Teknolojinin gelişmesi ile birlikte, üretilen ürünlerin daha kaliteli olması, bununla birlikte de daha uzun ömürlü olarak kullanılabilmeleri umulur. Ne var ki, kapitalistlerin piyasaya sürdüğü ürünlerin durumu bu beklentinin ne denli naif olduğunu ortaya koyar.
Garanti süresi henüz yeni dolmuş olmasına rağmen çürüğe çıkan çamaşır makineleri, buzdolapları, televizyonlar; sapasağlam görünüyor olmasına rağmen birdenbire çalışmamaya başlayan ve tamirat, parça değişikliği bedeli yenisinin fiyatından daha fazla olan yazıcılar; sürekli yapılan güncellemelerin ardından iki yılın sonunda artık yeni çıkan hiçbir programı düzgün çalıştıramadığı için ıskartaya ayrılan “akıllı” telefonlar; ilk giyişte kaçan çoraplar; bir yıl bile dayanmayan ayakkabılar... Tüm bunlar hiçkimsenin sakınamadığı “yaşamın acı gerçekleri”dir.
Bütün bunlar elbette tesadüfî değildir. Çünkü kapitalist üretim genelleşmiş meta üretimidir ve kapitalistler bu metaları bir tek motivasyonla üretirler; daha fazla kâr elde etmek ve böylece sermayelerini büyütmek için. Dolayısıyla onların amacı insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere daha uzun süreler boyunca kullanılacak daha kaliteli ürünler üretmek değildir. Onlar sermayelerini büyütecek ve bu büyümeyi sürekli kılacak üretim stratejilerine ve taktiklerine yoğunlaşırlar. Bunun sonucunda da daha kaliteli ve uzun süreli kullanılabilecek ürünler üretmek yerine, ürünlerini satın alanların onlara kısa süre sonra yeniden müşteri olmalarını sağlayacak şekilde bir üretimi yeğlerler. Kapitalizmi ayakta tutan seri imalatın sürdürülebilmesi kitlesel tüketimin sürekliliğine bağlıdır. Bu yüzden ürünler daha uzun süreler kullanılabilecekken belirli ve ayarlanmış bir kullanım ömrünün ardından işlevlerini yitirecek biçimde üretilirler. Bu durum kapitalistlerin bilinçli bir seçimini ifade eder ve “planlı eskitme” adıyla bilinir.[*]
Tüketime konu olan neredeyse tüm metaların tasarımında 1920’lerden bu yana giderek artan biçimde “planlı eskitme”nin çeşitli yöntemleri kullanılır. Bunu hayata geçiren endüstriyel tasarımcılar eskitme yöntemlerini ürünleri tasarlarken sistematik olarak uygularlar. Örneğin teknik ya da fonksiyonel eskitme olarak anılan yöntemde, ürünün tasarlanan ömrünü tamamlamasının ardından tekrar kullanılması için yapılacak tamirat maliyetinin yenisini alma ile neredeyse denk olması sağlanır. Yedek parça, tamir ve bakım hizmetlerinin ücretlerinin yüksek tutulması ile ürün sahibi elindekini tamir ettirmek yerine yeni ürün almaya yönlendirilir.
Sistematik eskitme ise periyodik olarak ürünlerin daha üst versiyonlarının üretilmesi ve yeni ürünün eskisine olan üstünlüklerinin vurgulanması ile yapılır. Bu durumda belirli bir dönemde kullanılamaz hale gelen bir ürün söz konusu değildir. Ama uzun süre kullanılabilmekle beraber gelişen ihtiyaçları karşılamaktan bilinçli olarak yoksun kalacak şekilde tasarlanmış ürünler yüzünden yeni ürünler satın almaya zorlanırsınız. Özellikle teknoloji geliştiren firmalar uzun dönemde piyasaya sürecekleri ürünleri önceden tasarlamakta ve en düşük özellikliden başlayarak belirli periyodlarla piyasaya kademe kademe yeni versiyonlarını sürmektedirler. Böylece piyasaya sürülen her yeni ürünle birlikte bir önceki ürün daha vasıfsız, yeni ihtiyaçları karşılamaktan daha yoksun ve daha demode hale gelmektedir. Örneğin bilgisayarınızda kullandığınız yazılımları sürekli olarak değiştirmek zorunda kalmanız bu eskitme yöntemine maruz kalmanız ile ilgilidir.
