Sermayenin uluslararası egemenliğinin ifadesi olan emperyalist-kapitalizm, dünyanın farklı coğrafyalarında farklı kılıflara da bürünse kan emici özünü gizleyemiyor. Kâr güdüsüyle hareket eden sermaye, bu uğurda kendi sınıfının siyasal egemenlik aygıtı olan devleti de kullanarak kan dökmekten çekinmiyor.
Kapitalizm her ne kadar toplumu dinlerine, renklerine, ırklarına göre bölse de, çok iyi biliyoruz ki, sermayenin ne dini ne de ulusu vardır. Kapitalist bir ülkenin devlet biçiminin faşist, dinci ya da demokratik olması o devletin özünün burjuva devlet olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve bu devlet, sermayenin çıkarları doğrultusunda her türlü hak arama mücadelesini baskı ve zor kullanarak bastırmakta.
İtalya
1 milyon işçinin 26 Martta gerçekleştirdiği bir günlük grevin ardından, İtalya bu kez de FİAT işçilerinin greviyle sarsıldı.
FİAT’ın Melfi fabrikasında çalışan 8000 işçi, ücretlerinin yükseltilmesi ve mevcut vardiya sisteminin değiştirilmesi için greve çıktı. Bu fabrikada çalışan işçiler, diğer FİAT fabrikalarında çalışan işçilerden %20 daha düşük ücret alıyorlar. İşçiler, kesintisiz 15 gün süren gece vardiyalarının da değiştirilmesini istiyorlardı.
19 Nisanda başlayan ve tüm İtalya işçi sınıfının gözünü diktiği bu grev, yüzlerce farklı fabrikadan işçilerin eş zamanlı olarak başlattıkları dayanışma grevleriyle desteklendi.
Grev kırıcı işçileri taşıyan otobüslerin durdurulması için bir haftayı aşkın bir süre devam eden yol kesme eylemlerinin ardından, Melfi işçileri 26 Nisanda polis saldırısına uğradılar. Yerel polisle grevci işçiler arasında dokuz gün boyunca herhangi bir çatışma yaşanmamıştı. Ne var ki, Roma’dan gelen emirler, bunun daha uzun süre devam etmesine izin vermedi. Bölgeye özel olarak gönderilen Carabinierilerin (bizdeki Robokoplar gibi) işçilere saldırması sonucu, 10 işçi ve 3 polis yaralandı.
Bunun üzerine 27 Nisanda İtalya çapındaki FIAT tesislerinde üretim %90 oranında durdu. Napoli yakınlarındaki Alfa Romeo tesislerinde çalışan işçiler de iş bıraktılar. 28 Nisanda metal sektöründeki pek çok işyerinde dört saatlik greve gidildi.
29 Nisanda, FIOM (CGIL’e bağlı metal işçileri sendikası) genel sekreteri Rinaldini, işçilere FİAT yönetiminin ileri sürdüğü koşulları kabul etme çağrısında bulundu. Buna göre, görüşmelerin başlaması için işçiler fabrika kapılarındaki grev gözcüsü hattını kaldıracaklardı. Rinaldini işçilerden işlerinin başına dönmelerini ve gerektiğinde greve hazır olmalarını istedi. İşçiler bunu yuhalayarak reddettiler ve greve devam etme ve fabrika önünde sürekli bir meclis oluşturma kararı aldılar. Bu kararın ardından fabrikada çalışan toplam 8000 işçinin en fazla 100’ü (çoğu ustabaşı) çalışmaya devam etti. Fakat sayıları çok az olduğundan ve bu sayıyla üretim devam edemeyeceğinden fabrika yönetimi bunları da evlerine göndermek zorunda kaldı.
30 Nisanda, grev gözcüsü hatları kaldırılmasına rağmen FİAT, grevi kırmak isteyen bir kadın işyeri temsilcisine saldırıldığı bahanesiyle görüşmeleri askıya aldığını duyurdu. İşçiler, görüşmelerin istedikleri koşullarda yürütülmesi için sendikaya baskı uygulamaya devam ettiler ve grevi sürdürdüler.
