarıdır. İsmet Demir işsizdir. İş arıyordur Ankara sokaklarında. O yıllarda Ankara sokakları köylerinden gelmiş işsizlerle doludur. İşsizlerin Ankara sokaklarında ayakkabı eskittiği günlerde oteller, lokantalar işsizlerin cebindeki üç-beş kuruşu söğüşleme fırsatçılığı yapmaktadırlar. İşsizlerin uğrak yerleri, geceyi sandalye üzerinde uyuklayarak geçirdikleri kahvehanelerdir.
Bu arada Amerikalı ve Avrupalı inşaat şirketlerine sürekli yeni ihaleler verilmektedir. Bu ihaleler o güne kadar ülkede olmayan ağır sanayi için fabrikalar, rafineriler, petrol boru hatları, barajların inşası içindir. İsmet Demir, Uluslararası Yapı ve Ağaç İşçileri Federasyonu tarafından Türkiye’ye gönderilmiş olan Amerikalı sendikacı John Thalmayer ile “Fukara Tahir”in Ankara Rüzgârlı sokaktaki kahvehanesinde tanışır. “Fukara Tahir” yani Tahir Öztürk YİS (Yapı İşçileri Sendikası) başkanıdır. Fukara Tahir ve Thalmayer, kahvehanede gece gündüz işsiz inşaat işçileri ile birliktedir. Soba üzerinde sürekli kaynayan kuru fasulyeye birlikte kaşık sallamaktadırlar. Sandalyeler, masalar üzerinde yatıp gecelemektedirler. O sıralar Tahir Öztürk ve John Thalmayer, işsizliğe karşı Meclise yürümek için inşaat işçileri arasında örgütlenmeye çalışmaktadırlar.
Meclise doğru yürüyüş kararı, Ankara’nın işsiz amelelerden geçilmediği günlerde, John Thalmayer’in önerisiyle alınmıştır. 3 Mayıs 1962 tarihinde beş bini aşkın işsiz, yalın ayak Meclise yürür. Bu kafilenin başında Fukara Tahir ve John Thalmayer vardır. İşçiler yalın ayak Meclise yürümeye başladıklarında kendileri de şaşırırlar. Tahminlerin üstünde bir katılım vardır. Ameleler, polis barikatını yararak Meclis kapısına dayanır. Ayaklar yalın olsa bile, ayak sesleri Meclisin duvarlarını aşarak içeri girer. Güya milletin vekili olanlar, Meclisin arka kapısından makam arabalarına binip kaçarlar.
İşçiler aralarından seçtikleri temsilcilerini Başbakan İsmet İnönü ile görüştürürler. İnönü, işçilerin temsilcilerine iş sahası açacakları yönünde vaatlerde bulunmak zorunda kalır. İşçilerin örgütlenmesinden ölesiye korktukları için, bir yandan işsizlere iş sağlayacakları vaadinde bulunurlar, diğer yandansa John Thalmayer’i sınır dışı etmek için harekete geçerler. John Thalmayer vizesini uzatmaya uğraşsa da, 3 ay sonra sınır dışı edilir. İşçilerin bu yalın ayak yürüyüşü ve ardından yaşanan gelişmeler İsmet Demir’in mücadeleci bir işçi haline gelmesinde önemli bir dönemeç noktası olmuştur. O gün o da, ilerde başkanı olacağı YİS’le birlikte yalın ayak yürümüştür. Ve hiçbir zaman bir sendika bürokratına dönüşmemiş, bir inşaat işçisiyle aynı yaşamı sürmüş, onlarla birlikte mücadele etmiştir.
İşte lakabı da bu yalın ayak yürüyüşte verilmiştir İsmet Demir’e: “Yalınayak İsmet.” Burjuva gazetelerinde de buna benzer başlıklar atılmıştır yürüyüşün ardından. İşçi sınıfının en bir araya gelemez denilen kesimini oluşturan inşaat işçilerinin Meclisin kapısına dayandığı o günlerde, burjuvazinin emrindeki gazeteler de uyanmaya başlayan işçi sınıfının damarına basmanın yanlış olacağını çok iyi bildiklerinden, yürüyüşü manşetten vermek zorunda kalmışlardır. İleride öncülerini karalamak ve işçilerden yalıtmak için uygun zamanı beklemektedirler.
