Dilimize yerleşmiş bir laf vardır, “atma Recep din kardeşiyiz” diye. Yüksekten atanlar, abartılı şekilde yalan söyleyenler veya mesnetsiz şekilde iddialarda bulunanlar için söylenir. Erdoğan’ın, Amerika’yı Müslüman denizcilerin keşfettiğini söylemesiyle ilgili haberleri okuyunca aklıma bu laf geldi.
Atalarımızı saygıyla anarak, zamanında ne güzel, ne akıllı laflar etmişler diye düşündüm. Demek ki, dedim, bir bildikleri varmış. Bu topraklardan böyle desteksiz atanların çok çıktığını tecrübeyle sabitlemişler ve ilerde de böyle boyunu aşan laflar edenler olursa bu sözü hatırlatırsınız diye düşünmüşler. Gerçekten de Erdoğan’ın konuşmasına cuk oturan bir sözdü. İçimden şöyle geçirdim; bir ülkenin cumhurbaşkanının başka işi gücü yok da, böyle ancak kahvehane sohbetlerinde edilecek türden laflarla neyi ispatlamaya çalışıyor? Sonra da, “biz bizi biliyoruz, ne olduğumuzu da, ne olmadığımızı da; o yüzden ‘atma Recep din kardeşiyiz’, millet göktaşına uydu konduruyor, sen hâlâ Amerika’nın keşfinden bahsediyorsun” diye düşündüm.
Açıkçası başlangıçta Erdoğan’ın, hazır Latin Amerikalı Müslüman liderleri bulmuşken, biraz onları tavlamak için böyle konuştuğunu, biraz da gerilmiş olan memleket havasını yumuşatmak için espri yaptığını düşünmüştüm. Dolayısıyla biraz gülüp geçmiştim. Ama gördüm ki bütün dünya Erdoğan’ın bu lafıyla çalkalanıyor. Tarihçiler birbiri ardına çıkıp Amerika’yı kimin keşfettiği hakkında demeçler veriyorlar. Kırk akıllı bir araya gelmiş, kuyudaki taşı çıkarmaya uğraşıyor. Yani iş çoktan ciddiye binmiş durumda. Tam “yapmayın etmeyin, bu adamın her lafını böyle ciddiye alırsanız çekeceğiniz var” diye düşünürken, Erdoğan kendisine karşı çıkanlara veya dalga geçenlere çok gücenmiş olacak ki, bir İmam Hatip Lisesinin açılışında işi başka bir boyuta taşıdı: “…bunlar, bir Müslümanın bunu yapacağına hâlâ inanmadılar. Bu milletin evlatlarının bunu yapabileceğine hiçbir zaman inanmadılar.”
Dedim işte şimdi hapı yuttuk! Ne demişler “deliye atma taş, sonra yarar baş”. Kendimiz kaşındık, şimdi uğraşıp duracağız. Üstelik işin vahim tarafı, Erdoğan’ın kendi söylediklerine ciddi ciddi inanıyor olmasıydı. Konfüçyüs’ün meşhur bir lafı vardır, “bilmediğini bilmeyenden kaçınız” der. Koskoca Konfüçyüs’ün bir bildiği vardır herhalde, en iyisi kaçmak diye düşündüm, ama nereye? Adamın eli Türkiye’nin her köşesine uzanıyor, hayatımızın her alanına burnunu sokuyor, yetmezmiş gibi dünyaya da el atmış durumda. Yani fizana kaçsak yine kurtulamayacağız. Sonunda meseleyi kökünden halletmeye karar verdim. Konuyu bilimsel temellerde ele alarak, tarihçi bilim insanlarının da yardımıyla, Erdoğan’ın bu mesnetsiz iddiasını kökünden çürütmeye ve ona, bir daha böyle çıkışlar yapmasını engelleyecek bir ders vermeye kanaat getirdim.
