AKP hükümeti, iktidara geldiği günden bu yana, işveren örgütlerinin talepleri doğrultusunda pek çok fiili ve yasal düzenlemeyi aksatmaksızın hayata geçiriyor. Sendikalar Kanunu ile Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanununu değiştiren AKP, Ulusal İstihdam Stratejisi adı altındaki bir saldırı programıyla da özel istihdam bürolarını yaygınlaştırmayı, kıdem tazminatını bir fona devrederek yok etmeyi gündeminde tutuyor. Taşeronluk sistemini daha da yaygınlaştırmanın hazırlığını yapıyor. Tüm işçiler için iş güvencesini yok etmek isteyen ve kamu emekçilerinin haklarına yönelik olarak da pek çok saldırı gerçekleştiren AKP hükümeti, şimdilerde Devlet Memurları Kanunu’nu değiştirerek bu alanda geniş çaplı bir operasyona girişmiş bulunuyor.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun artık her yerinden su aldığını ileri süren hükümet, kamu personel sisteminde arzuladığı değişiklikleri Haziran ayına kadar tamamlamayı planlıyor. Ajandasını hem özel sektörde hem de kamu sektöründe sömürünün önünü daha da açmak ve kısa zamanda her iki sektörde işten atmayı daha da kolay hale getirmek üzere planlayan AKP, milyonlarca kamu çalışanının ve onların bağlı bulundukları sendikaların taleplerini yine yok sayıyor.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesi, 2011’den bu yana hükümetin gündeminde bulunuyor. Hükümet, yapacağı değişikliklerle kamuda esnek çalışmayı ve performansa dayalı istihdam uygulamasını yaygınlaştırmak ve kalıcı hale getirmek, memur statüsünde çalışan işçilerin kolaylıkla işten atılmasına hizmet edecek düzenlemeleri bir an önce yapmak istiyor. Seçim döneminde milyonlarca kamu emekçisinin hafızasında 657’nin değiştirilmesi ile yer etmek istemeyen AKP hükümeti, önümüzdeki seçimlere gerekli yasal düzenlemeleri yapmış ve kamu emekçilerinin öfkesini soğutmuş olarak girmek istiyor. Tam da bu nedenle, AKP hükümeti güçlü bir kadro ile konu üzerinde çok yönlü bir çalışma yürütüyor.
Devlet Personel Başkanlığı’nın geçtiğimiz aylarda Abant’ta düzenlediği “Kamu Personel Sisteminin Sorunları, Çözüm Önerileri ve 2023 Vizyonu Çalıştayı” devletin 657 sayılı kanun ve kamu emekçileri konusundaki tutumunu netlikle ortaya koymaktadır. Hükümet, özel sektörle birlikte devletin ayağındaki “prangaları” da çözmek istediğini bu çalıştayda açıkça ilan etti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Devlet Personel Başkanı Mehmet Ali Kumbuzoğlu ve Bolu Valisinin yanı sıra çalıştaya pek çok üst düzey bürokrat çağrıldı. KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu da çalıştayda hazır bulundular. Sözde sosyal taraflar arasında diyalog yoluyla kamu personel rejimini değiştireceğini iddia eden AKP, bu çalıştayda sendika genel başkanlarının ortaya koyduğu taleplere kulak tıkadı. “Üretken ve verimli kamu çalışanı kimliğini oluşturmak en önemli görevimizdir” diyen Kumbuzoğlu ve Çelik, iki günlük çalıştay boyunca milyonlarca kamu işçisinin sorunlarının nasıl çözüleceği üzerine tek kelime etmediler.