Stil eskitmesi olarak adlandırılan yöntemde ise ürün tasarımı sürekli olarak yenilenir. Otomobillerin kasalarını kısa aralıklarla yenileyen otomotiv üreticilerinin yaptığı uygulamalar bu yöntemin en çok bilinen örnekleridir. Ya da tekstil sektöründe her yıl değişen “moda” ile ürünler daha yıpranmaya fırsat bulmadan gardropların diplerine atılırlar. Ürünün çalışması için ekstra bir başka ürüne ihtiyaç duyduğu durumlarda ise tüketerek eskitme yöntemi kullanılır. Örneğin bilgisayar yazıcılarının kartuşları tükendiğinde, kartuş fiyatları yüzünden eskisi sapasağlam durduğu halde yeni bir yazıcı almak daha “makûl” olabilir.
Planlı eskitmenin etkileri de çok boyutludur ve sadece satın alınan ürünlerin kalitesizliğinin yarattığı sorunla sınırlı değildir. Bu ürünlerin sürekli olarak satın alınması için yürütülen reklâm ve propaganda kampanyalarının toplum üzerinde çok yönlü etkileri vardır. Planlı eskitmenin işleyebilmesi için kapitalistler tarafından üretilen yaygın propagandalar insanların psikolojilerini de yaşam biçimlerini de belirler. Kapitalizmin ihtiyacı olan ama toplum için akılcı olmayan bir tüketim anlayışı herkesi esir alır. Kafalarını tüketmeye takmış insanlar, burjuva medyanın bombardımanı altında, mutluluğu ve özgürlüğü, daha fazla ürünü satın alarak, ürünlerin en son modellerine sahip olarak elde edecekleri şeyler olarak algılar. Emekçiler, kapitalizmin ihtiyaç olarak benimsettiği ürünleri satın alarak tüketmek için, ömürlerini tüketir hale gelir. ABD’li bir analistin dile getirdikleri tüm sistem için bir normdur artık: “Müthiş verimli ekonomimiz, tüketimi hayat biçimimiz haline getirmemizi, alışverişi ve tüketimi kutsal törenlere dönüştürmemizi, ruhsal tatmini ve ego tatminini tüketimde aramamızı talep ediyor. Etrafımızdaki şeylerin giderek artan bir hızla tüketilmesine, yerine yenilerinin konmasına ve çöpe atılmasına ihtiyacımız var.”
Planlı eskitmenin tarihi
Birinci emperyalist paylaşım savaşından sonraki dönemde, ardı ardına yaşanan buhranların ekonomiyi çökme noktasına getirmesi, kapitalistleri ekonomik alanda yapısal dönüşümleri gerçekleştirmeye yöneltmişti. Ekonominin çarkları dönmüyor, işsizlik inanılmaz düzeylerde seyrediyordu. Gerçeklere takla attırıp kafaları karıştırma konusunda mahir burjuva ideologların “talep yetersizliğine” bağladıkları, ama kapitalizmin döngüsel bütün büyük ekonomik krizlerinde olduğu gibi bir aşırı üretim krizi olan 1929 buhranı ile birlikte çözüm arayışları hız kazandı. “Eksik talebi” ortadan kaldırabilmek için kamusal ve bireysel harcamaları arttıracak politikalar uygulanmaya başlandı.
Planlı eskitmeye dair radikal bir öneri, Bernard London tarafından 1929 Büyük Buhranından sonra ortaya atıldı; ama uygulanmadı. London, ekonominin sürdürülebilir olması için her ürünün ömrünün kanunen belirlenmesini öneriyordu. Böylece insanlar sürekli satın almaya teşvik edilecek, “eksik talep” sorunu olmayacaktı. Ekonominin çarklarının dönmesi talebin artması ile birlikte sağlanınca istihdam sorunu da ortadan kalkacaktı. Bu öneri London’un dile getirdiği gibi yasalar zoruyla hayata geçirilemeyecekti belki ama burjuvalar ilerleyen yıllar boyunca yasalardan daha etkili yollarla bunun gerçekleşmesini sağlayacaklardı. London’a ilham veren çalışmalardan en önemlisi bir ampul kartelinin 1920’lerin başından beri sürdürdüğü çalışmalardı.
Bugün, ABD’de bir itfaiye merkezinde bulunan bir ampulün 1902 yılından bu yana kullanıyor olduğunu duyan herkes haklı olarak şaşırır. Sonuçta, teknolojinin bunca ilerlemesinden sonra bile birkaç yıl çalışandan daha kaliteli ampul bulması imkânsız insanlar için, 110 yıldan fazla süredir çalışan bir ampulün varlığına inanmak güçtür. Oysa bu durum bütünüyle gerçektir. Kabullenmesi ne denli güç olursa olsun 100 yıl önce üretilen ampuller bugünkülerden çok daha dayanıklıdır. Çünkü 20. yüzyılın başlarında üretilen ampullerin kullanım ömrü 2500 saat civarında iken, aralarında Philips’in de bulunduğu çokuluslu şirketler bir araya gelerek bir kartel oluşturmuş ve ampulün kullanım ömrünü kısaltmak için uzun süreli bir faaliyete girişmişlerdir. Phoebus Karteli denen bu oluşum kademeli olarak ampullerin ömrünü kısaltarak 1940 yılında, hedefledikleri süre olan 1000 saate düşürmüştür.
Yani, Edison’un piyasaya sürdüğü ilk ampullerin bile ömürleri 1500 saat civarında iken, kapitalizmin akıldışı sisteminin gerekleri yüzünden, mühendisler yememiş içmemiş daha kalitesiz bir ampulü nasıl üretiriz diye uğraşıp durmuşlar ve 1000 saatte çalışamaz hale gelen ampulleri insanlığa kazandırmışlardır! Bugün 100 bin saat çalışabilecek ampullerin patentleri büyük şirketlerin kasalarında saklı durmaktadır. Ama bizler sistemin selameti için 1000 saatlik ampulleri kullanmaya mahkûm ediliriz. Aslında bir tek bu örnek bile kapitalist üretimin insanlık için ne denli akıldışı hale geldiğini gayet iyi anlatır.
Planlı eskitme uygulamalarının sistematik hale getirilmeye çalışıldığı yıllardan bir çarpıcı örnek de ilk naylon çorapların başına gelenlerdir. Dupont firması 1950’lerin başında ilk naylon çorapları üretip piyasaya sürdüğünde bu çoraplar kadınlar tarafından çok beğenilir. Çünkü bu naylon çoraplar o kadar sağlamdır ki bir kadın bir çorabı ömür boyu giyebilir! Sağlamlığını göstermek için üreticiler reklâmlarında bu çorapları arabaları çekmek için kullanırlar. Ama Dupont naylon çorabı piyasaya sürdükten sonra sağlamlığı ve uzun ömrü nedeniyle kazancının sınırlandığını anlayınca ampullerin başına gelenler naylon çorabın da başına gelmeye başlar. Firma, mühendislerinden çorabı daha kısa sürede işe yaramaz hale gelecek şekilde yeniden tasarlamalarını ister. Mühendisler tasarımı değiştirirler ve firma çabucak kaçan çoraplar üretmeye başlar.
Bu örnekler özellikle 1950’li yıllardan itibaren yaygınlaşır ve sistematik hale gelir. Metalar hiçbir zaman, class=apple-converted-space> “döngüsel tüketimin” devam etmesi için dayanabilecek olandan daha uzun ömürlü üretilmez. Kapitalist ekonominin çarklarının dönmesi için her şeyin belli bir zaman dilimi içerisinde bozulması gerekir. Bugün bu durumun en ileri örnekleri ile karşı karşıyayız. Elektronik cihazlar bir yazılımla belirli bir süre çalıştıktan sonra devre dışı bırakılabiliyorlar. Yazıcılar 18000 adet çıktı aldıktan sonra işlev görmesini engelleyen bir çiple birlikte piyasaya sürülüyor ve bu sayıyı geçtikten sonra sapasağlam yazıcıyı kullanamıyorsunuz artık.