Melfi fabrikası, bazı otomobil modellerini üretmenin yanı sıra diğer FİAT fabrikalarına da sac üretiyor. Bu nedenle Melfi’deki grev tüm FİAT fabrikalarını doğrudan etkiledi. Grevin üçüncü haftasında işverenin kaybı muazzam boyutlara varmıştı.
Haftalardır tüm İtalya’yı etkileyen grev, 9 Ocakta sendikayla işverenin imzaladıkları anlaşma sonucu sona erdirildi. İmzalanan anlaşmaya göre, gece vardiyaları bundan böyle haftalık olarak değişecek ve 2006 yılından başlayarak ücretler aylık 105 euro arttırılacak. Bu artışın bir kısmı bu yıl sonundan itibaren uygulanmaya başlanacak.
Nisan sonunda İtalyan havayolu şirketi Alitalia’da da iki günlük grev yaşandı. Kriz gerekçesiyle 3300 işçiyi çıkarmayı planlayan Alitalia’yı protesto eden yüzlerce işçi, havaalanını ve uçak pistlerini bloke ettiler. İki gün boyunca tüm seferleri iptal edilen ve takip eden hafta boyunca da bazı seferlerini ancak aksamalı olarak gerçekleştiren Alitalia’nın 21 bin işçisi bulunuyor.
Almanya
Sosyal Demokrat Parti (SPD) hükümetinin “Ajanda 2010” adı verilen sosyal kesinti paketine ve artan işsizliğe karşı sendika federasyonu DGB’nin 3 Nisanda üç farklı kentte örgütlediği gösterilere 500 binden fazla insan katıldı. İşçilerin, işsizlerin, öğrencilerin, göçmenlerin, gençliğin hep birlikte katıldıkları gösterilerde, Berlin’de 250 bin, Stuttgart’ta 150 bin ve Köln’de 100 bin kişi yürüdü.
İşçinin ödemesi gereken muayene ücretlerinin ve ilaç paralarının arttırılması, sosyal yardımlarda ve işsizlik yardımında kesinti yapılması, kitlesel işten çıkarmalar, iş haftasının uzatılması, ücretlerde kesintiye gidilmesi: tüm bunlar, yapılmaya çalışılan saldırılardan sadece birkaçı.
Fransa
Fransa’da elektrik ve gaz işçileri 8 Nisanda greve gittiler. Sokak lambalarının elektrikleri kesildi ve sektörde yapılması planlanan özelleştirmeler Paris merkez binası elektrik ampulleriyle taşlanarak protesto edildi. Ülkedeki 300 bin elektrik işçisinin yarısından fazlası greve katılarak, Fransız Elektrik (EDF) ve Fransız Gaz’ın (GDF) yasal statülerinin limited şirkete dönüştürülmesini (yani özelleştirmenin yolunu açan ilk adım) öngören planın geri çekilmesini istediler.
12 Mayısta ise bu kez demiryolu işçileri sahnedeydi. Demiryolu ulaşımının reorganizasyonunu öngören planın en az 2500 işçiyi işinden edeceğini belirten demiryolu işçileri sendikası, işçileri bu planı protesto etmek üzere greve çağırdı. Demiryolu işçilerinin 12 Mayısta başlayan 36 saatlik grevine %30 oranında katılım gerçekleşti.
Kanada
British Columbia’daki 43 bin hastane çalışanı sendika bürokrasisinin ihanetine uğradı. İşçiler hükümete meydan okuyarak greve gitmeye hazırken ve kamuoyunun da desteğini almışken, sendika bürokrasisi %15’lik ücret kesintisini öngören bir anlaşmayı imzaladı.
İşçiler daha önce bu anlaşmayı reddetmiş ve 24 Nisanda greve gitmişlerdi. Grev sırasında hastanelerde temel hizmetler haricinde hizmet verilmemişti. Hükümetin bu grevi durdurmak için yasa çıkarması bekleniyordu. Bu, hükümetin daha önce de, özellikle kilit sektörlerde çıkan grevlerde kullanmış olduğu bir taktikti. Nitekim 28 Nisanda beklenen yasa çıktı. Grev hakkı kaldırıldı ve işçilere %15’lik ücret kesintisi içeren bir anlaşma dayatıldı. Üstelik anlaşma 1 Nisandan itibaren geçerli sayılacaktı. Yani işçiler 1 Nisandan itibaren aldıkları fazla ücreti de geri ödeyeceklerdi!