Bu tarihlerde, Amerikalı ve Avrupalı şirketlerin sahip olduğu inşaat sahalarında, çoğu civar illerden köylüler olan binlerce işçi yan yana gelmektedir. Burjuvazinin bir araya getirdiği bu işçiler, birbirlerini tanımaya başladıkça ve kendilerine güvenleri geldikçe ayak sesleri de yerli ve yabancı patronları tedirgin edecektir. Yalınayak İsmet de bu inşaat sahalarında her seferinde işçileri örgütleyen, sendikalaştıran militan bir sendikacı olarak çıkacaktır burjuvazinin karşısına.
İsmet Demir’in hayatındaki ikinci dönüm noktası, Türkiye’de ağır sanayinin ilklerinden biri olan Karadeniz Ereğlisi’ndeki Ereğli Demir Çelik (Erdemir) fabrikasının inşaatında işe başlamasıydı. İnşaat işi Amerikalı Morrison şirketine verilmişti. İsmet Demir de Morrison şirketinde topograf olarak işe başlamıştı. Fabrikanın inşaatının başlamasıyla, işsiz inşaat işçileri bir iş bulup çalışmak için akın ederler. Fakat Amerikalı Morrison şirketi daha çok işçiye ihtiyaç olduğu halde, az işçiyle çok iş yaptırmak ister. Kapıya gelen işsizleri de, çalışan işçiler üzerindeki basıncı arttırmak için pek güzel kullanır. Her gün iş istemek için 500 ilâ 1000 işsiz yığılmaktadır şirketin yazıhanesinin önüne. Ereğli’nin sokakları, kahvehaneleri işsiz işçilerle dolup taşmaktadır.
İsmet Demir, işe başladığının 15’inci gününde, sabah işbaşı yaptığı esnada, 1000-1500 işsizin ellerinde Türk bayraklarıyla inşaat sahasının önünde Morrison şirketinin müdüriyet binasına doğru yürüdüğünü görür. Göğsüne Türk bayrağı sarmış olan ve ilçede kahvecilik yapan Karslı Battal en önde yürümektedir ve işçileri harekete geçirmek için bütün marifetini sergilemektedir. Ancak Morrison şirketinin müdüriyet binasının etrafını deniz piyade alayı çoktan emniyete almıştır. Aynı gün yürüyüşe katılan işçiler deniz piyade albayının emriyle Ereğli’nin dışına çıkarılır. En önde yürüyen Karslı Battal ise işe alınır Morrison şirketinde. Daha sonraları anlaşılacaktır Karslı Battal’ın polisin adamı olduğu. İsmet Demir, bir öncü işçi olarak, kendi sınıfının mücadelesi içinde pişe pişe, düşman sınıfın ayak oyunlarını ve işçilerin arasına sızdırdıkları ajanlarını, zayıf karakterli işçileri, kişisel çıkar peşinde olanları tanımaya başlar. Özellikle grev ve direnişlerde sesi çok çıkanların üç gruba ayrıldığını deneyler. Patronun işçiler arasına sızdırdığı adamlar, kişisel çıkar ve kariyer için sendikaya kapağı atmaya çalışanlar ve para peşinde olan zayıf karakterli tipler. Burada bir de birkaç yıl sonra Türkiye burjuva siyasetinde yer alacak olan işçi düşmanlığında sermaye sınıfının has temsilcisi Süleyman Demirel ile karşılaşır. Süleyman Demirel, o sıralar Amerikalı Morrison şirketinde mühendis ve şirketin Türkiye temsilcisi olarak çalışmaktadır. İsmet Demir’in, yaşamının hastalıkla mücadele ettiği son zamanlarında aktardığına göre, Süleyman Demirel Morrison şirketinde çalıştığı dönemde kendisini “solcu” göstermeye çalışırmış işçilere. Hatta Süleyman Demirel, İsmet Demir’e, “biz de solcuyuz İsmet Bey” demiş.
