Öncelikle tüm Marksist Tutum okurlarına merhaba. Ben deri tabakhanelerinde çalışan bir işçiyim. Yaşadığım bir iş kazasını ve iş güvenliği sorununa dair düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sektörün büyük firmalarından birinde çalışıyorum. Çalıştığım yer firmanın az işçi kullandığı ama kapasitesi yüksek fabrikalarından biri. Çalıştığım fabrikanın işçilerinin çoğu önceleri sendikal örgütlenme hatta grev deneyimi yaşamış. İşçilerin çoğunluğu sezonluk sözleşmeli olarak çalıştırıldığı için, potansiyeli olmasına rağmen sendikal örgütlenme yok.
Genel olarak işkolumuzda iş kazaları sıklıkla yaşanıyor. Bu sektörde çalışıp da kopmuş bir kol ya da parmaklar, asitten yanmış bir vücut, mikserde ölmüş ya da ölümden dönmüş bir işçi arkadaşını görmeyen yoktur. Dolayısıyla tüm çalışanların zihninde iş kazaları ile ilgili bir şeyler yer etmiştir.
O gün her zamanki işlerimi yapıyordum. Yoğun çalışma, dinlenememe, yorgunluk, halsizlik... Her şey aynıydı o gün. Fabrika ustalarından biri bana mikserin temizlenmesi gerektiğini, içine girip temizlememi söyledi. Biraz mırın kırın ettikten sonra paşa paşa girdim. Mikser yaklaşık 20-22 tonluk bir makine. İçi geniş yukarı doğru daralan derin bir mağarayı andıran bir alet. “Gün doğdu hep uyandık siperlere dayandık...” diye marş söyleye söyleye indim mikserin en dibine. Kısa bir süre sonra mikser hareket etmeye başladı. İçinin kaygan oluşu ve çıkışın yukarı doğru daralması yüzünden mikserin içinden çıkamadım. Haykırışlarımı kimseler duymadı. Zaten pek mümkün değildi. İlk anda “bu bir şaka olmalı, acaba kim yaptı” diye düşünmüştüm. Yaklaşık 4 dakika boyunca döndü mikser. Makinenin sorumlusunun mikserin döndüğünü fark etmesi üzerine durduruldu. Beni içinden çıkartırlarken iskele ile mikserin arasına düştüm. Mikserin içindeyken bayılmamam büyük bir şanstı. Eğer bayılsaydım, mikser dönerken kendimi koruyamazdım ve kaza ölümle sonuçlanabilirdi. Götürüldüğüm hastane patronun anlaştığı bir hastaneydi. İş kazası olduğuna dair hiçbir kayıt tutulmadı. 3 günlük istirahatın ardından işe başladım. İşyerinde daha önce de bir işçi arkadaş elektrik çarpması sonucu ölmüştü.
İş kazalarının asıl sebebi elbette bu toplumun düzenidir. Yine de bugünden hiç değilse bir ölçüde de olsa iş güvenliğimizi sağlamak ve zararlarımızın tazmini için dikkat edebileceğimiz hususlar var:
1.Çalıştığımız herhangi bir makinenin bakımı veya tamiri için mutlaka makinenin ana şalterini kapatmalıyız. Varsa makinisti çağırmalıyız.
2.Çalıştığımız makinenin çalıştığımız parçayı kapması durumunda parçayı kurtarmaya kesinlikle çalışmamalıyız. Bu yüzden çok insan elini kolunu makineye kaptırdı. Bırakın bizim bedenimize değil patronun cebine zarar gelsin.
3.Çalıştığımız makinenin güvenlik aparatlarının takılı ve çalışabilir durumda olduğunu sık sık kontrol edelim. Genelde işçi arkadaşlar bu aparatları rahat çalışamıyoruz diye çıkartıyorlar. Gördüğümüzde kesinlikle müdahale edelim.
