AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte Türkiye’de inşaat sektörü geçmişe kıyasla çok daha büyük bir rant alanına dönüştü. Özellikle büyük kentler açgözlü müteahhitlerin cenneti haline geldi. Başta İstanbul olmak üzere tüm büyük şehirlerde artık inşaat ve müteahhit teröründen söz etmek gerekiyor. Göstermelik önlemlerle ya da hiç önlem alınmadan yıkılan binaların yarattığı tehlikeler artıyor. Kuralsızlık, yasasızlık, iktidarı arkasına almanın verdiği güç ve rahatlıkla toplumsal yaşam alanları istila ediliyor. Yollar, sokaklar toz, pislik ve iş makinelerinin gürültüsüne mahkûm ediliyor. Hafriyat kamyonlarının trafik cinayetlerine ve gece yarılarında içme suyu havzalarından mahalle aralarına istedikleri her yere keyfi biçimde moloz dökmelerine varıncaya kadar ipin ucu çoktan kaçmış durumda. İnşaat firmaları istedikleri sokağı, yolu, kaldırımı şantiye alanı gibi kullanıyor.
İrili ufaklı binlerce inşaat firması yıkılan eski binaların hafriyatından en ucuz yoldan kurtulma mantığıyla hareket ettiği için, yüklenici şirketler bu molozları masraf etmeden korunmasız buldukları kamu alanlarına, dere yataklarına, içme suyu havzalarına gizlice döküp kaçıyor. Daha fazla zaman kazanmak, döktüğü yerden hemen uzaklaşmak, ikinci bir işi de aradan çıkarmak ve dolayısıyla daha kolay, hızlı ve fazla para kazanma hırsı hafriyat kamyonlarını işletenlerin de gözünü döndürmüş durumda. Yolda yayayı ezip kaçandan, yaptığı kazanın farkında bile olmadan yoluna devam edenine kadar onlarca örnek var.
İnşaat atıklarının yarattığı tehlikenin boyutlarının fark edilmesi için muhalefet milletvekilleri Meclise soru önergesi vermişlerdi. Önergede İstanbul’un içme suyu havzalarında büyümekte olan tehlikeye de işaret ediliyordu. Önergelerden birinde “son günlerde basına yansıdığı gibi orman alanları, deniz kenarları, denizin içine hafriyat atıkları döküldüğü bilinmektedir. Şimdi büyük bir tehlike de 1998 yılında kurulan Sazlıdere Barajı ile ilgili. Yıllık 55 milyon m³ kapasitesiyle Sazlıdere Barajı çevresine dökülen kimyasal atıklar ve inşaat atıkları nedeniyle içme suyu havzaları tehlike altındadır” denerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekilmeye çalışılmıştı.
Dünün gecekondu mahallelerini bugün koca koca ve estetikten yoksun binalarla dolduran, bir site mezarlığına çeviren inşaat şirketleri arasındaki rekabet arttıkça kontrolsüz yıkımlar da artıyor. Rantı yüksek gecekondu mahallelerinde buldukları her araziye, eve çörekleniyorlar. Yıkılan her bir evin yerine dev bir bina ya da bir daire yerine 3-4 daire inşa ediyorlar. Eski altyapı zaten sorunlu iken, kanalizasyon, yol, sokak aynı biçimde dururken, bölgenin nüfusu ve yükü katlanarak artıyor. İnşaat şirketleri zıvanadan çıkmış durumda. Mafyatik yöntemlerle iş bitirmeden tutun, araziyi ele geçirince hemen iş makinelerini dayamaya varıncaya kadar her şey keyfi bir şekilde yürütülüyor. AKP iktidarının “yürü ya kulum” dediği şirketler bu pervasızlığın başını çekiyorlar. O nedenle eski bina ve evler hazırlık yapmayı bir kenara bırakın yıkım sırasında bile umursamaz ve hayatı hiçe sayan yöntemlerle yıkılıyor. Yapılan yıkımlarda yoldan geçmekte olan araçların üzerine saçılan moloz parçaları, birkaç saniye ile hayatı kurtulan insanların sayısındaki artış, ne kadar şans eseri yaşadığımızı gösteriyor. Bu durum artık genelleşmiş durumda. Örneğin geçtiğimiz ay Iğdır’da 6 katlı binanın yıkımı sırasında büyük bir çökme meydana geldi. Yıkımı yapılan binanın etrafındaki iki bina da yıkım esnasında zarar görmüş ve oturan insanlar kıl payı ölümden dönmüştü.