İsmet Demir’in mücadelesi devlet veya özel yerli-yabancı şirket patronlarına karşı işçi arkadaşlarını örgütleyerek devam etmekteydi. Devlet, Yapı İşçileri Sendikasının ve İsmet Demir’in verdiği militan sendikal mücadelenin önünü kesmek için noterleri ihbarcı olarak kullanıyordu. Bazen de bizzat YİS’in kimi zayıf karakterli, sınıfın mücadelesine inançsız sendikacıları, işçilerin üye fişlerini patronun müdürlerine sızdırıyorlardı. Ama kirli yöntemlere rağmen patronlar ve devlet, İsmet Demir’in ve YİS’in inşaat işçileri arasındaki örgütlemesini engelleyememişti. İsmet Demir’e tüm işçi arkadaşları çok güveniyorlardı. İşçi arkadaşlarının kendisine koydukları bir başka lakapla “Kara Kartal” İsmet, buna benzer saldırılara pabuç bırakmamıştı. Patronların son kozu Türk-İş’i devreye sokmak olur. Türk-İş’in gangster sendikacıları İsmet Demir’i “komünist İsmet”, “sarhoş İsmet” diyerek işçilerden yalıtmaya çalışırlar ama başarılı olamazlar.
Egemenler işçi sınıfının bir yolunu bularak örgütlenip karşılarına dikileceğini çok iyi biliyor ve vebadan korkar gibi örgütlü işçiden korkuyorlardı. İşçilerin örgütlenmesinden ölesiye korktukları için Batı ülkelerine memurlarından birilerini göndererek devlet eliyle nasıl sendika kurulacağını öğrenmişlerdi. Ardından da 1952 yılında Türk-İş’i kurdurmuşlardı. Hani o “bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyenler, işçilerin sendikal mücadele ile çok şey öğrendiklerini bildiklerinden, her kademesinde denetimlerinin altında olan, işçilerin tepesinde bürokrat, aralarında ajan olarak çalıştırma niyetiyle Türk-iş’i kurdurmuşlardı. Türk-İş’in görevi, işçileri uyandırmak değil, uyutmaktı. Türk-İş yöneticileri işçilerin tepesinde amir, aralarında ajandılar. Bu bürokrat sendikacı modeli devletin işçi sınıfına göz açtırmamak için bilinçli ve çok sinsi bir planıydı elbette.
Pek çok kez, zorlu mücadelelerle inşaat işçilerini örgütleyen ve bakanlık belgeleriyle yetkili olduğu belli olan YİS’in devlet eliyle yetkisi düşürüldüğünde Bülent Ecevit Çalışma Bakanıdır. “Karaoğlan” Ecevit’in de bilgisi dâhilinde, YİS’in yetkisi gasp edilerek yetki Türk-İş’e bağlı Yapı-İş’e verilir. Aynı Ecevit, bir yandan da ilerleyen yıllarda işçilerin devrimci yükselişini engellemek için “işçi dostu” olarak parlatılacaktır.
İsmet Demir’in mücadele serüveninin yeni yeri, İskenderun-Batman arasına yapılan petrol boru hattı inşaatı olur. Petrol boru hattı inşaatını Fransa-İtalya ortaklı Pipe-Line şirketine verirler. İsmet Demir işçilerin arasında sendikalaşma mücadelesi verir. Türk-İş’e bağlı Yapı-İş yöneticileri de, işçileri kendilerine üye yapmak için sahadadırlar. İşçiler, YİS’in mücadelesini veren İsmet Demir’in önderliğinde hareket ederler. Daha önce Erdemir fabrikasının inşaatında Morrison şirketinin Türk yöneticisi ve mühendisi olan Süleyman Demirel, 1966 yılında artık Adalet Partisi (AP) hükümetinin başbakanıdır.
