Kapitalizmin küresel ekonomik krizi derinleştikçe sermayenin işçi sınıfına yönelik saldırılarının şiddeti de o ölçüde artmaktadır. Dünya çapında işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal haklarına saldırılmakta, işsizlik, yoksulluk çığ gibi büyümektedir. 2008 yılında kapitalizmin küresel krizi patlak verdiğinde milyonlarca işçi işten atıldı, açlık ve yoksullukla baş başa kaldı. Krizin etkilediği ülkelerden biri de Türkiye idi. Her ne kadar dönemin başbakanı Erdoğan “bu kriz bizi teğet geçecek” dese de krizin faturası örgütsüz işçi sınıfına ödetildi. 2008 krizinde yüz binlerce işçi işten çıkarıldı, ücretler düştü, taşeron işçilik daha da yaygınlaştırıldı, hayat pahalılığı arttı.
Ardından Türkiye ekonomisi hızla büyümeye başladı, inşaatlar yükseldi, sermaye kârını ikiye üçe katladı. Ancak işçi sınıfının yaşamında ekonomik büyümenin yansıması farklı şekilde cereyan etti. İş kazaları katliam düzeyine yükseldi, taşeronluk, kuralsız çalışma arttı, Soma ve Ermenek gibi işçi katliamları yaşandı. İşçi sınıfı açısından tablo bu kadar vahim iken, AKP Türkiye ekonomisinin büyümesinden dem vuruyor, kitlelere de bununla övünülmesi gerektiğinin propagandasını yapıyordu. Erdoğan’ın izlediği kamplaştırma, bölme-parçalama politikası örgütsüz işçi sınıfını öyle bir hale getirdi ki bütün bu çelişkiler görülemez oldu. Ancak bir noktadan sonra mızrak çuvala sığmıyor. Ekonomideki kötü gidişat referandum öncesinde kendini işsizliğin artışıyla gösterdi. İşsizlik oranları yeniden 2008 yılı seviyesine ulaştı. Enflasyon çift hanelere kadar yükseldi. İşçi sınıfının en büyük sorunlarından biri olan, işçileri birer köle haline getiren taşeronluk sistemi yaygınlaştı, kölelik büroları devreye sokuldu, sendikalılaşma yani işçi sınıfının sendikal örgütlülüğü ise çok büyük oranda geriledi, iş kazaları, iş cinayetleri hız kesmeden devam etti.
Olağanüstü şartlar altında yapılan referandumda tüm baskı, şantaj ve manipülasyona rağmen sandıktan gerçekte “hayır” çıksa da AKP hileli, meşru olmayan bir “evet” ilan etti. Referandumun en önemli sonuçlarından birisi, sanayi ve ticaretin yoğun olduğu işçi-emekçi kentlerinde “hayır” oylarının yüksek çıkmasıydı. “Güçlü bir Türkiye için sen de var mısın?” diye kitleleri kandırmaya çalışan AKP ve Erdoğan şimdi hileli ve meşru olmayan “evet” sonucuyla birlikte totaliter rejimi kurumsallaştırmaya girişmiştir. Tüm baskı aygıtlarını ve medyayı elinde tutan AKP elde ettiği güçle işçi sınıfının haklarına bundan sonra da acımasızca saldıracağını ortaya koymuştur. 2015-2017 arasında gerçekleşen grev ve direnişlerin yasaklanması (ki son örneği yasaklanan cam grevidir) bunun en büyük göstergesidir. Şimdi ise AKP oy kaybı olmasın diye referandum sonrasına bıraktığı planını işletmekte, kıdem tazminatını işçi sınıfının elinden almak istemektedir. İşçi sınıfı, AKP’nin ve emrinde olduğu sermayenin çok yönlü saldırısıyla karşı karşıyadır.
