Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin son aylarda dozunu arttırdığı baskı, tehdit ve faşizan uygulamalar ülkeyi kaosa doğru sürüklemeye devam ediyor. Geçmişe rahmet okutur şekilde Kürt illerinde tam bir katliam devreye sokulmuş durumda. Dokuz ayı aşan süreçte Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Hakkâri illeri faşist cellâtlar tarafından ablukaya alınıp terör estiriliyor. Siviller bodrumlarda yakılmakta, katledildikten sonra çırılçıplak teşhir edilmekte, cenazelerinin üzerinden tankla geçilmektedir.
Haziran seçimleriyle başlayan süreç Saray ve hükümetin nefret söylemleriyle devam ediyor. Ankara’da son beş ayda üç, İstanbul’da iki bombalı saldırı gerçekleşti ve bu saldırılarda iki yüzü aşkın insan canından oldu, yüzlercesi yaralandı.
Saray’ın biçimlendirdiği burjuva siyasetin merkezinde ırkçı ve faşizan söylemlerle birlikte yoğun bir Kürt düşmanlığı yatıyor. Toplumda ise büyük bir kutuplaşma, bölünme, ayrıştırma ve nefret söylemi giderek derinleşiyor.
Erdoğan 19. muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmada, savaşta herkesin tarafını net seçmesi gerektiğini buyurdu. “Bizim mücadelemiz Kürt kardeşlerimizle değildir. Bizim mücadelemiz terör ve teröristlerledir” diyor. Burada amaç hem Kürt halkını hem de imha sürecine sessiz kalmayan akademisyenleri, sosyalistleri ve duyarlı kesimleri hedef tahtasına koymaktır. İşçi sınıfının tescilli düşmanı, burjuvazinin has temsilcisine göre devletin yanında değilsen, devlete karşı olanların yanındasın.
Saray ve AKP iktidarına taraf olanlar Kürdistan’da yürütülen kirli savaşa destek verenlerdir. Onlara göre Türkiye’nin üzerinde kirli oyunlar oynanıyor, güçlü bir omurgaya sahip olan ülkenin iradesine saygısızlık yapılıyor. İç işgale girişenlere tahammül ve sabır gösterilmemeli diyorlar, Erdoğan’ın sözünün üstüne söz söyleyenleri vatan hainliğiyle suçluyorlar.
Kürt sorunu emekçilerin en yakıcı sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Milliyetçilik zehrinin en kuvvetli tesirlerinden biri olan Kürt düşmanlığı ve “terör” propagandası burjuvazinin elini güçlendiriyor. Birçok kentte özellikle de büyük şehirlerde Emniyet ve İstihbarat tarafından bilinçli olarak bir panik havası yaratılıyor. Böylece işçi ve emekçiler “terör” kisvesi altında yalnızlaştırılıyor, kendi gündelik sorunlarıyla bile ilgilenemez oluyorlar. Patronlar ise salyaları akarak işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırmaya devam ediyorlar. Böylece burjuvazi savaş şakşakçılığıyla bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
Bu kaosun gerçek sorumlularının Türkiyeli egemenlerin olduğu çok açık bir şekilde ortadadır. Sermayeye hizmet eden burjuva partilerinin politikaları hedefe koyulmadan ve hesabı sorulmadan bu ateşin söneceği yok.
Kapitalistlerin çıkar savaşlarına karşı kitleler içinde sabırla devrimci çalışmaları büyük bir çalışkanlık ve atılganlıkla yapmak zorundayız. Çünkü işçi ve emekçi kitlelerin içinde devrimci tarzda çalışma yürütmek komünist faaliyetin vazgeçilmez bir parçasını oluşturur. Tam da burada işçi sınıfının devrimci mücadelesine gönül vermiş olan bizlere görevler ve sorumluluklar düşüyor.
Son sözü Elif Çağlı’ya bırakalım: “Lenin’in işaret ettiği gibi, gerçekten kitle içinde devrimci bir mücadele yürütmeye niyetli olanlar, çeşitli zorluklardan ya da kitle örgütlerinin burjuvaziyle bağlı bürokrat liderlerinden gelecek zulümlerden, hakaretlerden ve hilelerden korkmazlar. Onlar bu gibi zorluklara aldırmaksızın, kitleler her nerede bulunuyorlarsa kesinlikle onların içinde çalışırlar. Yine bu bağlamda, sol sekterliğe karşı mücadele ve komünist tutum büyük önem taşır. Komünistler, gerici olanlar da dahil olmak üzere, proleter ya da yarı proleter kitlelerin bulunduğu kurumlarda, topluluklar ve birliklerde, sistematik olarak, fedakârca, sürekli ve sabırlı olarak propaganda ve ajitasyon yürütmekle yükümlüdürler.”
link: Ankara’dan MT okuru bir işçi, Menfur Devletin Pislikleri!, 30 Mart 2016, https://en.marksist.net/node/5003
Yerli ve Milli Olmak…
“Gençlik Yeni Anayasa İstiyor”