4.İşyerimizde kaza geçiren arkadaşımızı kesinlikle hastaneye yalnız göndermeyelim
5.Hastaneye gittiğimizde kesinlikle bunun bir iş kazası olduğunu söylemeli ve rapor tutulmasını istemeliyiz.
İş güvenliği için mücadele sınıfsal bir mücadeledir!
Bugün iş kazalarının sorumluluğu hep çalışanlara yüklenmektedir. Aslında iş kazaları kapitalizmin işçi sınıfına karşı işlediği bir suçtur. Bu suçun cezasını işçi sınıfı topyekün bir mücadele ile verebilir. Yani işçi sınıfının bulunduğu bütün alanlarda, "içerde, tezgâhta, derste" verilecek bir mücadele şarttır. İş güvenliği için mücadele kapitalizme karşı mücadeleden bağımsız olarak düşünülemez. Yaşadığımız iş kazası, işten çıkarılma, yasalar vb. tüm sorunları sınıfsal temelde ele almamız ve çevremizi bu temelde örgütlememiz gerekiyor. Artık insanlar iş kazalarına o kadar alıştı ki hiçbir tepki vermiyorlar. Ta ki kendisi veya çok sevdiği bir yakınının başına gelene kadar. O da kısa sürede unutulup gidiyor.
Tarih bize kapitalizm varoldukça hep biz işçilerin ezildiğini gösteriyor. Bu her yerde böyle. Mesela emperyalist işgalin devam ettiği Irak’ın göbeğinde kaçırılan işçiler aylardır gündemimizde. Binlerce işçi, emekçi, yaşadığı topraklardan uzaklara ölümü bile göze alarak çalışmaya gidiyor. Onlarca işçi öldürüldü. Bu kardeşlerimizin asıl katili Iraklı direnişçiler değil, hegemonya ve tatlı kârlar için Irak’ı işgal eden ABD emperyalizmi ve Türkiye’de bu insanları işsizliğe mahkûm edip işgal altındaki bir ülkede çalışmak zorunda bırakan egemenlerdir. Sömürü ve zulüm işte böyle her yerde var olduğu için kapitalizme karşı yaşadığımız topraklarla sınırlı kalmayan topyekün bir mücadele vereceğiz. Enternasyonal düzeyde yaratılacak bir politik önderlik sayesinde kalıcı zaferler kazanabiliriz.
Bu köhnemiş düzen gereğinden fazla yaşamıştır!
Bugün o kadar vahşi, pislik bir dünyada yaşıyoruz ki, bunları hazmetmek mümkün değil. Kapitalist sömürücülerin çıkarları için kardeşin kardeşe öldürtüldüğü, kadınların ve çocukların tecavüz ve tacize uğradığı, tatlı çaldığı için çocukların cezaevini boyladığı, insanların cinnet geçirip ailesini öldürdüğü, buna benzer örneklerin hemen her gün yaşandığı bir dünya... Bir yanda üzerlerine giyecek bir şeyleri olmadığı için aileleriyle kavga eden yoksul ailelerin çocukları, diğer yanda milyarlık harçlıklar verilen burjuva çocukları... Bir yanda simitle beslenenler, diğer yanda lüks otellerde üzerine altın tozu serpilerek sunulan çorbalar...
İşte bunun içindir ki bu sistem gereğinden fazla yaşamıştır. Tüm bu yaşananların bedelini ödeteceğimiz günler mutlaka gelecektir. Yeter ki safımızı bilelim. Baskı, dayak, zindan, bizi mücadelemizden alıkoyamaz.
Kapitalist sömürüye ve iş kazalarına son!
Yaşasın işçi sınıfının iktidarı!
link: Tuzla'dan MT okuru bir deri işçisi, İş Güvenliği İçin Mücadele Etmeliyiz, 29 Eylül 2004, https://en.marksist.net/node/347
Sosyal güvenlik saldırısı
Altı Trilyon Bana çıksa!