Yükselen işsizlik ve hayat pahalılığı
AKP hükümeti referandum öncesi işsizlikteki artışı önlemek adına göstermelik bir “istihdam” seferberliği başlattı. Hükümetin iddiasına göre 1 milyon kişiye istihdam sağlanacak ve işsizlik oranı düşürülecekti. Ancak işsizlikte gelinen nokta AKP hükümetinin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır. TÜİK’in açıkladığı resmi işsizlik oranı yüzde 12,7’dir. 2016 Aralık ayından beri işsizlik oranında 1,9 puanlık bir artış gerçekleşmiştir. DİSK-AR araştırmalarına göre ise geniş tanımlı işsizlik 7 milyon düzeyine, işsizlik oranı ise %21’e ulaşmıştır.
TÜİK’in resmi verilerine baktığımızda da işsizlik 4 milyon civarındadır. 2006 yılında işsizlik 2 milyon 88 bin iken, krizle birlikte 2009 yılının Mart ayında 3 milyon 359 bine tırmanmıştı. Daha sonra 2,2 milyon seviyesine gerileyen işsizlik 2016 Aralık ayında rekor kırarak 3 milyon 872 bine yükseldi. Son 10 yılda işsiz sayısı 1 milyon 784 bin arttı. Mevcut işsiz sayısı, 2006’dan bu yana kriz dönemi dâhil en yüksek işsiz sayısıdır. Ancak işin detayına girdiğimizde durum daha da vahim hale gelmektedir. Genel işsiz sayısının içinde genç işsizler ve kadın işsizlerin sayısı daha da yüksektir. Genç işsizlik oranı yüzde 24, genç kadın işsizlik oranı ise yüzde 28’e yükselmiştir. Kadın işsizliği son iki yılda yüzde 33 artarak 1 milyon 511 bine çıktı. Yüksek öğrenimli işsiz sayısı ise 271 bin kişi artarak 958 bine yükseldi. İşsizlikteki artışı, işsizlik sigortasına yapılan başvuru sayısından da anlayabiliriz. Örneğin 2015 yılında işsizlik sigortasına başvuranların sayısı 90 bin, 2016 yılında 123 bin, 2017'de ise 158 bindir.
İşsizlik oranlarında dikkat çeken noktalardan biri de yükseköğrenimli işsizlerin sayısının 1 milyonu bulmasıdır. Burjuvazinin sınıf atlama gibi kurtuluş hayalleri çizdiği 1 milyon kişi işsizliğin pençesinde kıvranmaktadır. Bir kez daha görüyoruz ki sermaye düzeni gençliğe boş hayallerden başka bir şey verememektedir. İşsizlik oranları 2008 kriz dönemi düzeyine fırlarken, AKP hükümetinin gündeminde şimdi de kıdem tazminatının fona devredilerek gasp edilmesi vardır. Bu saldırı gerçekleştiği an kıdem tazminatı yükünden kurtularak elleri rahatlayacak olan patronlar, istedikleri gibi işçileri işten atma fırsatı yakalayacaktır. Krizi bahane eden patronlar kıdem tazminatının kaldırılmasını fırsat bilerek kitlesel işten atmalara girişecektir. Sırf referandumda oy kaybı olmasın diye toplu işten atmaların önüne geçen AKP amacına ulaşmıştır. Şimdi kıdem tazminatını kaldırarak işçi sınıfına yönelik saldırıların önünü daha da açacaktır.
İşçi sınıfının diğer bir önemli sorunu ise ücretlerin düşük olması, yapılan asgari ücret zammının ise hayat pahalılığı karşısında kısa sürede eriyip gitmesidir. Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi BİSAM, Enflasyon ve Hayat Pahalılığı Nisan 2017 Raporunu açıkladı. Rapora göre asgari ücrette yaşanan artış yüzde 7,9 iken yıllık enflasyon artışı yüzde 11,87 olarak gerçekleşti. Yani ücret zamları enflasyonun altında kaldı ve reel ücretler eridi. Fiyat artışları bazı kalemlerde şöyle; meyvede yüzde 21,7, katı ve sıvı yağlarda yüzde 16, temel sağlık hizmetlerinde yüzde 11,2, kiralarda yüzde 5,2. TÜİK’in verilerine göre bir yıl içinde ulaşıma yüzde17,69, sağlığa yüzde 13,28, eğitime yüzde 9,84, gıdaya ise yüzde 12,53 oranında zam yapıldı.