Keşke getirmez olaydım… İşin dibine indikçe ne göreyim, meğer Erdoğan sonuna kadar haklıymış! Meğer gerçekten de Amerika kıtasını Müslüman denizciler keşfetmişmiş! Bununla da yetinmeyip kıta ahalisinin önemli bir kısmını puta taparlıktan kurtarıp doğru yola çekmişler. Tekrar yoldan çıkmasınlar diye de bir cami inşa etmişler, hem de kıtanın uzaktan en iyi ve ilk görünecek tepesine. Kuşkusuz bu öğrendiklerim ben de küçük çaplı sarsıntılar yarattı ve epeyce şaşırdım. Erdoğan gibi her konuda bilgi ve ilim sahibi olan ve bu ilmini bizim gibi sıradan fanilerden esirgemeyip her işimize burnunu sokan, pardon, her konuda bizi doğru yola çekmeye çalışan bir cumhur reisine sahip olduğumuz için gururlandım.
Bu yüzden de cumhur reisimiz Erdoğan’ın söyledikleriyle dalga geçenlere çok kızmaya başladım. Bu inançsızlar gerçekten de Müslümanların veya yüce Türk milletinin böyle işler başaracaklarına inanmıyorlar. Zaten gerçek ve milletperver tarihçilerimizin ortaya koyduğu bilimsel çalışmalarda, işin içinde Türklerin olmadığına dair bir ibare de yoktur. Dahası Müslüman ve Türk dünyasının önemli şahsiyetlerinden Abdurrahman Dilipak efendi de, Kolomb’dan çok önce İstanbul’da Kızılderili kadınları gelin ettiğimize dair çürütülemeyecek kanıtları ortaya koyarak bu tezi desteklemiştir!
Hatta ben, bu keşfin Müslüman Türkler tarafından gerçekleştirildiğine kesin olarak inanmaktayım. Bu konuda elimde ciddi deliller var. Biraz daha gerilere gider ve Mustafa Kemal’in dediklerini dikkate alırsak, ki aksini düşünmek bile düşünülemez, Atlantik okyanusunda bir yerlerde bulunan kayıp kıta Mu’nun ve burada hayat bulmuş uygarlığın da bu keşfimizde payı olduğunu kabul etmemek için tamamen bilim dışı bir şekilde akıl yürütmek gerekir. Yine aynı dönemlerde icat olunmuş, pardon bilimsel temellerde ortaya konmuş demek istedim, “Güneş-dil teorisi” ve “Türk tarih tezi”ne göre tüm uygarlıkların temelinde Türkler vardır ve Amerika kıtasındaki yerli halklar da aslında Türktür. Bu bilimsel temelden hareketle, Müslüman Türklerin Amerika kıtasında yaşayan akrabalarını ziyarete gitmiş olmalarını düşünmemek için hiçbir sebep yoktur. Ne de olsa “karadan gemi yürüten ecdadımız” akrabalık bağlarına pek düşkündür!
Eh, oraya kadar gidilmişken bir cami bile dikilmediğini düşünmek de zaten saçmadır. Doğal olarak Müslüman ve Türk atalarımız, Küba’nın en görünen yerine şöyle güzel bir minareyi de kondurmuşlardır. Bunun da kanıtları Kolomb’un anılarında mevcuttur. Ama kimileri kalkıp diyor ki, “pes doğrusu, Kolomb tepeleri camiye benzetti, tepede cami gördüm demedi”. Ben de onlara “pes doğrusu” diyorum, ne yani elin gavuruna inanıyorsunuz da her konuda fikir sahibi olan cumhur reisimize ve dahi hayatları bilimle dolup taşan tarihçilerimize mi inanmıyorsunuz!
Hadi Amerika’yı keşfettiğimiz uydurma diyelim. Diyelim ki Erdoğan sırf Latin Amerikalı Müslümanları tavlamak ve gündemi değiştirmek, gündeme oturmak için bu lafı ortaya attı. Ve yine diyelim ki, onun hık deyicisi durumundaki yandaş medya kalemşorları ve iliştirilmiş tarihçiler de, sırf yalakalık olsun diye Erdoğan’ın bu mesnetsiz sözlerine bin bir türlü kılıf bulmaya çalıştılar ve sonuç olarak ele güne rezil olduk. Diyelim ki, Türkün ve Müslümanların gücüne inanmayan bedbahtların bu dedikleri doğru. Peki, dünyadaki tüm uygarlıkların temelinde Türklerin olduğu da mı yalandır? Bir Türkün dünyaya bedel olduğu da mı uydurmadır? Türkler ta Orta Asya’dayken Bering boğazını geçip Amerika’ya gidip oradaki İnka, Aztek ve Maya uygarlıklarını kurmamışlar mıdır? Hatta daha Orta Asya’ya gitmeden evvel Anadolu’da ve Ortadoğu’da Hitit ve Sümer uygarlıklarını da mı kurmamışlardır? Bunların hepsi palavra mıdır? Haşa! Bunların hepsi yüce Atamızın mimarı olduğu “Türk tarih tezi”nde bir bir kanıtlanmıştır!
Ha, eğer Güneş-dil teorisinin veya Türk tarih tezinde iddia edilenlerin de saçma ve uydurma olduğunu düşünüyorsanız, o zaman size diyecek bir şeyim kalmıyor. Allah sizi bildiği gibi yapsın! Bu değerli bilgilere nereden ulaştığımı soracak olursanız, onu da rahatlıkla açıklayabilirim. Geçmişte Türk tarih tezini hazırlayanlarla ve bugün de Erdoğan’ın iddiasını dayandırdığı tarihçilerle aynı kaynağı, yani kendi öz kaynağımı paylaşıyorum. Bunun ne olduğunu bilen bilir, bilmeyen de bilenden öğrensin bir zahmet. Eh, ne de olsa güvenilir kaynaklardan faydalanmak bilimsel çalışmanın esasıdır. İnsan kendi kaynağına güvenmeyecek de kime güvenecek?
İşte ben bu düşüncelerle hemhal olmuş kendi kendime boğuşurken, fikrine ve zikrine güvendiğim arkadaşlarımdan biri, halime acımış olacak ki, “nedir arkadaş bu halin, yanlış yerinle düşünüyorsun, azıcık kafanı çalıştırırsan normale dönersin” deyip beni kendime getirdi. Ardından da “bak sana Hoca Nasreddin’in konu hakkındaki bir fıkrasını anlatayım da, Erdoğan gibilerin neden böyle konuştuklarını anla. Aslında meseleye bu kadar kafa yormana bile lüzum yok” diyerek, zamanında Çetin Altan’dan okuduğu fıkrayı aktardı.
Fıkra bu ya, günün birinde İncili Çavuş politika ve politikacılık konusundaki görüşlerini açıklıyormuş;
- Bir lider, şayet tabanın kendinden daha salak olduğuna inanıyorsa aşınmaya başlar…
Bunu duyan Bekri Mustafa oturduğu yerden bağırmış;
- Ya inancı doğruysa?
İncili Çavuş cevaplamış:
- O zaman da tabanı aşınmaya başlar ve üstünde durabileceği bir zemin kalmaz.
Bu kez de sohbete kulak misafiri olan Borazan Tevfik laf atmış;
- Ya taban salak değil de, baştakinden daha akıllıysa?
- Her şey tepe taklak olur ve ayaklar baş olur o zaman, diye yanıtlamış bunu da İncili Çavuş. Örneği de Fransız İhtilalidir diye eklemiş. Sohbet sürerken, bakmışlar Nasreddin Hoca bir kenarda oturmuş kıs kıs gülüyor.
- Ne gülüyorsun hoca, demişler, sen de bir şey söylesene!
- Niye gülmeyeyim, demiş Hoca, politikada başları da tabanları da ayakları da sadece işkembeler yönetir. Hem de “vatan, millet, şanlı tarih, cemaat, din, iman, gelenek, görenek, ülkenin çıkarı” diye diye.
link: MT okuru bir “kaşif”, Atma Recep Din Kardeşiyiz!, 26 Kasım 2014, https://en.marksist.net/node/3768
Düşük Ücretlere, Uzun İş Saatlerine, Taşeronlaştırmaya Hayır!
Ferguson’da Yeniden İsyan Ateşi