İşçiler 1966 yılının Eylülünde taleplerinin karşılanması için grev başlatır. AP hükümeti, boru hattı işçilerinin grevini “milli güvenlik” gerekçesiyle 30 gün erteler. Kavel işçilerinin mücadelesi sonucu, 1963’te işçi sınıfı grev hakkını elde etmiş olmasına karşın, burjuva gazeteler yalan ve sermaye yanlısı başlıklar atarlar. Milliyet gazetesi “Hükümet petrol boru inşaatı işçilerinin grevini erteleyince, Bin İşçi Dün Kanunsuz Greve Başladı” manşetiyle çıkar. İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın imzasıyla Güney Doğu Anadolu İlleri Valiliklerine gönderilen çok gizli bir genelgede, “Batman-İskenderun petrol boru hattı grevinin bazı komünist tahrikleri ile düzenlenebileceği” üzerinde durulmuş ve “bu konuda uyanık olunarak, gerekli tedbirlerin alınması” istenmiştir. Ayrıca, grevin kanunsuz olduğu belirtilerek, “hassasiyetle incelenmesi” talep edilmiştir.
Devletin ve patronların güdümündeki Türk-İş bürokratları, grevci petrol boru hattı işçilerinin değil patronun yanında yer alırlar. İsmet Demir tutuklanarak Urfa Cezaevine gönderilir. İşçiler jandarma baskısıyla işbaşı yapmaya zorlanır. Önderleri İsmet Demir tutuklanmış olsa da işçiler işbaşı yapmazlar. 1 Ekim 1966 tarihinde Danıştay, hükümetin grev erteleme kararını bozar. İşçiler grevlerini sürdürürler. 9 Ekim 1966 tarihinde de toplu iş sözleşmesi imzalanması yönünde anlaşmaya varılır. Sendika adına TİS görüşmelerine YİS yöneticisi olan Suat Şükrü Kundakçı ve Avni Tok katılır. Ancak işçiler İsmet Demir olmadan sözleşmenin imzalanmasını kabul etmez ve işbaşı yapmazlar. Bu nedenle İsmet Demir serbest bırakılarak sözleşmenin imzalanması için Ankara’ya gönderilmek istenir. Fakat o, içinde işçi arkadaşlarının yer aldığı bir heyet olmadan Ankara’ya gitmeyi kabul etmez. İstediği gibi olur ve işçilerden bir grupla Ankara’ya doğru yola çıkarlar. Ancak onlar Ankara’ya varmadan sözleşme imzalanır. İsmet Demir, bu sözleşmeyi onaylamaz. Nihayetinde toplu iş sözleşmesi 9 Ekim 1966 tarihinde Diyarbakır’da, işçilerin önünde imzalanır.
Ama patronlar, işçileri İsmet Demir’e karşı kışkırtmaya devam ederler. İşçilerin 1966 yılı Eylül maaşları ödenmemiştir. Patron, bir gece, işçilerin bir kısmına biner lira fazladan para verir. Ve işçileri kışkırtarak İsmet Demir’i işçilerin gözünde karalamaya çalışır. Patronun gazına gelen bazı işçiler önceden “Kara Kartal”, “Patronu Yenen İsmet”, “Yalınayak İsmet” sözlerini unutarak, “Yalın ayak it” diye bağırmaya başlarlar. İsmet Demir’i yakından tanıyan, güvenen işçi arkadaşları haber gönderip, “Aman İsmet Ağabey gelmesin, işçiler onu linç edecek” derler. İsmet Demir, her şeyi göze alarak işçilerin yanına gider. İşçiler, ağız dolusu küfürler savururlar kendisine. Yakınındaki bir masanın üzerine fırlayarak, kendisi de küfürler savurur işçilere. Devamındaysa “işveren içinizden birkaçına 1000 lira fazla para verip bu olayı yarattı” der. O sırada bir işçi de, başka bir masanın üzerine fırlar ve “işverenin oyununa gelmeyin. Daha dün bu adama ‘Allah razı olsun’ diyordunuz. Aldığınız paralar daha kursağınızda erimedi. Bu kadar nankörlük olmaz” der. İsmet Demir’in gerektiği yerde gerektiği gibi tutum alması ve kendisine güvenen işçilerin varlığı patronun oyununu bozar. Ardından işçilerin önünde yürür ve işçileri bölmek için bazı işçilere verilen 1000’er lirayı diğer işçilere de vermek zorunda kalır patron.