Faruk Çelik çalıştayda yaptığı konuşmada kamu çalışanlarını şu sözlerle tehdit ediyordu: “Kamuda memur, sözleşmeli personel, geçici personel, işçi, geçici işçi gibi değişik ad ve statülerde personellerin istihdam edildiğini biliyoruz. Ücret unsurları bile sayılamayacak unsura ulaştı. Dağınık ve savruk bir mevzuat var. Devlet bütçesinin yaklaşık 3’te 1’i personel giderine ayrılıyor. (…) Niceliği değil, niteliği esas almalıyız. Türkiye’nin gelecek 50 yılına damga vuracak personel sistemini sosyal taraflarla diyalog çerçevesinde hayata geçireceğiz. İş güvencesi tabii ki kamu çalışanları için önemli. Verimlilik içeriyorsa, iş güvencesinin anlamı vardır. Verimliliği göremiyorsanız buna karşı önlem alınmalıdır. İş güvenliği verimlilikle birlikte ele alınmalı, masada tartışılmalıdır. Bu çalıştayda herkes kendi gerçeklerini söylüyor. Biz de söyleyeceğiz. Bu sistem yürümüyor. İhtiyaçlara cevap vermiyor.”
Bakanın bu sözleri kamu emekçilerine karşı alınan sınıfsal tavrı açıkça dışa vurmaktadır. Bir kere, kamu emekçilerini “statülerle” ve “farklı mevzuatlarla” bölüp parçalayan devletin ve hükümetin kendisidir. Emekçileri bunun suçlusu ilan etmek ikiyüzlülüktür. İş güvencesini ortadan kaldıran, kamu emekçilerini geçici ve sözleşmeli çalışmaya zorlayan, bu emekçileri 657 kapsamına almayan hükümetin kendisidir. Bu nedenle 657’nin yıprandığını iddia ederek kamu emekçilerinin elde ettikleri kazanımları ortadan kaldırmak tam bir ikiyüzlülük ve emekçi düşmanlığıdır. Türkiye’de 3 milyonun üzerinde kamu çalışanı var. Tıpkı Bakan’ın söylediği gibi kamu çalışanları kendi içlerinde “kadrolu memur”, “sözleşmeli personel”, “geçici işçi” ve “sürekli işçi” olarak ayrıştırılıyorlar ve farklı mevzuatlara göre istihdam ediliyorlar. Ortada bir karmaşa olduğu doğrudur. Ancak bu karmaşanın bedelini kamu emekçileri ödemektedir. Hükümet, tüm kamu emekçilerinin standartlarını eşitlemek ve karmaşayı ortadan kaldırmak istiyor. Ancak bu standartları iyileştirip düzeltmeyi değil daha da aşağı çekerek eşitlemeyi arzuluyor.
Türkiye’de kamu personeli sayısının çok fazla olduğunu ve sayının fazlalığına rağmen verimin az olduğunu ileri süren AKP açıkça yalan söylüyor. 63 milyon nüfusa sahip İngiltere’de 6 milyon kamu çalışanı bulunuyor. 75 milyon nüfuslu Türkiye’de ise bu rakam İngiltere’deki rakamın yarısı kadar. Üstelik bu rakamın azımsanmayacak bir kısmı, sözleşmeli ve geçici olduğu için iş güvencesi olmayan işçilerden oluşuyor. Türkiye’de 2012 yılına ilişkin kamu çalışanı sayıları şöyle:
Kadrolu personel: 2.435.169
Sözleşmeli personel: 170.686
Sürekli işçi: 351.448
Geçici işçi: 19.673
Geçici personel: 21.946
Diğer: 112.738
Toplam: 3.111.660