İşçilerin örgütlü olduğu Hastane İşçileri Sendikası (HEU), iyi bir anlaşma yapılana kadar işçilerin işbaşı yapmayacaklarını duyurdu. Hemen ardından, 800 baraj işçisi de destek amacıyla iş bıraktı. Kamu çalışanları 3 Mayısta bir günlük greve gitme kararı aldılar. Ancak Pazartesi beklenmeden 30 Nisan Cuma gününden itibaren grevler başladı. Okul ve belediye hizmetleri durdu. Grevcilerin temel sloganı “genel grev” idi. Vancouver’da 1 Mayıs geleneği olmamasına rağmen, 1 Mayısta 6000 kişi militan bir yürüyüşle sokaklarda boy gösterdi.
3 Mayıs için kitlesel bir grev planlanıyordu. Bu greve HEU üyesi 43 bin sağlık işçisinin ve belediyelerde, okullarda ve üniversitelerde çalışan 70 bin kamu işçisinin yanı sıra, özelleştirilmesi planlanan demiryollarında çalışan, bir çelik fabrikasından gelen ve çeşitli okullarda görev yapan öğretmenlerden oluşan 40 bin kişilik bir işçi kitlesi de katılacaktı. Yani eyaletteki sendikalı işçilerin üçte birinden fazlası greve çıkacaktı. Grev pazartesi sabahı 6’da başlayacaktı. Tüm sağcı basının kalemşorları, işçilere, “fazla ileri gitmeyin” diye uyarılarda bulunuyordu.
Kontrolü kaybetmekten korkan sendika liderleri ile hükümet arasında gizli görüşmeler başladı. Hemen ardından sendika liderleri, işçilerin görüşüne başvurmaksızın 2 Mayıs Pazar günü grevi sona erdirme kararı aldılar. İmzaladıkları anlaşmayla, zaten atılmış olan 6000 işçiye iki yıl içinde 600 işçinin daha eklenmesini onaylamış oldular. Böylece sendika ağaları, yoğun bir çaba sonucu işçileri sattılar ve hükümete 400 bin $ kazandırdılar.
Sendikanın anlaşmayı imzaladığını açıklamasının ardından işçiler genel grev sloganlarıyla sendika bürokrasisini protesto ettiler. İşçiler, %15’lik ücret ve sosyal yardım kesintisi ve daha uzun çalışma saatlerini öngören bu anlaşmayı tam bir satış olarak görüyorlar. Anlaşmanın açıklanmasının ardından, Pazartesi günü pek çok hastanede, okulda, feribot ve vapur iskelesinde, otobüs terminalinde protestolar yapılarak grev gözcüsü hatları tekrar kuruldu. Akşam sendikalarına giden işçiler, sendika yönetimine ateş püskürdüler. Tüm işyerlerinde sendika bürokrasisine yönelik derin bir öfke hakim. Sendika bürokrasisi ise bu öfkenin başka kanallara akmasını engellemek için her türlü yöntemi kullanarak işçileri sakinleştirmeye, anlaşmayı imzalamaktan başka bir seçenekleri olmadığına, yapılmak istenen saldırıyı bu kadarlık bir kayıpla durdurmanın bir “kazanım” olduğuna ikna etmeye çalışıyor.
Grev sendika bürokrasisinin eliyle fiilen sona erdirilmiş durumda. Ancak işçiler bir sonraki patlamaya her an gebe durumdalar. Açıktır ki bu tür patlamalar ancak sınıfın örgütlü bir güce ve devrimci bir önderliğe sahip olduğu durumda doğru yöne kanalize edilebilir ve uzun soluklu bir mücadeleyle gerçek bir kazanıma dönüştürülebilir.
