Fransa’da günlerdir süren isyan dalgası çağımızın patlayıcı karakterini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Türkiye’nin kapağı Avrupa’ya atınca dünya dertlerinden kurtulacağını sanan her kim varsa Fransa’ya iyi baksın. O “uygar”, o “demokratik” Fransa’da kapitalizmin çirkin dişleri nasıl da sırıtıyor. O refah görüntüsünün altındaki sefalet, o demokrasi görüntüsünün altındaki polis devleti tüm çirkinliğiyle açığa çıkmış durumda. Paris sokaklarında eli silahlı polisler, gözaltına alınan 1500’den fazla kişi, sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı…
Ama tüm bu “kanun ve nizam” tedbirlerine rağmen isyan ateşi günlerdir yanmaya devam ediyor. Bu satırlar yazıldığı sırada isyan ikinci haftasını doldurmuştu. Oysa bu tür isyanların birkaç günü geçtiği nadirdir. Bu da bir yandan sorunun ne denli derin olduğunu, diğer yandan da altta biriken öfkenin ne denli büyük olduğunu gösteriyor.
Sorunların kaynağında kapitalizmin ta kendisi yatıyor. Üretici güçlerin mevcut gelişmişliğiyle bir bolluk ve özgürlük toplumunun temellerini kurmak işten bile değilken, bir tarafta göz alıcı zenginlikler ve israf, diğer tarafta yoksulluk ve mahrumiyet, her düzeyde artan eşitsizlik. Kapitalizmin yasaları işledikçe eninde sonunda işçi sınıfı için işsizlik, yoksulluk, mahrumiyet, baskı kaçınılmazdır. Kapitalizm için işlerin nispeten iyi gittiği ve işçi sınıfının nispeten örgütlü olduğu dönemlerde, kapitalistler işçi sınıfı için kazanımlar anlamına gelen bazı tavizler vermek zorunda kalırlar. Ancak işçi sınıfı örgütsüzleştiği ve kapitalizm kaçınılmaz kriz sancılarına girdiğinde işçi sınıfına yönelik saldırılar başlar. Son çeyrek yüzyıldır böyle bir saldırı dönemi yaşıyoruz. İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal kazanımları adım adım elinden alınıyor.
İşçi sınıfının en savunmasız kesimini oluşturan göçmenlerse, her zaman bu tür saldırılardan en başta ve en yoğun biçimde etkilenen kesimlerdir. En kolay gözden çıkarılanlar onlardır. İşsizlik ve yoksulluk belâsını en çok çeken onlardır. Paris’in ayaklanan bölgelerindeki işsizlik oranları Fransa genelindeki yüzde 10’ların çok çok üzerindedir. Bu bölgelerin çoğunda bu oran yüzde 50’den fazladır. İş bulabilenler de en düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalırlar. “Kâğıtsız” diye adlandırılan kaçak işçilerin durumu daha da vahimdir. Bir yandan kendi ülkelerindeki yoksulluk ve baskılar bu insanları göçe zorlarken, diğer yandan Fransız burjuvazisi ucuz işgücü temin etmek ve diğerleri üzerinde işsizlik kırbacı olarak kullanmak için bunlara göz kırpar. Böylece gözden uzak varoşlar göçmenlerle dolar.
Bu sorunlara aynı zamanda dışlanma, aşağılanma, ırkçı baskılara maruz kalma gibi boyutlar eklenir. Geleceğin başkanı olarak parlatılan gerici içişleri bakanı Nicolas Sarkozy isyancı banliyö halkını “pislik”, “çeteci” olarak niteleyerek, düzenin gerici ve ırkçı bakış açısını ortaya koymaktadır. İşte tüm bu faktörler yıllardır göçmenlerde bir hoşnutsuzluk ve öfke biriktirmekteydi. Önceki aylarda göçmen banliyölerinde yaşanan apartman yangınları ve ölen göçmenler aslında gelen dalganın öncü sarsıntılarıydı.
İsyan dalgasını tetikleyen olay da, bu varoşlarda mutat olan polis baskısının bir sonucuydu. Polis kovalamasından kaçan iki göçmen genç elektrik trafosunda akıma kapılarak can vermiş, Türk olan üçüncüsü de ağır yaralanmıştı. Bunun üzerine başlayan isyan sonucu bugüne kadar binlerce araç yakılmış ve sayısız bina da (bunlar arasında polis ve diğer bazı devlet kurumları da var) tahrip edilmiş durumda. Paris’le sınırlı kalmayan isyan diğer şehirlere ve bu arada kısmen Belçika’ya da yayıldı. İsyan sadece göçmenlerle sınırlı gibi gösterilse de gerçek öyle değil. Elbette isyancı gençlerin çok büyük bir bölümünü göçmenler oluşturuyor, ama onların yanı sıra işsizlik, yoksulluk, aşağılanma gibi sorunları aynen yaşayan yoksul beyaz gençler de isyancılar arasında.
