Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde ekonomi eğitimi aldım. Üniversiteden mezun olalı yaklaşık bir yıl oldu. Eğitim hayatım boyunca hep başarılı bir öğrenci oldum. 18 senelik eğitim hayatımda birçok şey öğrendim. Fakat bilinçli bir şekilde öğretmedikleri bir şey vardı ki çok geç farkına vardım. İşsizlik!
Hayatın kitap sayfalarını devirerek öğrenilebileceğini dikte ettiler. Kariyer ve fırsatlar olacaktı… Fakat işçi olacağımızı hiç anlatmadılar. Türkiye’nin dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olduğu hakkında çok şey okudum, dinledim ama onca çaba sonrasında işsiz kalacağımızı anlatmadılar. Kişi başına düşen milli gelirin her geçen gün arttığını söylediler, fakat ücretlerin düşüp, iş saatlerinin uzayacağından bahsetmediler. Biz emekçi ailelerin üniversiteyi kazanabilmiş olan çocuklarını hayallerle, yalanlarla büyüttüler. Gerçek hayatla tanıştırmadılar. İşsizlik gibi, güvencesizlik gibi, düşük ücretler gibi, taşeronluk gibi, iş kazaları gibi can yakıcı sorunlarla nasıl yüzleşeceğimizi söylemediler. Üniversite kürsüsündeki akademisyenlere göre bizler işçi değil, geleceği inşa edecek vasıflı elemanlar olacaktık!
Dostlar, gelin tüm bu anlatılanların koca bir yalandan ibaret olduğuna hep beraber göz atalım. 2000-2001 krizini bir tarafa bırakalım, daha 1998 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yapmış olduğu bir araştırmaya göre dünyadaki çalışabilir nüfusun üçte biri işsizdi. Rakamlarla ifade edecek olursak bu sayı 1 milyarın üzerindeydi. Ardından gelen ve 2008’de tüm dünyayı etkisi altına alan büyük krizle birlikte bu sayı daha da arttı. Dünyada her yıl 2 milyarın üstünde insan günde ortalama 1 doların altında bir gelirle yaşıyor. Her dört saniyede bir işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Taşeron çalışma ve meslek hastalıkları her geçen gün artıyor. Türkiye’de genç kuşaklar arasındaki işsizlik on milyonlarla ifade ediliyor. Sendikaların yapmış olduğu araştırmalar bugün Türkiye’deki gerçek işsizlik oranının %26’lar civarında olduğunu gösteriyor. Gerçeklik bize böylesi bir tablo sunarken, patronlar ise işsizliği, nüfusun aşırı artmasıyla, ekonomik krizlerle, hatta ve hatta işçilerin tembelliği, vurdumduymazlığı ve cahilliğiyle açıklıyorlar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik hiç utanmadan “İşsizlik yok, iş beğenmeme var, işçiler iş bulamıyorum dememeli” diye açıklama yapabiliyor. Yani Bakanın deyimiyle milyonlarca işçi “iş beğenmiyor”, işsiz gezerek gününü gün etmeyi tercih ediyordu. Yine dünyanın en önemli ekonomi dergilerinden birinin Türkiye ayağındaki bir yönetici “Krizle birlikte daha çok şahit olduk, ancak işten çıkarmalar hayatın ayrılmaz bir parçasıdır” diyebiliyordu. Patronlar ve onların temsilcisi kurumların yaptığı bu açıklamalara rağmen işçiler için çalışmak yaşamın ta kendisidir. İşsizlik ise kişinin kendisine karşı saygısını yitirmesine, toplum tarafından dışlanmasına, enerjisi ve yeteneklerinin çürümesine neden olan bir illettir. Psikolojik bunalımlar yaşanmasına sebebiyet vererek kişiyi ve toplumu delirtir. Dünyada her yıl 800 bin insan işçilerin hayatını cehenneme çeviren işsizlik, ağır çalışma koşulları, düşük ücretler gibi sorunların sebep olduğu ruh hastalıklarına yakalanıp intihar ediyor. Patronlar sınıfı, işçilere ruhsal, fiziksel, maddi ve manevi çok ağır bedeller ödeterek insanlık suçu işlemektedir. İş kazaları, meslek hastalıkları, ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, uzayan çalışma saatleri, meslek hastalıkları, işsizlik altında can çekişiyoruz.
Biz işçilerin sorunları ortak, çözümü de ortak. Örgütlenmek ve mücadele etmekten başka çaremiz yok. Patronların saldırılarına karşı ele ele, omuz omuza bir arada durabilmek. Gelin işçi sınıfının devrimci saflarında birleşip, sömürünün, acı ve gözyaşının olmadığı bir dünyayı hep beraber inşa edelim. Ve haykıralım hep bir ağızdan: YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
link: Gebze’den MT okuru bir işsiz işçi, Diplomalı İşsiz!, 19 Kasım 2014, https://en.marksist.net/node/3732
“Yeni Türkiye” İçin Daha Çok İşçi Ölecek
Brezilya, Tunus ve Ukrayna Seçimleri