Kapitalist sistem, ayakta kalabilmek için insani değerlere saldırmaktan, bu değerlerin içini boşaltıp onlar yerine kendi çirkin değerlerini, bencilliği, çıkarcılığı koymaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Burjuvazi bir taraftan insani değerleri yerle yeksan ederken, diğer taraftan içi boşaltılan değerleri biz işçi ve emekçilere kutsallık kılıfına bürüyerek pazarlamaktan geri durmamıştır. Bu “kutsal” değerlerden biri de ailedir. Burjuvazi, her fırsatta ailenin kutsallığından, öneminden bahsederek, ailenin gerçek işlevini gözlerden gizlemeye çalışıyor. Oysa bu sistemde ailede menfaat ilişkileri ön plana çıkarılmış durumda.
Çocuk daha dünyaya geldiği andan itibaren, topluma nasıl faydalı bir birey olacağı yerine nasıl kariyer yapacağı; onurlu, haksızlıklar karşısında dik duran biri olmak yerine kısa yoldan nasıl köşeyi döneceği; insani değerlerini nasıl bir eğitimle geliştireceği yerine nasıl sınıf atlayacağı düşüncesiyle eğitilmeye başlamaktadır.
Burjuvazi, toplumsal değerlerden, dayanışmadan duyduğu tiksintiyi işçi ve emekçi ailelerine de aşılamayı kendisine düstur edinmiştir. Marx ve Engels bu gerçeği şöyle özetliyor Manifesto’da: “Aile ve eğitim üstüne, ana baba ile çocuklar arasındaki kutsal ilişkiler üstüne burjuva söylemleri, büyük sanayi yüzünden proleterlerin tüm aile bağları parçalandıkça ve çocuklar adi ticaret metasına ve çalışma araçlarına dönüştükçe bir o kadar iğrençleşiyor.” Toplumu her alanda pençesine alan bu sistemin aileyi kutsaması, ailede çıkar ilişkilerini öne çıkarması boşuna değildir. Çünkü bu “kutsal” aile burjuvaziye kalifiye işgücü, asker, destekçi, tüketici kitlesi oluşturmaktadır. Üstelik gençliğe bekçi olmaktadır.
Burjuvazi askeri, polisi, eğitim sistemi ve medyasıyla toplumu zapturapt altına almış olsa da, sistem çürüyüp kan ve irin dışarıya akmaya başladıkça, sisteme duyulan tiksinti ve öfkenin artması, bir şeyler yapma, mücadele etme, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin bir neferi olma isteği kaçınılmaz olarak filizlenmektedir işçi sınıfı gençliği içerisinde. İşte burada egemenlerin kaba kuvvetinden önce, yani devletten önce ilk etapta aile girer devreye. Ve söylemler çok klasik, neredeyse birbirinin benzeridir, çünkü aynı tornadan geçmiş aileler söz konusudur. “Sana mı kaldı dünyayı kurtarmak, sen kendi işine bak, böyle gelmiş böyle gider, sen kendi paçanı kurtar” gibi hep bilindik şeyler ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Yani “kutsal” ailenin koruma içgüdüsü bugün burjuvaziye hizmet etmekte, kendi çocuğuna ise kötülük etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Çocuğunu koruma güdüsüyle hareket eden aileler şunu unuturlar; korkunun ecele faydası yoktur. Burjuvazi o gözleri gibi sakındıkları çocuklarının canını iş cinayetlerinde, savaşlarda ve toplumsal cinnetlerde almaktadır. Olmadı meslek hastalıklarıyla insanlar sakatlanmaktadır. O da yetmedi, kapitalizmin körüklediği kanser gibi hastalıklar almaktadır evlatlarımızın hayatını. Yahut tahrip olmuş dünyanın insanlığa uyarısı olan “doğal” felâketlere kurban gitmektedir gençlerimiz. Kısacası mücadele etmemek, örgütlenmemek gençleri kurtarmamakta, kimseye fayda sağlamamaktadır.
Bu yüzden, işçi sınıfının gençleri, asıl mensubu oldukları “büyük aile”nin, yani işçi sınıfının öncülerine kulak vermelidirler. Bu öncüler onların kulaklarına gerçekleri fısıldayacak, insanlığın kurtuluşuna giden yolun nasıl sabırla döşenmesi gerektiğini anlatacaklardır. Diyeceklerdir ki onlara: “Evet, biz kurtaracağız dünyayı ve insanlığı! Evet, biz başaracağız bunu! Artık yeter, böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek!” Ve işçi sınıfının gençleri, eninde sonunda kulak verip gerçeklerde birleşecek ve haykıracaklardır burjuvazinin yüzüne: “Ailenin kutsallığından bahsediyorsunuz, ama aslında işçi ailelerinin değil, kendi ailelerinizin çıkarlarını düşünüyorsunuz. Aile içi şiddet, tacizler, tecavüzler, çocukların tecavüze uğramasında asıl pay sizindir. Uyuşturucunun kapımızın önüne kadar sokulmasının, her gün binlercemizin zehirlenmesinin asıl sorumlusu sizlersiniz. Bizleri madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda ‘fıtrat’ diyerek ölüme gönderiyorsunuz. Yalanlarınızla körleştiriyor, fabrikalarda makinenin bir parçası haline dönüştürüyor, işiniz bitince de bir paçavra gibi sokağa atıyorsunuz. Halkları sürekli birbirine karşı kışkırtan sizsiniz. Haksız savaşlarda milyonlarca insanın birbirini boğazlamasını sağlayan da sizsiniz.”
İşte gençlerin bunları haykırabilmesi için işçi sınıfının öncülerine büyük görev düşmektedir. Yani sistemin tüm karşı yöndeki basıncına rağmen işçi sınıfının öncü unsurları akıntıya kapılmadan devrimci değerleri korumalı, gençleri örgütlemeli, mücadeleye sevk edebilmelidirler. İşçi sınıfının gençlerine, asıl ailelerinin işçi sınıfı olduğunu, ancak örgütlü mücadeleye girdiklerinde bu büyük ailenin, “biz”in parçası olabileceklerini anlatabilmelidirler. İşin özünü Başak Güler’in bu şiiri ne de güzel özetliyor;
Cellatların “biz”inde dediği biz değil elbet
Altını kalınca çizmek gerek
Biz cihanın inşacılarının bizi
Biz yeryüzü cennetini yaratacakların biziyiz!
Ta kendisiyiz üreten sınıfın ta kendisi!
Bu koca kaos, bu döngü, cılız bir ipte sallanıyor!
Sallandığı yerden kan damlıyor,
Her damlada bir oyun peydahlanıyor.
Bir seçimse oynayıp oynamamak, izleyip izlememek,
Unutma, onurumuz takas edilecek değil.
Bir seçimse boğulup boğulmamak
Hayır! Onların denizinde değil,
Kanlı, buzlu sularda boğulmak da nesi?
Hayır dedik işte o kadar!
Bizim kendi ışıklı deryamız var
Kulaçsa kulaç, gerekirse suların en dibinden varılacak.
Eyy sessizliğin perdesinde mayalanan öfke!
Onlar farkında, sen de var farkına.
Haydi, sen, ben, biz!
Ve yanımıza henüz varamamış bizler!
Hayat boşluk tanımazken bu seçim bizim!
Unutma tek çıkar yol olduğunu
Ve duy tarihin aksettirdiği sesi, ne kadar da net:
Bırak ne derlerse desinler; sen yolunda yürü!
link: Esenyurt’tan bir işçi, Burjuvazinin “Kutsal Aile”si, 17 Eylül 2017, https://en.marksist.net/node/5888
İnsan Olmalı İnsan