Ortalık toz duman
Yıkım kararı verilmiş binaların, sitelerin yıkımları en ilkel biçimlerde devam ediyor. Binaların yaşı, yapımında kullanılan malzemelerin insan sağlığı açısından riski, ortaya çıkarttığı toz, partikül vb. gibi sorunlar kimsenin umurunda değil. Maliyet unsuru olarak görüldüğü için alınmayan önlemler nedeniyle, yaşamlarımızı ciddi bir tehdit altında sürdürüyoruz. İnşaat pisliği ve gürültüsü en dikkat çeken sorun olarak öne çıkarken, görünmeyen tehlikeler, sonraki yıllarda ortaya çıkaracağı kanser vb. büyük sağlık problemlerinin yanı sıra kronik hastalıklara da davetiye çıkartıyor. Buna en belirgin örneklerden biri yakın zamanlarda Ankara’nın göbeğindeki asbestli havagazı fabrikasının yıkımına en ilkel biçimlerde girişilmesidir. Bu fabrikanın asbest, kurşun ve PCB diye bilinen tehlikeli maddelere rağmen ortalığı toza dumana boğarak yıkımına başlanması büyük tepki toplamıştı. Onun üzerine göstermelik önlemler alınarak yıkımına devam edilmişti. Bu vesileyle, aslında bu tehlikenin tüm binalar için geçerli olduğu gündeme geldi.
Türkiye Toraks Derneği, Ankara’daki havagazı fabrikasının yıkımının yarattığı tehlikeye dikkat çekmeye çalıştı. Çünkü binanın 350 ton asbest barındırdığı belgelenmişti. Bu konuda uzmanları paniğe sürükleyen şey kanser tehlikesiydi. Çünkü o bölgedeki havayı soluyan herkesin 5 yıl içinde kanser olma olasılığının çok yüksek olduğunu söylüyorlardı. Ama bu AKP’li belediye başkanının umurunda bile olmadı. AKP iktidarının palazlandırdığı türedi burjuvalarımızın açgözlülüğü ve cehaleti gelecek kuşaklarımıza şimdiden büyük felâketler hazırlıyor.
İstanbul’da hemen her mahallede bir ya da iki tane inşaat alanı var. İş makineleri harıl harıl çalışıyor. Yollar kazılıyor, kaldırımlar sökülüyor, gecenin geç saatlerine kadar beton mikserleri çalışıyor. İnşaat atıkları, toz, toprak ne ararsanız çevre binalarda yaşamakta olan insanlar, yoldan geçenler hiç umursanmadan sağa sola savruluyor. Özellikle çocukların artık nefes almakta güçlük çektikleri ortamlara mahkûm ediliyoruz.
Konutlar pahalı, inşaat işçilerinin canı ucuz!
İnşaat sektörü AKP’nin iktidara geldiği 2000’lerin başından beri en hızlı büyüyen sektör. Birçok diğer sektör de bu alandan beslenerek büyüyor. İnşaat sektöründeki en büyük dilimi de konut inşaatları oluşturuyor. Yılda ortalama 900 bin civarında konut inşa ediliyor ve bu da satılabilir miktarın çok üzerinde bir sayıya denk düşüyor. Zira işçi-emekçilerin, ihtiyaçları olduğu halde onları satın alacak maddi güçleri yok. Alabilenler ise 15-20 yıllık kredi borcu yüküyle bankalara esaret zincirleriyle bağlanmak zorunda kalıyor. Geri kalan milyonlarca işçi ailesinin durumu da ortada. İşçi ailelerinin %43’ünün konutunda ısı izolasyonu yok, %39’u sızdıran çatı, nemli duvar, çürümüş pencere vb. nedenlerle sağlıklı barınma imkânına sahip değil. Öyleyse yeni yapılan konutlara ne oluyor? Son beş yılda fiyatları %91 oranında artan yüz binlerce konut satılamadığı için boş ve atıl durumda bekliyor. Buna her yıl binlercesi ekleniyor. Pazar daralıyor. AKP iktidarı konut satışlarında giderek daha da artacak olan daralmanın önüne geçebilmek ve patlama sürecini geciktirebilmek için yabancılara konut satışından konut kredilerinde faizlerin düşürülmesinin sağlanmasına kadar çeşitli türden çözümler üretmeye çalışıyor.
