Avusturya Sağlık Bakanlığı, nüfusu 8 milyonu bile bulmayan bu küçük Avrupa ülkesinde yaklaşık 34.000 civarında kronik uyuşturucu bağımlısı olduğunu açıkladı. Konuyla ilgili olarak radyo-televizyon kurumu ORF’nin internet sitesinde çıkan habere göre, 2011 yılında 177 kişi otopsi raporlarıyla da tasdik edildiği üzere aşırı dozda uyuşturucu kullanımı yüzünden hayatını kaybetti. Otopsi yapılmayan 24 vakanın ise çok büyük ihtimalle aşırı dozda uyuşturucuyla ilgili olduğu ifade ediliyor. Ölüm vakalarında dikkati çeken ortak nokta, bağımlıların uyuşturucu maddelere ilaveten yatıştırıcı ilaçlar ve alkol de almış olmaları.
Burjuva devlet kurumlarının itiraf etmek zorunda kaldıkları en iyimser rakamlarla bile bu “refah ve bolluk” ülkesinde yaklaşık her 220 insandan biri uyuşturucu bağımlısı. Nüfusun yaşı gereği henüz uyuşturucu kullanması mümkün olmayan kesimi (bebekler, küçük çocuklar vs.) bir kenara bırakıldığı takdirde bu oran daha da büyüyor. Sadece alkol bağımlısı veya alkol alma alışkanlığı olan geniş bir kitleyi de bu tablonun içine soktuğumuzda, ortaya çıkan manzara, mutsuz, huzursuz, depresif, kaygılı ve sıkıntılı bir insan yığınından ibaret. Gelin tablonun adını da koyuverelim: Çürüyen kapitalizm!
İstatistik verilerine göre bu uyuşturucu bağımlısı kitlenin %64’ü akut sağlık problemleriyle boğuşuyor. Örneğin %25’inde hepatit C, %19’unda diş sağlığı sorunları ve %14’ünde psikiyatrik sorunlar tespit edilmiş. Sağlık Bakanlığınının uyuşturucu maddelerle ilgili biriminde koordinatör olarak görev yapan Johanna Schopper’in beyanına göre, ölüm vakalarından birinde yeni bir sentetik uyuşturucu olan “Methylethcathinon” kullanılmış. Uyuşturucu bağımlılarının en çok tercih ettiği “malların” başında cannabis, ecstasy, kokain ve amfetamin geliyor. Hiçbir politik fikri, bilinci ve perspektifi olmayan, edilgen, pasif, mutsuz ve bunalımlı gençlik gruplarının kendi aralarında düzenlediği “eğlence” partilerinde alkol ve sigara tüketiminin yanında uyuşturucu maddeler de giderek artan yoğunlukta kullanılıyor.
Araştırmanın ortaya koyduğu diğer rakamlar, olayın bir başka dramatik boyutunu gözler önüne seriyor. Buna göre Avusturya’ da 15 yaşındaki öğrencilerin %3’ü bir yıl içinde en az 1 kere (sürekli olmayan kullanıcılar), %4’ü 2 kere (deneyimliler), %4’ü 3 ilâ 39 kere arasında (düzenli kullanıcılar) ve %2’si 39 kereden daha fazla (ağır kullanıcılar) uyuşturucu kullanmış. Bu maddeleri temin edip kuytu yerlerde gençlere pazarlayan ve çoğunluğunu Afrikalı mültecilerin oluşturduğu zehir tacirlerinden her hafta birkaçını yakalayıp kodese tıkarak uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele ediyormuş pozlarına giren burjuva devleti için bu illet yüzünden hayatını yitiren insanların sayısı “istatistiksel veri” olmak dışında bir şey ifade etmiyor. Kapitalizm kendi dayattığı yaşam tarzına ve hastalıklı bünyesinde barındırdığı çürümeye tahammül edemeyen gençlik kesimlerini ve emekçi kitleleri alkol ve bağımlılık maddeleriyle uyuşturup evcilleştirmeye, onları üç maymunu oynayan zararsız yaratıklar haline getirmeye çalışıyor. Yoksul, işsiz ve geleceksiz mültecileri de iğrenç planları için kullanmakta sakınca görmüyor. Aldığı ücretle insanca bir yaşam sürdüremeyen, işyerindeki psikolojik teröre ve ağır sömürü koşullarına katlanamayan, her an işini yitirme korkusuyla yaşayan veya hiç işi olmayan, ekonomik sorunlardan kaynaklı aile içi şiddet ve huzursuzluklardan bunalıma giren emekçilere burjuvazinin takdim edebileceği “her derde deva” tek sihirli ilaç alkol ve uyuşturucu.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde de manzara Avusturya’dan hiç farklı değil. Gelişmişlik derecesi ne olursa olsun tüm AB ülkelerinde, kapitalizmin tarihsel krizinin de elverişli bir zemin yaratması eşliğinde alkol ve uyuşturucu kullanımı alarm verici boyutlara ulaşmış bulunuyor. Bir yandan sigarayı bıraktırma amaçlı önlem ve kampanyalarla pek “insancıl” pozlara bürünen burjuvazi, diğer yandan kendi düzeninin bekası için onbinlerce insanı zehirleyip “bozuk para” gibi harcamaktan çekinmiyor.
İnsanlığın başına kapitalizm tarafından musallat edilen tüm yakıcı sorunlar gibi alkol ve uyuşturucu bağımlılığı da içinde yaşamakta olduğumuz bu çürümüş düzenden bağımsız ele alınıp çözülebilecek bir sorun değil. Çünkü bu düzen doğasına uygun olarak sürekli pislik üretiyor. Ağır soygun ve sömürü koşulları altında hayatın tüm güzelliklerinden mahrum edilmiş ve kurtuluşu kendini uyuşturmakta bulmuş emekçi yığınlara politik ve sınıfsal bilinç “enjekte” etme ve gerçek kurtuluşun yolunu gösterme görevi de devrimci Marksistlere düşüyor.
link: Avusturya’dan A.E., Burjuvazinin Silahlarından Biri: Alkol ve Uyuşturucu, 17 Kasım 2012, https://en.marksist.net/node/3130
İşçilerin Şanlı Ekim Devrimi
Rantsal Dönüşüm Devam Ediyor