1 Mart cumartesi günü, Ankara iki önemli olaya tanık oldu. Bir yanda hükümetin ABD ile sürdürdüğü kirli pazarlığın sonucunda Meclise getirdiği tezkere görüşülürken, sokaklarda on binlerce işçi, emekçi ve genç, Irak savaşına hayır diye haykırıyordu. Irak’ta Savaşa Hayır Platformunun organize ettiği eylemler çerçevesinde DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla gerçekleştirilen mitinge, işçi sendikalarından, meslek odalarından, sol parti ve çevrelerden, öğrencilerden, aydınlardan, sanatçılardan ve halktan yüz bini aşkın insan katıldı. Hipodrom’dan kortejler halinde yürüyüşe geçen kitle, Sıhhiye meydanında toplandı. Kortejlerin bir kısmı alanın dolması nedeniyle alana giremedi. “Asker gönderme ve kabul etme” tezkeresinin o gün Mecliste görüşülüyor olması, mitinge katılanların seslerini kararlı bir şekilde alabildiğine yükseltmelerinde önemli bir etkendi.
12 Eylül darbesinden bu yana, bazı 1 Mayıs mitingleri dışında, hiçbir kitlesel mitingde duymadığımız “Enternasyonal” marşının bu kez kürsüden duyulması da bir başka dikkat çekici olaydı.
Sendikaların taban çalışması yürütmeleri, azami sayıda işçi katmaya çalışmaları halinde, miting çok daha kalabalık olabilirdi. