Yönetmenliğini ve senaristliğini Çağan Irmak’ın yaptığı bir film Dedemin İnsanları. Yıl 1923. Ege’nin iki yakasında yaşayan milyonlarca insan yaşadıkları topraklardan koparılarak mübadele ediliyor. Filmde, Rumların ve Türklerin doğdukları topraklara sonsuz özlemi ve hiçbir yere ait olamama duygusu anlatılıyor. Mübadele ile hayatları parçalanan insanlar, geride bıraktıkları sevdikleri, anıları, halkların birbirine düşmanlaştırılması ele alınıyor. Ege’de bir kasabada yaşayan 10 yaşındaki Ozan ve kökleri Yunanistan’ın Girit adasına dayanan ailesinin hikâyesi, bugün de çok şey anlatmaya devam ediyor.
Daha ilkokul çağındaki çocuklar, yüzlerine sürdükleri boyalar, ellerinde sapan ve taşlarla koşuyorlar göçmen mahallesine doğru. Savaşa gittiklerini söyleyen çocuklara, bütün camları kırmalarını söylüyor büyükler. Çocuklara milliyetçiliği, ayrımcılığı, “öteki” olanlara şiddeti öğütlüyorlar. Ozan da bu çocukların arasında, kendince Türklüğünü ispat etmeye çalışıyor arkadaşlarına. Dedesi Mehmet’in içine mektup koyduğu şişeleri denize bırakması casuslukla yaftalanıyor, dedesine kızıyor. Rum komşuları evlerine çağıran annesine kızıyor. Dükkâna çırak olarak alınan Rum Tahsin’e kızıyor. İnsan sormadan edemiyor. 10 yaşında bir çocuk neden bu kadar öfkeli olur, neden komşularını, arkadaşlarını “kendinden olmayanlar” olarak görür? Masum bir çocuğun yüreği nasıl olur da bu öfkeyle, bu duygularla atar?
Çocuğun durumunu fark eden dedesi Mehmet, 1923’te Girit’in Resmo kasabasından Gülcemal gemisiyle nasıl göç ettirildiklerini anlatır önce. Sonra Ozan, her gördüğü yerde selam verdiği asker abilerinin 12 Eylül sonrasında belediye başkan yardımcısı babasına, dedesine ve ailesine yaptıklarını görür. Ardından çırağın kız kardeşi Kiraz’ın, onu da abisi gibi görüp sıkı sıkı ellerini tutmasıyla yumuşar yüreği. Ve bir çocuğun gözünde dedesinin, ailesinin yaşadıkları farklı anlamlanmaya başlar.
“Öteki” olanların o kadar çok hikâyesi var ki bu topraklarda. Meselâ bir çocuğun, kendi yöresinden türkü söylemesi istendiğinde ve anadilini tercih ettiğinde dersten atılması. “Her gün andımızı okuyorsunuz, ama anlamıyorsunuz” diyen öğretmeninin küçücük çocuklara uyguladığı ayrımcılık. Son günlerde epeyce konuşulan soy ağacı meselâ. Birkaç nesil öncesine baktığında büyüklerinin Türk ve Müslüman olmadığını öğrenen bir gencin, bunu dillendirdiğinde karşılaştığı tutumlar. Kendi mezhebinden, kendi inancından, kendi etnik kökeninden olmayanlara yapılanlar. Hâlbuki aynı halklar bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamış. Düğünleri, cenazeleri farklı biçimlerde yaşasalar da sevinçleri, üzüntüleri, acıları, coşkuları, değerleri hep ortakmış. Ama yapay ayrımlarla halkları birbirine düşürenler, insani değerleri ortadan kaldıranlar düşmanlık tohumlarını serpmişler dört bir yana.
İşçi sınıfının mücadelesinde yer alan gençler olarak biliyoruz ki, insanlar hangi ulusa, inanca, kültüre sahip olursa olsunlar iki şekilde birbirinden ayrılırlar: İşçiler ve patronlar sınıfı olarak. Bu ayrımın dışındaki tüm ayrımlar yapaydır ve patronlar eliyle yaratılmaktadır. Filmde, iki küçük çocuğa çiçekler üzerinden anlatılan bir gerçeklik var. Eğer doğru bakarsan halklar da bin bir renk bin bir çiçektir. Yeter ki görmesini bil. Ve bugünkü ayrımcılık karşısında, halkların düşmanlaştırılması karşısında umutsuzluğa kapılma. Bu insanlar bizim insanlarımız, bu toprakların insanı. Tıpkı 12 Eylül sonrası yaşananlara karşı, insanların sessiz kalmasına tepki gösteren ailesine, Mehmet’in söylediği gibi: “Onlar bizim insanlarımız. Kim bilir belki bir gün çıkarlar saklandıkları yerden.” Gitmekle gidememek arasında, Ege’nin iki kıyısında değişen hayatıyla Mehmet, bütün insanları saklandıkları yerden çıkarıyor filmde. Mehmet’in cenazesinde bir araya gelen mahalleli, birbirlerinden güç alıyor ve yaşanan adaletsizliğin karşısına dikiliyor. 12 Eylül rejiminin atadığı belediye başkanını, camlarını kırarak köşeye sıkıştırıyorlar.
Gerek yaşadığımız topraklarda gerekse dünyanın dört bir yanında, adaletli, vicdanlı, haktan yana insanlar bugün de varlar. Fakat yalnız oldukları yanılgısıyla çıkış yolu bulamıyorlar. İşçiler bir araya geldikçe, birlikte öğrendikçe, örgütlendikçe elbet bir gün saklandıkları yerden çıkacaklar. Ve bu çıkışla, eskisinden çok daha güçlü basacaklar toprağa, doğrulup dikilecekler tüm haksızlıkların karşısına!
link: Gebze’den bir grup genç işçi, Dedemin İnsanları: Halklar Bin Bir Renk, Bin Bir Çiçek, 3 Mart 2018, https://en.marksist.net/node/6235
Marksizm ve Gençlik
Yoksulluk ve Örgütsüzlük İşçileri Yakıyor!