İskoçya
İskoçya’da 24 yerel idari bölgede kreş çalışanları 10 aydır devam eden ücret pazarlıkları tıkandığı için 1 Marttan itibaren süresiz greve çıktılar. Çalışanlar geçtiğimiz 10 ay boyunca 1-2 günlük iş bırakma eylemleri gerçekleştirmişlerdi. Binlerce çalışanın katıldığı grev, çocuklarını kreşlerine bırakamayan ve kendileri ilgilenmek zorunda kalan binlerce işçiyi ve dolayısıyla bu işçilerin çalıştığı işyerlerini de etkiledi. Yerel yetkililer kreş bakıcılarının yaptığı bu eylemi karalamak için ebeveynlere mektuplar gönderirken, kreş çalışanları ebeveynlerin kendilerini desteklediklerini ifade ettiler. Çalışanlar anlaşmanın bölgesel değil ulusal çapta yapılmasında ısrar ediyorlar. Grevin 3. haftasında, kendileri ile anlaşmak isteyen yerel yetkilileri tek ulusal anlaşma istiyoruz diyerek reddeden işçilerin grevi halen devam ediyor. Diğer sendikalar, partiler ve kimi sanatçılar da onların bu mücadelesine destek veriyorlar.
İngiltere
Yaklaşık 100 bin kamu işçisi 13 Nisanda iki günlük greve gitti. Şubat ortasında gerçekleştirilen iki günlük greve de 85 bin kamu işçisi katılmıştı. Böylece İngiltere’de 13 yıldan bu yana gerçekleşen en büyük ikinci eyleme tanık olundu. Greve katılanlar arasında, iş bulma ve sosyal yardım kurumlarından 90 bin işçi, tarihinde ilk kez greve çıkan Ulusal İstatistik Bürosundan 1500 işçi ve 4500 gardiyan da bulunuyordu. Yeni performansa dayalı ücretlendirme sistemi birçok memurun düşük maaş almasına yol açtığı için, işçiler bu dayatmaya karşı çıkıyorlar ve ücretlerinin arttırılmasını istiyorlar. Türkiye’de de kamu çalışanlarına dayatılmak istenen “performansa dayalı ücret sistemi”, dünya kapitalist sisteminin işçi sınıfına eş zamanlı olarak yönelttiği saldırılardan birisi.
Peru
Peru’nun en büyük işçi konfederasyonu olan CGTP, hükümeti protesto etmek üzere 14 Temmuzda genel greve gitme kararı aldığını duyurdu. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini, ücretlerin arttırılmasını ve kamuya daha fazla yatırım yapılmasını isteyen CGTP, 1 milyondan fazla üyeye sahip. CGTP son ulusal ölçekli genel grev çağrısını 2000 Nisanında, Fujimori hükümetini protesto etmek üzere yapmıştı.
Hükümet, geçtiğimiz haftalarda da, madencilerin, güneyli köylülerin, koka yetiştiricilerinin ve sağlık işçilerinin bir dizi greviyle ve protestosuyla karşılaştı.
Arjantin
30 bin kişinin öldürülerek kaybedilmesine yol açan 1976 askeri darbesinin 28. yıldönümü olan 25 Martta, Arjantin’de kitlesel bir gösteri düzenlendi. İşçilerin, öğrencilerin ve politik örgütlerin katıldığı gösteride 10 bin kişi, darbeyi lanetleyerek yürüdü. Arjantin’in üçüncü büyük kenti olan Rosario’da düzenlenen bu mitinge en geniş katılımı bir çelik fabrikasının işçileri sağladılar. Bu fabrikanın işçileri, askeri rejime karşı mücadelede önemli bir rol oynamışlardı ve bu nedenle de pek çok işçi kaçırılmış ve öldürülmüştü.
Konuşmacılar, insan hakları ihlalleri, devlet baskısı ve uygulanan neo-liberal politikalar nedeniyle hükümeti suçladılar. Gösteride, 19-20 Aralık 2001’de Buenos Aires’te yapılan kitlesel gösterilere saldıran asker ve polis tarafından kaybedilen ve öldürülenlerin tam sayısının açıklanması da istendi. Konuşmacılar ayrıca, Irak’taki ABD işgaline, Latin Amerika’daki ABD üslerine ve Venezuela ve Kolombiya’ya ABD müdahalesine de karşı çıktılar.
Kolombiya
Coca-Cola şişeleme fabrikasındaki işçilerin başlattıkları açlık grevi, sendikanın işverenle anlaşmaya vardıklarını açıklamasının ardından 27 Martta sona erdirildi. 276 süren bu açlık grevinin bitirilmesinin ardından Coca-Cola yönetimi, açlık grevine katılan işçilere karşı herhangi bir yaptırım uygulamamayı ve iyileşmeleri için iki haftalık ücret vermeyi kabul etti.