Bunların örnekleri sayısız çokluktadır ve kapitalistlerin sözcüleri bu durumu normalleştirmeye, “akılcılaştırmaya” çalışırlar. Onlara göre birkaç yılda bir otomobilleri değiştirmek, buzdolaplarını, çamaşır makinelerini, elektrik süpürgelerini yenilemek yerinde bir davranıştır. Çünkü yenilenen teknolojilerle birlikte ihtiyaçlarımız da değişir! Bunun için evde tıkır tıkır çalışan ama nedense görünümü bize artık eski gelmeye başlayan elektrik süpürgesinden kurtulup birkaç farklı özelliğe sahip olan yenisini alarak buna uyum sağlamamız gerekir. Üstelik onlara göre, ürünlerin daha çok satılmasını sağlayan her yöntem yeni istihdam olanakları da yaratacağı için “toplumsal refahı” da arttıracaktır! Bu yüzden insanların yeni ürünleri satın alması için kışkırtılması mubahtır!
Ortaya çıkan durum her yanıyla akıldışıdır. Bir tarafta işçilerin suyunun çıkarılması pahasına ortaya çıkarılmış eskitilmesi planlanmış ürünler, diğer tarafta eskitildiği için çöp haline gelmiş süresi dolmuş ürünler. Yani her yönüyle israf! Kapitalizmin “döngüsel tüketimi” sürdürme ihtiyacının aptalca sonuçları! Peki, modası geçmiş ya da süresi dolmuş ürünler çöp haline geldiğinde bu çöplere ne olur? Örneğin birkaç yılda ıskartaya çıkan bilgisayarlar, cep telefonları, kullanım dışı kalmış türlü elektronik aletlerden oluşan devasa çöp yığınları nereye giderler?
Elbette buharlaşıp yok olmazlar. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bu çöpler genellikle dünyanın çeşitli yoksul bölgelerine gönderilirler. Bu ülkeler oraları çöplüğe çevirerek bu dertten kurtuluverirler. Meselâ bilgisayar parçaları ve elektronik devrelerin atıklarının çok büyük kısmı Gana’ya ikinci el ürün diye “ihraç” edilir. Ancak kullanılamaz durumdaki bu ikinci el ürünler atıldıkları yerleri çöp dağlarına çevirerek tam anlamıyla bir doğa tahribatına neden olurlar. Gana’nın birçok bölgesinde nehir yatakları gibi doğal alanlar bu çöpler yüzünden geri dönülemez biçimde yıkıma uğramıştır. O bölgelerde yaşayan insanların geçimlerini sağladıkları balıkçılık benzeri faaliyetler de ortadan kalktığı için insanlar daha da yoksullaşmışlardır. Unutmamak gerekir ki bu ürünler tüketildikten sonra da devam eden insana ve çevreye yönelik tahribat aslında daha fazlasıyla bunların üretilmesi sırasında başlamaktadır. Yani aslında kapitalizmin bekası için, insanların ortaklaştırılmış kararlarıyla ve onların gerçek ihtiyaçları göz önüne alınarak üretilmemiş olan ürünler yüzünden üretimin ve tüketimin her aşamasında insanlar ve doğa tahrip edilmektedir.
Planlı eskitme türü yöntemlerin yarattığı bu sonuçları düşündüğümüzde kapitalizmin neden tarihin çöp sepetine fırlatılıp atılmasının zamanının gelip de geçtiğine dair uzun boylu sözler etmeye gerek kalmaz. Üretimi ancak insanın ve doğanın yıkımı pahasına sürdürebilen bu sistem artık her yönüyle çürümüştür. Oysa gelinen noktada üretim faaliyetinin hiç de bugün olduğu gibi akıldışı biçimde sürdürülmesi gerekmez. İşçi sınıfının üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyeti kaldırıp onları kendi devletinin mülkiyeti haline getirmesiyle başlayacak bir süreçte, üretim işçi sınıfının yönetiminde planlı hale getirilebilir. Bu plan tüm üreticilerin inisiyatifiyle oluşacağı için kapitalizmde olduğu gibi kör bir tüketim iştahıyla da sakatlanmayacaktır. İnsanlığın kapitalizm tarafından doludizgin sürüklendiği uçurumdan kurtulmasının tek yolu da budur. Bu yüzden kapitalizm insanlığı yok etmeden kapitalizm yok edilmelidir.
[*] “Planlı eskitme”yi konu alan “The Light Bulb Conspiracy” (Ampul Komplosu) adı belgeselde bu durum çarpıcı biçimde ortaya koyulmaktadır.
link: Selim Fuat, Planlı Eskitme, Nisan 2014, https://en.marksist.net/node/3435
Ermeni Soykırımının Kurbanları Katliamın 99. Yılında Anıldı
TC’nin Sahte Laikliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı