Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ÖSYM, 12 Ağustosta adayların üniversite yerleştirmelerine dair bir açıklama yapmıştı. Açıklamada, yapılan yerleştirmede “ek puanlı yerleştirme puanlarının” yerine “ek puansız yerleştirme puanlarının” dikkate alındığının tespit edildiği söylenmişti. Yapılan güncellemeyle birlikte 1110 adayın yerleştirmesi değişmişti. Böylece daha önce yerleşmemiş olan 1628 aday bir bölüme yerleşti. Bir gece önce yerleştiğini görmüş olan adaylardan 1499’u ise herhangi bir programa yerleşemedi.
Olayın medyaya yansımasıyla ÖSYM Başkanı Prof. Ömer Demir istifa ettiğini duyurmuştu: “Nesnel bir hak mağduriyeti yoktur. Kuruma sahip çıkmak gerektiğini düşündüğüm için ve tartışmaların önüne geçmek maksadıyla istifamı ilgili kuruma verdim.” Demir, kurumun kendi doğal çalışma düzeninin olduğunu ve kusur üretme meselesine ilişkin sabıkasının söz konusu olmadığını iddia etmişti. Yani dediğine göre ÖSYM pürü pak bir kurummuş!
12 yıllık zorlu bir eğitimin ardından üniversite kazanma umuduyla çalışan milyonlarca aday, çektikleri zorluklar yetmiyormuş gibi üzerine bir de ÖSYM’nin türlü skandallarıyla mağdur oluyorlar. Yapılanın sadece bir iki personelin hatası olduğu, dolayısıyla kurumu suçlamamak gerektiği iddia edilerek olanların adaylar üzerinde yapacağı tahribata, ruhsal çöküntüye hiç değinilmiyor. Ülkemizde birçok öğrencinin gerek memur atamalarında gerekse üniversite yerleştirmelerinde açıkta kaldığı için hayatına son verdiği bilinen acı bir gerçek. Hal böyleyken olayları sanki doğalmış gibi göstermek ve sadece bir “pardon” ile geçiştirmek ÖSYM’nin alışmış olduğu bir yöntem.
Başkanın açıklamalarında en az pardon meselesi kadar dikkat çeken bir başka husus ise, “kusur üretme meselesine ilişkin” ÖSYM’nin herhangi bir sabıkasının söz konusu olmadığını iddia etmesiydi. Fakat kurumun siciline baktığımızda iddia edilenin tersine sabıkasının hayli kabarık olduğunu görüyoruz. ÖSYM özellikle AKP iktidarı döneminde yaptığı sınavlarda ve yerleştirmelerde birçok skandala imza attı. Bunlardan en çok gündemde yer tutanı ise 2010 yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı idi. Bir önceki sınavda herhangi bir adayın tam puan alamadığı eğitim bilimleri sınavında ne hikmetse 500 kişi tam puan almıştı. Yine ne hikmetse bu birincilerimiz arasında ağırlıklı olarak evli çiftler, kardeşler ve arkadaşlar çıkmıştı!
2011 yılı Yükseköğretime Geçiş Sınavında (YGS) cevaplara ilişkin şifreleme yapıldığı ve bu şifrelerin cemaate yakın kişilere verildiği ortaya çıkmıştı. O dönemde sınava giren adaylardan biri de bendim. Şifreleme yöntemi olduğu açıklanınca, arkadaşlarla birlikte şifrelemeyi fark edemediğimize “hayıflanmıştık”. Tabii sonraki sene sınava tekrar girdiğimde akrostişe benzer herhangi bir şifre bulmaya çalışmış fakat hiçbir şey bulamamıştım! Milyonlarca adayın girdiği, tek bir puanın kimi yerde başarı sıralamasını on bin kişi değiştirdiği bir sınav olunca, bu haksızlığa karşı birçoğumuz o dönemde eylemlere katılmıştık. Aslında skandallar saymakla bitmiyor. Sınava girip de girmedi olarak okunan binlerce aday mı dersiniz, binlerce adayın cevap kâğıtlarının kaybolması mı dersiniz, kimi zaman keyfe göre açıklanmayan sorular ve cevaplar mı dersiniz, daha bir yığın “yanlışlığı” sıralayabiliriz...
Üstelik hemen hemen her sene “bu da tutmadı” denilerek sistemin değiştirilmesi artık olağan hale gelmiş durumda. Öğrencilerin hükümetin elinde adeta kobay haline gelmiş olduğunu, somut olarak kendi üzerimden ifade edebilirim. Ortaokulu bitirip liseye geçeğim sene OKS (Ortaöğretim Kurumları Sınavı) adıyla bir sınav yapıldı. Sonraki senelerde bu da tutmadı denilerek başka bir sisteme geçildi. Liseyi bitirip üniversite sınavına gireceğim sene ise ÖSS kaldırılıp yerine iki aşamalı YGS+LYS sınavı getirildi. Ara senelerde de birçok şey denendiği muhakkak. Bu zorluklara rağmen üniversiteyi bitirebildim ama bugün işsizim.
Haksız bir rekabetin olduğu koşullarda, adaleti sadece sınavların kuralına uygun yapılıp yapılmamasında, sonuçların kuralına uygun açıklanıp açıklanamamasında aramak da boşunadır. Bir öğün okula gidip, diğer öğün bir işte çalışmak zorunda olan öğrenciler ile kolejlerde okuyan, birebir özel eğitimler alan öğrencilerin aynı sınava girmeleri ve buna rekabet demeleri ne kadar hakkaniyetli acaba? Fakat tüm bunlar bir yana yine de böylesi bir kurumun görevini bile yerine getirememesi ya da kimi durumda getirmemesi, sınavları, yerleştirmeleri şaibeye izin vermeyecek şekilde yapmaması bir başka çürümüşlüğü gözler önüne seriyor.
link: Pendik’ten üniversite mezunu işsiz bir işçi, Bir Kurumun Anatomisi: “ÖSYM”, 14 Eylül 2017, https://en.marksist.net/node/5877
12 Eylül Faşizmi ve Hedefindeki İşçi Sınıfı
Emperyalist Savaş “Terör” Adı Altında Yayılıyor