Üniversiteler üzerinde baskıların arttığı, polis ve faşistlerin işbirliğiyle devrimci öğrencilerin sindirilmesi taktiğinin daha da yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu baskılar ve saldırılar hep var olagelmiştir ve buna karşı kararlı ve sürekli bir mücadele verilmediği sürece de var olmaya devam edecektir. İstanbul ve Marmara Üniversitelerindeki faşist saldırıların ardından İstanbul Teknik Üniversitesinde de bir bayan öğrenci saldırı sonucu yaralanmıştır.
Faşist saldırıların yoğunlaştığı bu dönemde bu saldırılardan “nasibini alamayan” Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) devrimci öğrencileri de okul yönetiminin baskı ve soruşturmalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Öğrenciler üzerindeki baskılar daha 6 Kasım YÖK protestosu öncesinde vuku buldu. 6 Kasım dolayısıyla YTÜ Beşiktaş kampüsünde protesto eylemine yönelik toplantılar düzenlendi. Bu toplantılar, haftada bir, açık olarak bahçede düzenlendi. Katılanların sayısının kısıtlı olması bir yana, ana hedef okula yeni giren öğrencilerin eyleme katılması olmasına rağmen bu da başarılamadı. Öğrencilerin YTÜ’ye ilişkin her türlü problemine çözüm bulabilmek için tartışmalar yapıldı. Yemek ücretlerinin normalden yüksek olması, ulaşım ve laboratuvar olanakları gibi YTÜ’ye has sorunlar gündeme getirildi. Tabii ki rektörlük ve siviller de boş durmuyordu. YÖK’ü teşhir eden afişlerin ve çok büyük harflerle yazılmış “YÖK’E HAYIR” yazısının camlardan sökülmesi istendi. YTÜ’nün yeni rektörü Durul Ören daha baştan Demoklesin kılıcını öğrencilerin tepesinde sallandırmak niyetinde. Bu baskının özel bir nedeni ise, rektörün eskiden dekanlığını yaptığı fakültede 6 trilyonluk yolsuzluğun da teşhir edilmesiydi. Aslında okulda görevli olmayan araştırma görevlilerine, sanki okulda çalışıyorlarmış gibi maaş verilmişti. Tüm bunların altında da yeni rektörün imzası vardı.
Bu toplantılar yalnızca Beşiktaş kampüsünde değil Davutpaşa kampüsünde de yapıldı. Burada devrimci öğrenciler daha da bariz baskılarla karşılaştılar. Daha kampüs girişinde öğrenciler otobüslerden indirilip –otobüs kampüs içine kadar giriyor– kimlik kontrolünden geçirildiler. Toplantıyı engelleyebilmek adına zorbalığa başvuruldu. Davutpaşa’da merkez kampüse oranla biraz daha fazla baskı yapmalarının nedeni hazırlık binasının burada bulunmasıydı. Hem bir kararlılık olmayacağını düşündüler hem de hazırlık öğrencilerinin ileride başlarına belâ olmalarından korktular: “Siz böyle işler yaparsanız biz de böyle yaparız! Siz cici cici okuyun bu işlere bulaşmayın! Yoksa geleceğinizi boşu boşuna mahvetmiş olursunuz”. Hep aynı maval okumalar! Oysa biz biliyoruz ki üniversitelerde “parlak bir geleceği olan” öğrenciler değil, burjuvazi için vasıflı işgücü yetiştiriliyor.
Davutpaşa’da korktukları başlarına geldi. Hazırlık binası ısınma problemi nedeniyle bir hafta tatil edildi. Ertesi hafta okula “eğitim” için gelen öğrenciler tekrar eve gönderildi. Aynı olayla bir kez daha karşılaşan öğrenciler –yaklaşık 900 kişi– artık dayanamayıp alkışlı protesto ile okulu terk etti. Bu her ne kadar kendiliğinden bir hareket olarak geliştiyse de, bu çürümüş düzenin her gün önlerine bir yığın yeni sorun sürdüğü öğrencilerin böyle bir tepki vermesi manidardır. Mesele bu sorunların kaynağının ne olduğunu teşhir edebilmektedir.
Rektörlük yaptığı baskıların bir işe yaramadığını anladığında soruşturma terörüne başvurdu. Çalışmalarda yer alan yaklaşık 20 öğrenciye soruşturma açıldı. Suçları ne miydi? Bir devlet kurumu olan YÖK’e hayır demek, afiş asmak, sazlı sözlü toplantılar yapıp halay çekmek... Şaka gibi! Üniversitelerin toplumun barometreleri olduğunu çok iyi biliyorlar; dolayısıyla gelişecek bir devrimci hareketin korkusunu taşıyorlar. Bunu engellemek için de bize şaka gibi gelen gerekçelerle soruşturmalar açıyorlar.
Ancak buna tepkisiz kalınamazdı. Üniversitenin bu tutumunun teşhir edilmesi elzemdi. Sadece soruşturmalar üzerine değil; yoğunlaşan faşist saldırıları, Felluce’deki katliamı, Mardin’de 12 yaşında bir çocuğun babasıyla birlikte “terörist” olduğu gerekçesiyle üzerlerine kurşun yağdırılarak katledilmelerini ve okuldaki yolsuzluğu ele alan bir basın açıklamasının 3 Aralıkta gerçekleştirmesi kararlaştırıldı. Basın metni bunlar arasındaki bağlantıları da ortaya koyar nitelikteydi. Mardin’deki kurşunlarla soruşturmalar aynı devletin ürünüydü; tıpkı Felluce’deki saldırıların aynı egemen sınıfın ürünü olması gibi. Basın açıklamasına yaklaşık 40 kişi katıldı. Basının ilgisinin de çok fazla olduğu söylenemez. “Soruşturmalar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Bıji bıratiya gelan”, “Felluce Direniyor, Gazze Direniyor, Ramallah Direniyor Zafer Direnen Halkların Olacak”, “Parasız, Bilimsel, Anadilde Eğitim” sloganları atıldı. Basın metninin okunmasından sonra topluluk dağıldı.
YTÜ’de de diğer üniversitelerdeki gibi eylemliliklere sadece belli başlı öğrenciler katılıyor, tıpkı bu basın açıklamasında olduğu gibi. Genel anlamda bir gerileyiş döneminden geçtiğimiz bir gerçek; ancak buradan çıkarmamız gereken önemli dersler var. Üniversitelerdeki sorunların her türlü araç kullanılarak en geniş kitlelere teşhir edilmesi gerekiyor. Sorunlarımızın kaynağının bizzat kapitalizm olduğu sergilenmelidir. Bizim istediğimiz üniversite tipi kapitalizmde gerçekleşebilecek bir üniversite tipi değildir. Önümüze koyduğumuz hedefleri gerçekleştirebilmek için şart olan şey ise öğrenci hareketinin işçi hareketi ile bağlarının kurulmasıdır. Kapitalizmi yıkacak olansa işçi sınıfından başkası olmayacaktır.
link: Yıldız Teknik Üniversitesinden MT okuru bir öğre, Soruşturmalar Yıldız Teknik Üniversitesinde Sürüyor, 3 Aralık 2004, https://en.marksist.net/node/457
Yabancılaşma ve Gençlik
Ölüm Her An Yanımızda