Bu konutların satılması, AKP’nin de bunun siyasi ve ekonomik rantını yemeye devam edebilmesi için buna ihtiyacı var. Deprem tehlikesinin istismarından, Kürt illerinde devlet buldozerleri ile evlerin insanların başına yıkılmasına kadar çok çeşitli yöntemlerle yoksul işçi ve emekçileri korkunç kredi borcu yüklerinin altına itip yaşamlarını ipotek altına almaya tam gaz devam edecekler. Elbette sadece konut satış sorunundan ibaret olmayan bu kriz ve daralma kapitalist üretimin anarşik doğasının bir sonucu. Dolayısıyla da yukarda bahsettiğimiz yöntemler bu tehlikeli gidişatı durdurmaya yetmez yetmiyor. Bu nedenle daha başından beri AKP hükümeti inşaat sektöründeki canlılığı korumak üzere büyük kamu harcamalarıyla sektörün kafa üstü çakılmasını engellemeye çalışıyor. Bu arada böylesi bir çakılmanın boyutunu anlamak açısından, inşaat sektörünün GSYİH’deki payının 2016 yılı sonunda artarak %8,4’e kadar çıktığını da hatırlatmakta fayda var.
İnşaat sektörü, vasıfsız işgücünün mas edilebilmesi ve işsizlik oranının düşükmüş gibi gösterilmesi bakımından da önemli bir sektör burjuvazi açısından. 2016 yılı itibariyle bu sektörde 2 milyondan fazla işçi çalışıyor. Ancak bunların büyük bir bölümünün hiçbir güvencesi yok ve sıkça işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar.
İnşaat şirketleri büyük kârlar elde ederken, ekonomi büyürken, bu, işçilerin kanı, canı pahasına oluyor. Son beş yılda 35 binin üzerinde iş kazası gerçekleşmiş. İşte bu nedenle işçi ölümleri de katlanarak artıyor. Amaç ucuza mal edip, daha fazla kazanmak olunca inşaatlardaki çalışma koşulları ağırlaşıyor. Patronlar işçi güvenliğini hiçe sayıyorlar. En basit iş güvenliği önlemleri bile alınmıyor. Baret yok, gökdelen inşaatlarında güvenlik filesi, ip ve halatı olmadan çalışan işçiler Azrail’le dans ediyor. İskeleler en ucuz ve emniyetsiz malzemelerle kuruluyor. Bu yüzden de en çok iş cinayeti inşaatlarda yaşanıyor. Devasa gökdelenler, büyük siteler, mega projeler işçilerin kanı, canı üzerinde yükseliyor. Son beş yılda inşaatlarda iş cinayetine kurban giden işçi sayısı 1754 oldu. Maliyet unsuru sayılıp önlem alınmadığı, iş güvenliği uzmanlarının da inşaat patronlarının isteklerinin dışına çıkamayıp kâğıt üstünde denetim yaptığı koşullarda, ölen işçilerin yanı sıra 1940 işçi de sakat kalmış durumda.
Yaşam alanlarımızı istila eden, doğayı ve insan sağlığını hiçe sayan AKP iktidarı Türkiye’yi 17. büyük ekonomi yapmakla övünüyor. İşte bu “büyük” ekonominin mimarları iş cinayetlerinde dünya üçüncüsü, Avrupa birincisidir. Büyük şehirleri şantiyeye, Kürt illerini harabeye çevirdiler. Bu olağanüstü siyasal koşullarda irili ufaklı inşaat kapitalistlerinin şimdiye kadar olduğundan çok daha pervasız olacaklarını biliyoruz. Toza, dumana, ağaçsız, nefessiz kalmaya zorlayan AKP ve yardakçılarının tüm toplumu cendereye sokmak, engelsizce iktidarını sürdürmek istediği açık. Bu açgözlü türedi burjuvaların gitgide büyüyen bir parçasını oluşturduğu burjuvaziye ve onların kapitalist düzenini tarihe gömmek için mücadele araçlarımızı büyütmeye devam etmemiz lazım. Her gün biraz daha büyüyen öfkemiz günü geldiğinde çoğalarak homurtularla kabaran dalgalara dönüşecektir.
link: Derya Çınar, İnşaatlar Tozu Dumana Katarak Yükseliyor, 4 Haziran 2017, https://en.marksist.net/node/5694
Kadınların Mücadelesi, Mücadelenin Kadınları /3
Katar Krizi: Emperyalist Savaşta Yeni Bir Evre