Hükümet, yeni düzenlemelerle hem mevzuatı sadeleştireceğini hem de kamu çalışanlarının verimini arttırarak vatandaşların aldığı hizmeti daha kaliteli hale getireceğini iddia ediyor. Yani az ve ucuz işçiyle çok iş yapmayı hedefliyor. Kamu emekçilerinin haklarını ellerinden almayı ve iş yüklerini arttırmayı planlıyor. Hükümetin derdi gerçekten kamu hizmetinde verimi arttırmak olsaydı, her kademede bürokrasiyi azaltmakla işe başlayabilirdi. Ama belli ki hükümetin gerçek niyeti halka sunulan hizmet kalitesini arttırmak değildir. AKP’nin yıllardır ortaya koyduğu pratik, asıl amacının çok daha başka olduğunu gösteriyor. Görünen köy kılavuz istemiyor. Birkaç yıl önce hayata geçirilen norm kadro uygulaması, on binlerce kamu işçisinin yaşamını çekilmez kıldı. Çok sayıda kamu emekçisi, çalıştığı yerden ayrılmaya, evinden onlarca kilometre uzak bölgelerde çalışmaya zorlandı. Atanmak istediği bölgeye atanmadı. Hastanelerde yeterli personel olmadığı için sağlık çalışanlarının ve hastaların çektiği eziyet, bu topraklarda yaşayan herkesin malûmu. “Tasarruf” gerekçesiyle sağlık kuruluşlarında doktor ve hemşire sayısı azaltıldı. Doktorlar hastaya bakmak dışında pek çok evrak işi yapıyorlar. Az doktorla çok iş yapılıyor. Hasta başına muayene süresi kısalıyor, hastalığa dönük teşhis geçiştiriliyor. E-devlet uygulamasına geçmekle övünen hükümet, personel azlığı nedeniyle hastanın hastaneden randevu alma süresinin ne kadar uzadığından bahsetmiyor. 4+4+4 uygulaması ile eğitim emekçilerinin de, küçücük çocukların da, velilerin de sıkıntıları kat be kat arttı. Okullarda öğretmen yetersizliği olmasına rağmen ataması yapılmayan on binlerce öğretmen var. Öğretmenler daha fazla derse girmeye, herhangi bir ek mesai ücreti almadan ekstra işler yapmaya zorlanıyorlar. Kamu çalışanları, bu sıkıntılarının giderilmesini, 657 sayılı kanunun kendi lehlerine düzeltilmesini beklerken ciddi saldırılarla karşı karşıya kaldılar. Yani AKP, yine bildiğinden şaşmadı.
Kamu emekçileri ve bağlı oldukları sendikalar hükümetin uygulamalarından rahatsızlıklarını sık sık ifade ediyorlar. Hükümetin “kamu görevlisi” ve “kamu işçisi” şeklinde bir ayrıma gitmek istediğini vurguluyorlar. Buna göre hükümet, devletin yönetici düzeyindeki bürokratlarını, polisleri ve bunun gibi “görevlileri” pek çok ayrıcalıkla donatacak, bunun dışında kalan ve genel olarak memur diye adlandırılsa da aslında işçi olan kesimleri ise iş güvencesinden yoksun hale getirecek. Hükümetin bu uygulaması aslında zaten var olan bir durumu altını çizerek belirginleştirmekten başka bir şey değildir.
KESK Genel Başkanı Lami Özgen, hükümetin söz konusu çalıştayda ortaya koyduğu tutumu şu sözlerle eleştirdi: “Vatandaş yerine müşteri, kamu binası yerine ticarethane mantığının egemen kılınmasıyla kamu hizmeti, iş ahlâkı yıkılmak istenmektedir. Kamuda esnek çalışma ve bireysel performansa dayalı istihdam biçimlerinin uygulanmak istendiği, bununla doğrudan bağlantılı olarak kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılması için hazırlıklar yapıldığı artık sır olmaktan çıkmıştır. Kamu emekçilerinin istihdam biçimlerinde her geçen gün güvencesizliği dayatan çalıştırma statülerinde istihdam edilenlerin sayısı katlanarak artmaktadır. Kamu emekçileri için de kazanılmış en önemli hakların başında iş güvenliğinin tehdit altında olduğunu görüyoruz. Memurun işine son vermek için idareye oldukça geniş yetkiler verilirken, gerçek bir iş güvencesinden bahsetmek mümkün değildir.”
