Sovyetler Birliği ve benzeri ülkelerdeki bürokratik diktatörlüklerin çözülme sürecine girmesiyle birlikte, burjuvazi yalnızca komünizmin yahut Marksizmin (veyahut da tüm ideolojilerin) öldüğünü beyan etmekle kalmamış, aynı zamanda, işçi sınıfının tarih sahnesinden silindiğini de buyurmuştu. Her daim hazır bekleyen ideologlarını yardıma çağırarak, bunlara tarihin sonunun geldiğini, proletaryaya veda edilmesi gerektiğini ve kapitalizmin kadir-i mutlak olduğunu vaaz etmelerini tembihlemişti. Bu dönemde maddi dayanağını ve cüretkârlığını Doğu Bloku’nun çözülüşünden alan bu fikirlere karşı Marksizmin ideolojik mevzilerini korumak samimi komünistler açısından son derece yakıcı bir sorundu. Zira gelişen süreçte de bu görüşler etkisini hissettirecekti.
Elif Çağlı’nın Büyüyen İşçi Sınıfı kitabını da bu bağlamda ele almak gerekir. Yalnızca burjuvazinin saldırıları değil, aynı zamanda sol hareket içindeki (resmi komünizm ideolojisinin ürünü olan) muazzam kafa karışıklığı da Elveda Proletarya diyenlere bir yanıt verilmesini zaruri hale getiriyordu. Zira mal bulmuş mağribi gibi fır dönen burjuvazinin bu hevesi, Çağlı’nın sözleriyle, gerçekte bir seraptan ibaretti, çünkü burjuvazinin tarihsel huzursuzluk kaynağı kurumuş olmaktan çok uzaktı.
Çağlı, kitabın kaleme alınmasını bu şekilde açıkladıktan sonra, ilk bölümü işçi sınıfının mevlidini okuyanlara ayırıyor. öldüğünü ilan edenlere inat işçi sınıfının gün geçtikçe büyüdüğüne dikkat çeken Çağlı, bu tür herzelerin arkasında tam da somut politik çıkarların yattığının altını çiziyor. Çağlı’ya göre bu anlayışların esas derdi Marksizmin devrimci özünü boşaltmak ve bunu “dünyayı değiştirmenin aracı olan bir eylem felsefesi olmaktan çıkartıp, liberal muhalefet derekesine indirgemeye” çalışmaktan başka bir şey değildir.
Burjuva sosyologların gerçek hayatla bağdaşmayan sınıf analizlerini eleştiren Çağlı, kişilerin üretim ilişkileri içerisinde tuttukları konumun ve üretim araçları karşısındaki konumlanışlarının sınıflarını belirlediğini vurgular. Yani son analizde kişilerin meslekleri, gelir düzeyleri, statüleri veya tüketim ölçüleri baz alınarak sınıflar tarif edilemez.
Çünkü mesele bu biçimde ortaya konulursa, her şeyden önce soru tamamen yanlış bir biçimde sorulmuş olur. Genel olarak mühendislik ya da bir başka meslek grubu, sınıfsal ayrım konusunda bir fikir veremez. Zira, üretim aracı sahibi olup yanında işçi çalıştıran ve onların yarattığı artı-değere el koyan burjuva mühendisler olduğu gibi, sahip olduğu üretim aracı düzeyi artı-değer sömürüsüne fırsat vermediği için kendi yağıyla kavrulan küçük-burjuva diyebileceğimiz mühendisler de vardır. Fakat asıl önemlisi, meslek grubu açısından örneğin vasıfsız işçilere oranla bir hayli ayrıcalıklı görünen mühendislerin, işgücünden başka satacak mallarının bulunmaması durumunda, işçiden başka bir şey olmadıkları gerçeğidir. İşte Marksizm, elimize sınıf ayrımları konusunda sonuca ulaşabileceğimiz nesnel ölçütler verirken, burjuva sosyolojisi ise işçi sınıfının kapsamını keyfince daraltmaktadır. (Büyüyen İşçi Sınıfı, s.18)
Böylece sınıfların nesnel ölçütlere göre değerlendirildiğini vurgulayan Çağlı, Marksizm açısından sınıfların bir bilinç kategorisi değil, toplumsal konum olduğunu söylüyor. Bu nedenle, kafa emekçilerini kol işçilerine oranla burjuva ideolojisinden etkilenmeye daha açık oldukları gerekçesiyle bir “orta sınıf” kategorisi içine tıkıştıran (dolayısıyla işçi sınıfının kapsamı dışına atan) Poulantzas ve benzerlerinin Marksizm-dışı unsurlar olduğunu belirtiyor.
Bu temelden hareketle, sivil toplumun içinde bir sınıf olduğu halde sivil toplumun bir sınıfı olmayan, tüm sınıfların çözülüşünü simgeleyen, acıları evrensel olduğu için evrensel bir nitelik taşıyan, kendisine yapılan haksızlık özel olmayıp genel bir haksızlık olduğu için yalnız kendisinin kurtuluşunu değil tüm toplumun kurtuluşunu amaçlayan sınıfın, modern işçi sınıfının tanımını yapabiliriz:
üretim aracı sahibi olmayan ve bu nedenle de yaşamını sürdürebilmek için işgücünü kapitaliste satmak dışında bir seçeneği bulunmayan (yani ücret gelirleri sınıf atlamalarına olanak vermeyen) ücretlilerin tümü, meslek, gelir düzeyi, üretimdeki gözetim ve denetim işlevlerini sürdürüyor oluşu gibi ayrımlara bakmaksızın genel olarak işçi sınıfının kapsamı içindedir. (Büyüyen İşçi Sınıfı, s.20)
Kafa ve kol emeği arasındaki bin yıllara varan ayrımın ortadan kalkmasının maddi zemini döşenmiş olmasına karşın, bu potansiyelin nasıl kapitalizm duvarına çarptığını anlatan Çağlı, bunun tam anlamıyla ancak muzaffer proletaryanın yolunu açacağı sınıfsız toplumun üst aşamasında, yani komünist toplumda gerçekleşebileceğine değinir.
Çağlı işçi sınıfının öldüğüne ilişkin savunulara da karşı çıkarak, aslında değişen şeyin işçi sınıfının sınıf bileşimi olduğunu ve bunun da yeni bir olgu olmaktan çok uzak olduğunu belirtiyor. İşçi sınıfı tarihinin hiçbir döneminde homojen bir yapıya sahip olmamıştır. Kapitalizmin üretim araçlarını ilerletmesi ve maddi üretimle uğraşan işçilerin sınıf içerisindeki oranının gün geçtikçe azalması gibi olgular, işçi sınıfının ortadan kalktığına değil, tersine tam da bu birinci nedenden ötürü toplumdaki sınıfsal kutuplaşmanın keskinleştiğine ve işçi sınıfı saflarının sıklaştığına işaret etmektedir. İşçi sınıfını, kol veya sanayi işçilerinden müteşekkil olarak gören sakat yaklaşımlar, buradan hareketle ve elbette Marksizme kara çalmak maksadıyla, Marx’ın döneminin çok geride kaldığını ve Marx belki yaşadığı dönem itibarıyla haklı olsa da, toplumun artık çok değiştiğini ve “çağı yakalamak” gerektiğini savunmaktadırlar. Halbuki tarihsel gerçeklikler hiç de öyle söylememektedir.
Aslına bakılırsa, Marx ve Engels’in döneminde ve genel olarak kapitalizmin hiçbir evresinde sanayi işçileri toplumun niceliksel olarak en büyük kesimini oluşturmamıştır. Buradan özellikle iki noktaya vurgu yapmakta fayda var: Birincisi, Marx’ı sözde çürütmek veya düzeltmek adına gösterilen çabaların nasıl tarih bilincinden uzak olduklarıdır. İronik olsa da, Marksizmi çürütmek adına öne sürülen fikirler aslında tam da Marksizmi doğrulamaktadır. Marxın analizlerinin kapitalizmin “vahşi” dönemleriyle sınırlı olduğu görüşü daha baştan hatalıdır. Zira Marx’ın düşüncelerini şekillendirdiği dönemde de sanayi işçileri toplumun çoğunluğunu oluşturmuyordu. üstüne üstlük ilerleyen süreçte de, Marx’ın salt sanayi işçilerinden oluşan bir sınıfa bel bağladığı gibi bir durum yoktur. Bizzat Marx değil midir, Kapital’inin ilk cildinde en ileri ülke konumundaki İngiltere’de bile sanayi işçilerinin oran olarak azlığına işaret eden? Dahası Marx, sanayide üretkenlik arttıkça, nüfusun doğrudan maddi üretimde çalışan kısmının oransal olarak azalacağını da defalarca dile getirir. Dolaysıyla bu itiraz, her şeyden önce tarihsel bir gerçekliğe sahip olmaktan bile çok uzaktır.
Nitekim buradan da ikinci hususa geliyoruz. Modern işçi sınıfının ve özelde de sanayi proletaryasının devrimci gücü Marksizm açısından biçimsel bir mantıkla anlaşılamaz. Diyalektik bir kavrayışla, işçi sınıfının gücü salt niceliğinden gelmez; bu güç, kaynağını aynı zamanda ve esasen niteliğinden (üretimdeki rolü-oranı) ve de gerek mikro (işyeri) gerekse de makro (kent yaşantısı) düzeyde -örneğin köylülüğün aksine- toplu, merkezileşmiş bir görünüm sergilemesinden alır. İşte tüm bunlar çerçevesinde, Çağlı burjuva ideologlarının teorik miyopluğuna dikkat çekerek, her şeyden önce diyalektik materyalist yöntemin önemini vurgulamaktadır.
Yoğun bir kafa karışıklığının hâkim olduğu “üretken emek” konusunda da netliğin sağlanabilmesi için, içinde yaşanılan toplumun somut dinamiklerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatan Çağlı, kapitalist toplumda üretimin kâr motivasyonlu olduğunu, dolayısıyla “üretken” ve “üretken-olmayan” emek ayrımlarının da sermaye açısından değerlendirilmesi gerektiğini yazıyor. Bu noktada Marx’ın bir pasajından hareketle şunları söylüyor:
İşgücünü satın alan kapitaliste bir değişim değeri üreten işçi, ister palto biçiminde gözle görülebilir bir meta, isterse öğretmenin verdiği ders örneğinde olduğu gibi maddi olmayan bir meta üretsin, kapitalizm açısından üretken işçi sayılır. Böylece kapitalist gelişme, geçmiş dönemlerde meta üretimi kapsamına girmeyen pek çok kullanım değeri üretimini, artık kapitalist meta üretimi kapsamına dahil ederken, hizmet üretimini de kapitalist sanayinin çok önemli bir koluna dönüştürmektedir. (Büyüyen İşçi Sınıfı, s.45-46)
Özellikle Batı dünyasında çok fazla yer işgal eden mavi yakalı ve beyaz yakalı işçi ayrımını da Marksist bir analize tâbi tutuyor Çağlı. Hizmet sektöründe çalışan işçilerin sayısının, IT (bilişim teknolojisi) yükselişiyle de birlikte iyice artmış olması ve ayrıca yeni açılan veya kapsamı genişleyen iş sahalarının varlığı, yalnızca teorik bir yeniden-üretimi değil, burjuvazinin manevralarına karşı sınıfsal bir perspektife sahip somut açılımları da gerekli kılmaktadır.
Öte yandan kitapta, Asyatik bir geçmişten gelen ve bunun kalıntılarını hâlâ hisseden Türkiye gibi bir ülke açısından oldukça öneme sahip “memur” sorunu da enikonu inceleniyor. Türk burjuvazisinin bilinçli politikaları sonucu, sınıfın büyük kısmının kendini sınıf-dışı görmesi günün gerçekliği olmasına karşın, resmi görevli statüsündeki kamu çalışanlarının çoğunluğunun işçi sınıfına dâhil oldukları açıklanmaktadır. Sorun bu işçilerin işgüçlerini bireysel bir kapitaliste mi yoksa kolektif bir kapitaliste mi sattıkları değildir. Her ne kadar bu işçiler burjuvazi açısından üretken işçi konumunda olmasalar da, işgüçlerinden başka satacak bir şeyleri olmayan mülksüz emekçilerdir ve bu nedenle kendilerini “memur” etmeleri gereken tek görev proleter devrim görevidir.
Çağlı, kitabının son bölümünüyse, “sanayisizleşme” iddialarına ayırır. üretkenliğin artışıyla beraber, geleneksel tüketim maddelerinin veya temel fiziksel ihtiyaçların üretimi için gereken zaman azalmaktadır. Ama bu, işçisiz kapitalizme değil, komünizmin nesnel temelinin döşendiğine işaret etmektedir.
Sınıftan kopuş eğiliminin farklı tezahürlerinin ortalıkta kol gezdiği bir dönemde, işçi sınıfının ve onun devrimci potansiyelinin bilimsel kavranışı, yeni devrimci kuşaklar açısından bir olmazsa olmazdır. Elif Çağlı, Büyüyen İşçi Sınıfı’nda bizlere bu fırsatı sunuyor. Ve Marksizme içkin tarihsel iyimserlik içerisinde, Lenin’in o çok sevdiği sözle noktalıyor: Son gülen iyi güler!
link: Bora Koçak, Son Gülen İyi Güler: Büyüyen İşçi Sınıfı, 1 Haziran 2005, https://en.marksist.net/node/379
Parkta Can Çekişen Bir Adam
İşsizlik İstatistikleri: Rakamların Sahte Dili