Yani enflasyon uzun zamandır ilk defa çift haneli rakamlara ulaşmış oldu. AKP hükümeti yıllarca enflasyonu tek haneye indirdiklerinin propagandasını yapıp durdu. Oysa TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları hiçbir zaman gerçeği yansıtmadı. Çünkü enflasyonu hesaplarken bazı temel ihtiyaç kalemlerini sepete koymadıklarından enflasyon rakamları da düşük çıkmaktadır. Son dönemde özellikle domatese gelen zam ülke gündemine oturmuş durumdadır. Tarım ürünlerinin fiyatı üreticiden markete gelene kadar inanılmaz derecede artıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin açıklamasına göre Nisan ayında üretici ile market arasındaki fiyat farkı % 647’ye kadar yükselmiştir. Bütün bu tablo karşısında AKP hükümeti kendi sorumluluğu yokmuş gibi esnafı ve marketleri eleştiren açıklamalar yaparak durumu normalmiş gibi göstermeye çalışmaktadır.
İşçi sınıfının baş belâsı: taşeronluk ve iş cinayetleri
Sermayenin işçi sınıfının örgütlülüğüne vurduğu en büyük darbelerden biri taşeronluk sistemidir. Çünkü taşeronluk sistemi sendikal örgütlülüğün önüne set çekerek işçilerin bir araya gelmelerini önlemiş, kuralsız ve kölece çalışmayı işçilere dayatmıştır. Düşük ücretler, uzayan iş saatleri ve iş cinayetleri hep bu örgütsüzlüğün doğurduğu sonuçlar olmuştur. Taşeronluk arttıkça sendikal örgütlülük azalmış, iş cinayetleri artmıştır. Bugün iş cinayetleri işçi sınıfının en büyük sorunlarından biridir. Sermaye büyüdükçe işçiler de ölmeye, sakat kalmaya devam etmektedir. Özellikle AKP hükümeti döneminde büyüme oranlarına mukabil iş kazaları da katlamalı olarak arttı. Türkiye ekonomik büyüklükte 17. sıraya yükselirken, iş cinayetlerinde de Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sıraya yükseldi. Gelinen noktada ayda ortalama 150 işçi iş cinayetlerine kurban gitmektedir. 2016 yılında 1790 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.
AKP hükümeti döneminde 17 bini aşkın işçi iş kazasında can verdi. Yaralanan ve sakat kalanların sayısı ise daha fazladır. Örgütsüzlük işçi sınıfını öyle bir hale getirmiştir ki bu yaşanan katliama ses çıkaramamaktadır. Ayda ortalama 150 işçinin iş cinayetine kurban gitmesi çoğu zaman gündem bile olmuyor. 2017 yılında da Nisan ayına kadar 586 işçi iş cinayeti sonucu yaşamını kaybetti. İş kazalarının en yoğun olduğu sektörler inşaat ve madencilik sektörüdür. İnşaatlar yükseldikçe, inşaat şirketleri büyüdükçe işçiler can veriyor. İş kazalarının en yoğun yaşandığı inşaat sektörü aynı zamanda en fazla taşeron işçinin çalıştığı sektördür. İnşaat sektöründe meydana gelen iş cinayetleri, kuralsız, sigortasız, güvencesiz çalışma, tesadüfi değil taşeron sisteminin sonucudur. İnşaat sektöründe toplamda 2 milyona yakın işçi çalışırken, bunun 1 milyona yakını kayıtsız çalışmaktadır. Geri kalanların önemli bir bölümü de sigortalı olsalar bile taşeron sisteminde çalışmaktadırlar.
Ayda ortalama 150 işçinin iş kazalarına kurban gitmesi her iki ayda bir Soma katliamının yaşanması anlamına geliyor. İSİG Meclisinin son raporlarında maden sektöründe meydana gelen iş cinayetine dikkat çekildi. Rapora göre 14 yıllık AKP iktidarı döneminde 1571 maden işçisi iş cinayetine kurban gitti. Bilindiği üzere maden işkolu da yine taşeronlaşmanın yaygın olduğu işkollarından birisidir.
İş kazalarının sık yaşandığı diğer bir sektör de tersane sektörüdür. Bu sektörde çalışan 35 bin işçinin 10 bini asıl işverene bağlı çalışırken, 25 bini taşerona bağlı çalışmaktadır. Bu sektörde meydana gelen iş kazalarının %94’ü taşeron işçi çalıştıran işyerlerinde meydana gelmektedir.
İş kazaları ile taşeronlaştırma doğru orantılıdır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında kayıtlı taşeron işçi sayısı 387 bin iken, bu sayı 14 senede 6 milyona yükselmiştir. DİSK-AR’ın taşeronlaştırma ile ilgili yaptığı çalışmada çarpıcı sonuçlar ortaya konmuştur. Taşeron işçi sayısı 2002-2007 yılları arasında yaklaşık 3 kat, 2007-2011 döneminde ise yüzde 50 oranında artış göstermiştir. Sağlık sektöründe çalışan taşeron işçi sayısındaki artış dikkat çekicidir. Sektörde 2002 yılında 11 bin 685 olan taşeron işçi sayısı AKP hükümetleri döneminde 10 kattan fazla artış göstererek 2013 yılında 131 bine yükselmiştir. Yine belediyelerin bünyesinde çalışan işçilerin önemli bir bölümü da taşeron şirketlere kaydırılmıştır.
Sendikalılaşma oranı düşüyor
İşçi sınıfının en büyük sorunlarından biri de sendikalılaşma oranlarının yani örgütlü işçi sayısının son derece düşük olmasıdır. Kuşkusuz bunda AKP hükümetinin ve sermayenin büyük payı olduğu gibi mevcut sendika bürokrasisinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. AKP iktidara geldiğinde ilk işi 4857 sayılı İş Kanunu ile işçi sınıfının birtakım haklarını tırpanlamak oldu. AKP döneminde taşeronlaştırmanın yaygınlaşması sendikal örgütlenmenin önüne büyük bir set çekti. Diğer taraftan özelleştirilen devlet işletmelerinde çalışan on binlerce işçi sendika dışına itildi. AKP döneminde sendikalılaşma öyle bir duruma geldi ki, birçok sendika hükümetin koyduğu %1 barajının dahi altında kalarak toplu iş sözleşmesi hakkını kaybetti.
Tablo 1: Sigortalı ve Sendikalı İşçi Sayısı (2013-2016)
2013 Ocak | 2013 Temmuz | 2014 Ocak | 2014 Temmuz | 2015 Ocak | 2015 Temmuz | 2016 Ocak | 2016 Temmuz | |
Sigortalı işçi sayısı | 10.881.618 | 11.628.806 | 11.600.554 | 12.287.238 | 12.180.945 | 12.744.685 | 12.663.783 | 13.038.351 |
Üye Sayısı | 1.001.671 | 1.032.166 | 1.096.540 | 1.189.481 | 1.297.464 | 1.429.056 | 1.514.053 | 1.499.860 |
Üye artışı | 30.495 | 64.374 | 92.941 | 107.983 | 131.592 | 84.997 | -14.193 | |
Oran | 9,2% | 8,9% | 9,5% | 9,7% | 10,7% | 11,2% | 12,0% | 11,5% |
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Ocak 2017 istatistiklerinde sendikalı işçi sayısı 1 milyon 546 bin 565’tir. Sigortalı işçi sayısı ise yaklaşık olarak 12 milyon 700 bindir. Buna göre sigortalı işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 12,2’dir. Ancak Çalışma Bakanlığı hesaplama yaparken kayıt dışı işçi sayısını işin içine katmadığından rakam yüksek çıkmaktadır.
DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre ise Türkiye’de sendikalılaşma oranı yüzde 10,1’dir. Toplu iş sözleşmesi kapsamı oranları açısından durum daha da vahimdir. İşçilerin sadece yüzde 6,5’i toplu iş sözleşmesi kapsamındadır. Özel sektörde ise toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 4,3 civarındadır. Diğer bir ifadeyle toplu iş sözleşmesi yoluyla fiilen sendikal haklarını kullanabilen işçilerin oranı genel olarak yüzde 6,5, özel sektörde yüzde 4,3’tür.
Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı sendikalı işçi sayısının çok altındadır. ÇSGB verilerine göre toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı 1 milyon civarındadır. Oysa sendikalı işçi sayısı 1 milyon 546 bindir. Yani 500 binden fazla işçi sendika üyesi olduğu halde toplu iş sözleşmesinden yararlanamamaktadır. DİSK-AR’ın araştırmalarında en çarpıcı sonuçlardan biri de sanayinin ve ticaretin kalbi olan, aynı zamanda en fazla işçi nüfusunu barındıran İstanbul’un sendikalı işçi oranının en düşük olduğu illerden birisi olmasıdır.
En düşük 10 il | En yüksek 10 il | ||
İl | Oran | İl | Oran |
Denizli | 5,1% | Bitlis | 20,5% |
Yalova | 6,0% | Kırşehir | 21,9% |
Antalya | 6,3% | Kars | 22,0% |
Ordu | 7,6% | Bilecik | 22,2% |
Nevşehir | 7,7% | Hakkari | 22,3% |
İstanbul | 7,7% | Kütahya | 23,6% |
Gaziantep | 8,0% | Muş | 24,4% |
Osmaniye | 8,1% | Zonguldak | 25,1% |
Uşak | 8,3% | Tunceli | 25,6% |
Konya | 8,5% | Rize | 28,0% |
Özellikle işçilerin toplu iş sözleşmesi ve grev hakkından yoksun olması sermayenin elini oldukça rahatlatmaktadır. Sendikalı işçilerin de gerçek örgütlülük düzeyi ortadadır. Bir yandan sermayenin saldırıları, diğer taraftan sendika bürokrasinin ihaneti işçi sınıfını felç etmektedir. Toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı olan az sayıdaki işçi de sendika bürokrasisi yüzünden dağınık vaziyettedir. Özel sektörde sendikalı 643 bin işçinin 194 bini Türk Metal üyesidir. Türk Metal bir sendika dahi değil, işçileri sömürü esareti altında tutan patronlara bağlı gangster bir örgüttür. 2015 yılının Mayıs ayında işçiler Türk Metal’in ihanetine yeter deyip metal fırtınayı başlatmışlardı. Türkiye’nin en büyük fabrikalarında çalışan 40 bini aşkın işçi isyan bayrağını çekerek Türk Metal’den istifa etti. Ne var ki bir yandan işçilerin deneyimlerinin ve bilinç düzeylerinin düşük olması, bir yandan da diğer sendikaların bürokratik tutum içinde olması nedeniyle bu fırsat değerlendirilemedi. Sermayenin saldırılarına karşı koymak için sendikaların mücadeleci, militan bir çizgiye çekilmesi şarttır. Referandumda büyük şehirlerde “hayır” çıkması işçi sınıfı içinde bir hoşnutsuzluk olduğunu göstermektedir. AKP iktidarı baskı ve yasaklara başvurarak, kitlelerin bilincini milliyetçilikle felçleştirerek, emekçi kitleler arasında kutuplaşmayı derinleştirerek belki bir süre daha işçi sınıfını ağır çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm etmeyi başaracaktır. Ancak egemenler ne yaparlarsa yapsınlar, diplerdeki dönüşümü, kitlelerin öfkesinin birikmesini ve bir gün patlamalı bir şekilde açığa çıkmasını engelleyemezler. İşte o günlere hazırlanırken örgütlü mevzileri güçlendirmek sınıf devrimcilerinin görevidir.
link: Hakan Sönmez, AKP’nin Saldırıları ve İşçi Sınıfının Durumu, 27 Mayıs 2017, https://en.marksist.net/node/5665
Bursa’nın Yeşili Griye Çalıyor
Sahi Ne Zaman Büyüdük Biz?