Çalıştayda yeni anayasa hazırlığı sürecinde kamu emekçilerinin yok sayıldığını ifade eden Özgen, uzun yıllardır kamu emekçilerinin özlük haklarında, ekonomik ve sosyal haklarında sürekli bir geriye gidişin olduğunu hatırlattı. Özgen, oluşturulmak istenen kamu personel rejiminin kuralsızlık ve güvencesizliği arttırmaktan başka bir şeye yaramayacağını, kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesini bile ortadan kaldıracağını, bunu hedefleyen girişimlerin kendileri için grev sebebi olacağını açıkladı. Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da çalıştayda kamu emekçilerinin sıkıntılarına değindi. Kamudaki terfi ve atamaların idarecinin keyfine göre yapıldığını dile getirdi. Kamudaki istihdamın geldiği aşamayı aktardı: “Kamuya 400 bine yakın sözleşmeli eleman alınmıştır. Kamudaki taşeron şirketlerde çalışan eleman sayısı 20 binden 500 bine dayanmıştır. Çağrı usulüne göre kısmi zamanlı, geçici, esnek istihdam modelleri dayatılmakta, kayıt dışı istihdam hızla artmaktadır.” Koncuk da tıpkı Özgen gibi iş güvencesinin kendileri için hassas bir konu olduğunu vurguladı: “İş güvencesini almak gibi bir keyfiyet yüzde kaç oy alırsanız alın hakkınız değildir. Bunun hesabını kamu çalışanları sizden sorar ve burnunuzdan fitil fitil getirir.”
Elbette kamu sendikalarından gelen bu tepkiler haklıdır ve önemlidir. Elbette saldırılar ciddi saldırılardır ve bu saldırılara aynı ciddiyetle karşılık vermek gerekir. Ancak her mücadelede olduğu gibi bu mücadelede de itiraz noktalarını doğru belirlemek, örgütlülük ve hazırlık belirleyici olacaktır. Farklı mevzuatlar nedeniyle suni ayrımlara maruz kalan kamu emekçilerinin mücadelesi, 657’yi korumaya yönelik, sınırlı bir bakış açısıyla büyütülemez. Bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Kamu emekçileri, yani “memurlar” aslında işçi sınıfının bir parçasıdır, işçidir. Kamu emekçileri kendilerini işçi olarak görüp adlandırmaktan rahatsız olmamalıdır.
Sınıfın geri kalan kesimleriyle bütünleşmeyen, 657’yi koruma ile sınırlı bir bakış açısı ve mücadele anlamlı sonuçlar vermeyecektir. Kamu emekçileri ancak diğer sınıf kardeşleri ile birleşerek, aynı sendika altında örgütlenerek, mücadeleyi ortaklaştırarak yol alabilirler. “Memuruz, 657’liyiz” diyerek iş güvencesi talep etmek yetmez. İşçi sınıfının ortak mücadele bayrağı altında bir araya gelmek esastır. Ancak kamu emekçilerinin ve sendikalarının böyle doğru bir bakış açısı taşıdıklarını söylemek ne yazık ki mümkün değildir.
Kamu sendikaları, grev hakkı için, idarecilerin baskılarına son vermek için, yeni işçi alımı yapılmamasının neden olduğu iş yükünü reddetmek için, her işyerine kreş hakkı için ve saldırılara dur demek için, kamu emekçilerini işçi sınıfının diğer kesimleriyle birlikte mücadeleyi yükseltmek üzere harekete geçirmelidir. Kamu emekçileri “devlet memuru” değil, işçi sınıfının neferleridir. Bu bilinçle donanan ve buna uygun biçimde örgütlenen kamu emekçileri, işçi sınıfının mücadelesine ivme ve güç katacaktır.
link: Ezgi Şanlı, Kamu Emekçilerine 657 Saldırısı , Mayıs 2013, https://en.marksist.net/node/3249
Havada Direniş Var!
Thatcher’ın Ardından