Devletin müdahalesiyle YİS’in yetkisi düşürülüp Türk-İş’e bağlı Yapı-İş yetkili kılınınca, İsmet Demir bu kez de inşaat işçilerini Yapı-İş’e örgütlemeye başlar. Ama aynı zamanda Yapı-İş bürokrasisine karşı da mücadele başlatır. Yapı-İş sendikası İsmet Demir’e muhtaçtır çünkü ondan başka inşaat işçilerinin güvenini kazanabilecek ve onları sendikaya üye yapabilecek kimse yoktur.
Yalınayak İsmet, yeri gelir birlikte sendikayı yönettiği arkadaşlarının sendika bürokrasisinin safına geçmesine tanık olur. Yeri gelir noterlerin, bakanlığın engellemeleriyle boğuşur. Yeri gelir sendikadan mücadele arkadaşı olan Necmettin Giritlioğlu’nun öldürülmesine tanıklık eder. Ama çizgisini hiç bozmaz. Burjuvazinin yasaklamalarına, engellemelerine rağmen sadece inşaat işçileri değil, tüm bir işçi sınıfı ayağa kalkmaktadır Türkiye’de. İşçi sınıfı şanlı 15-16 Haziran Direnişini gerçekleştirmekte, işçi sınıfının devrimci hareketinin yükselişi başlamaktadır.
İsmet Demir’in anılarının ve deneylerinin her biri, günümüzün mücadeleci işçileri açısından dikkat çekici derslerle doludur. İsmet Demir, sınıf mücadelesi içerisinde bir işçi önderi olarak çok çetin yollardan geçmiştir. Patronların, devletin karşısında sınıf kimliğiyle dövüşmüştür. Üstelik sınıf düşmanlarının ve onların işbirlikçilerinin kirli ayak oyunları, arkadan iş çevirmeleri hiç eksik olmamıştır.
İşte, bir inşaat işçisi olan, yıllar içinde öncü bir işçi, bir işçi önderi, militan bir sendikacı olan İsmet Ağabeyimiz, kendisini ve mücadelesini anlatır “Anılar-Deneyler”de. Başlarda, bu yaşadıklarını, deneylerini yazmasını önerenleri, “belki bir gün olur” kabilinden sözlerle geçiştirir. Zaten pek de yazma heveslisi değildir. Pek çok işçiye olduğu gibi, ona da zor gelir yazmak. İçinden geçen, yazmak yerine, işçilerin arasında olmak, o havayı birlikte solumaktır. Beyninin her kıvrımına zerk edilen düzenin tüm pisliklerinden mücadele sayesinde arınabilmiştir. Yolun sonuna geldiğini anladığında, bir işçinin diliyle, kendisinden sonraki işçi kuşakları için anlatır deneyimlerini. 16 Mart 1979 yılında aramızdan ayrılır. Ama bir öncü işçi olarak onun verdiği mücadele sınıf kavgası nehrini büyütür. “Yalınayak İsmet”, bugünün öncü işçilerine mücadelesini ve deneylerini miras bırakmıştır.
link: Soner Güven, Bir İşçi Önderi: “Yalınayak İsmet”, 16 Nisan 2018, https://en.marksist.net/node/6298
Emeklilik Sistemine Yönelik Saldırılar Artıyor
Faşizme Karşı Direniş Çiçekleri: Beyaz Gül