Kolombiya’da sendikacılara ve sendikalı işçilere yönelik tutuklamalar, saldırlar ve katliamlar ise devam ediyor. Mart ve Nisan aylarında, paramiliter gruplar tarafından pek çok sendikacı ve sendika üyesi işçi öldürüldü. Öldürülenler ve saldırıya uğrayanlar arasında sağlık işçileri sendikası ANTHOC’a üye işçiler ve öğretmenler sendikası ASOINCA’un bir yöneticisi de bulunuyor. Ayrıca Coca-Cola işçilerinin örgütlü olduğu SINALTRAINAL sendikasının yöneticileri ve üyeleri de saldırıya uğradılar ve ölüm tehditleri aldılar. Bir yöneticininse yakın akrabaları öldürüldü. 15 Nisanda, posta işçileri sendikası SINTRAEMSIRVA’nın genel sekreteri Carlos Alberto Chicaiza, bir seyahat sırasında öldürüldü.
22 Nisanda petrol işçileri sendikası USO, devlet kuruluşu olan ECOPETROL’ün özelleştirilmesini protesto etmek için grev ilan etti. İşçiler, özelleştirme sonucu işsiz kalma tehlikesiyle yüz yüze bulunuyorlar. Hükümet yaklaşık 5500 işçinin katıldığı grevi yasadışı ilan etti ve polis grevci işçilere karşı anti-terör önlemlerinin uygulanacağını açıkladı. Farklı petrol işletmelerinden 17 grev lideri tutuklanırken, 4 Mayısta sendika başkanının, başkan yardımcısının, genel sekreterinin ve sekreterinin de aralarında olduğu 22 sendikacı ve işçi işten atıldı.
Sektörde örgütlü sendikaların üyesi olduğu uluslararası federasyon ICEM, kendisine bağlı sendikaları Kolombiya hükümetini dünya ölçeğinde protesto etmeye çağırdı. 13 Mayısta ICFTU da aynı çağrıda bulundu. Grev hâlâ devam ediyor.
Yunanistan
Komşumuz Yunanistan’da işçiler, %8’lik ücret artışı ve haftalık çalışma süresinin 1 saat azaltılarak 39 saate indirilmesi talebiyle 1 günlük genel greve gittiler. 2,5 milyon işçi için temel alınacak toplusözleşme pazarlıklarında işçiler patronlara uyarıda bulundular. Yunanistan’ın toplam üretiminin üçte birinin gerçekleştirildiği Atina’da, trenler, feribotlar ve diğer toplu taşıma araçları 24 saatliğine durdu. Grev, Ağustosta yapılacak Olimpiyat oyunları için çalışmaları sürdürülen stadyum, arena, yol ve tren bağlantılarını da vurdu. Olimpiyatlar için hazırlanan 38 tesisten 24’ü tamamlanırken, geri kalan inşaatlardaki işçilerin büyük kısmı greve katılarak müteahhitlere uyguladıkları baskıyı arttırdılar.
* * *
Dilleri, dinleri, kültürleri farklı da olsa, işçilerin dünyanın her yerinde yaşadıkları, hiç de yabancısı olmadığımız bir durum. Tablo hep aynı: Bir tarafta sermaye ve onun devletinin saldırıları, diğer taraftaysa işçi sınıfının hak alma mücadelesi. Ve bu tablo, sınıflar ortadan kaldırılmadığı sürece değişmeyecek.
Yüz elli altı yıl önce söylenen “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” çağrısı bugün de geçerliliğini koruyor. Dünyanın her yerinde, kendisine uydurduğu kılıf ne olursa olsun, devletin burjuva devlet olduğu, demokrasinin sadece burjuvazi için demokrasi anlamına geldiği kapitalist sistemde, işçi sınıfının tek kurtuluş yolu dünyanın diğer yerlerindeki işçi kardeşleriyle birleşerek vereceği sınıf mücadelesinden geçiyor.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Nisan-Mayıs 2004, 14 Mayıs 2004, https://en.marksist.net/node/360
İstanbul Üniversitesinde polis öğrencilere saldırdı
’68 Salt Bir Öğrenci Hareketi miydi?