Düzen özellikle Sarkozy üzerinden bir fitilleme stratejisi izliyor. Konuşmalarında ve uygulamalarında özellikle kışkırtıcı bir tarz güden Sarkozy’nin hesabı daha sonra dayatmayı planladığı baskıcı tedbirlere zemin oluşturmak. 2007’deki başkanlık seçimlerinde faşist Le Pen’le ittifak yapma eğiliminde olduğu söylenen bu azılı gerici, aslında tüm Avrupa’da olduğu gibi “terör” vs. söylemiyle, şimdiden Fransız halkını gerici düzenlemelere payanda etmeye hazırlanıyor.
Elbette bu onun ve Fransız gericiliğinin hesabı. Onlar hangi hesapları yaparlarsa yapsınlar, sonunda isyan ateşine kömür atmış oluyorlar ve işçi sınıfının yapması gereken sadece bu kavga davetine icabet etmektir. Fransız işçi sınıfının tüm kesimleri, kendi sınıflarının doğal bir parçası olan varoş halkının isyanına sahip çıkmalı ve bu isyanı daha proleter mücadele biçimlerine doğru büyüterek düzen karşıtı bir mecrada ilerletmelidir.
Nitekim, göçmenlere bu muameleyi reva gören Fransız kapitalizmi, aynı dürtülerle tam da bu günlerde Marsilya’da taşıma işçilerinin özelleştirme ve işçi çıkarma girişimi nedeniyle başlayan grevini yasadışı ilan etmektedir. Aynı Marsilya’da geçen ay da feribot işçilerinin özelleştirme karşıtı militan bir grevi ve polisle çatışmalara varan eylemlilik süreci vardı. İşçiler tarafından işgal edilen bir feribotu ele geçirmek için işçilerin üzerine ağır silahlı paramiliter güçler gönderildi.
Tüm bunlar sorunların ortak kökenini göstermesi bakımından bu kadar isabetli olamazdı doğrusu. Bu nedenle görev, isyan ateşiyle dolu savaşkan varoş gençlerini, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin bir parçası haline getirmek, bu gençlerin öfkesini sorunların gerçek sorumlusu olan kapitalizme yöneltmesini sağlamaktır. Burada ise işçi sınıfı örgütlerinin tutumu sorunu önümüze çıkıyor. Ne yazık ki başta KP kontrolündeki CGT olmak üzere sendikalar hiç de sağlıklı bir tutum almıyorlar. Marsilya’daki grev mücadelelerinde olsun, varoş isyanında olsun CGT işçi sınıfını frenleyici bir rol oynuyor. Göçmen gençlerle örgütlü işçilerin buluşmasını engellemek, işçilerin isyana katılmasını önlemek için elinden geleni yapıyor. Hiçbir sendika isyandaki polis vahşetini kınayan bir açıklama yapmış değil. CGT’yi yönlendiren FKP ve Sosyalist Parti gibi düzen solunu oluşturan partiler, isyanın polis zoruyla bastırılması konusunda düzenin diğer güçleriyle hemfikir durumdalar. İsyancı gençlerin en belirgin talebi olan polisin geri çekilmesi talebini bile desteklemiyorlar. Yıllarca hükümetlerde yer alarak işçi sınıfına dönük saldırılara ortak çıkan ve tek rolleri bu saldırıları yumuşatarak işçi sınıfının bunları benimsemesini sağlamak olan bu partilerin tutumu hiç de yadırgatıcı değil.
Bu tablo da bizi döne döne önderlik sorununa getiriyor. Tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da devrimci bir işçi sınıfı önderliği ihtiyacı yakıcılığını hissettiriyor. Ne isyanlar ne savaşlar ne de devrimler son bulmuş durumda, aksine tarihin yeni bir hızlanma dönemine giriyoruz. Patlama dinamikleri tümüyle mevcut. Görev bunları düzenin kalbine yönlendirecek bir önderliği oluşturmakta düğümlenmektedir. Özellikle göçmenlerin söz konusu olduğu bir sorunda ulusalcı ve reformist solun ihanetten başka bir şey yapamayacağı açık olduğuna göre, bu görev ancak enternasyonalist bilinçle dolu komünistler tarafından yerine getirilebilir. İsyan ateşiyle dolu savaşkan varoş gençlerinin yeri enternasyonalist komünizmin saflarıdır.
link: Marksist Tutum, Paris Varoşlarından Gelen Patlama, 13 Kasım 2005, https://en.marksist.net/node/542
Felâketleri Yaratan Kapitalizmdir
Anlattıklarımız Karamsarlık Değil Kapitalizmin Gerçeğidir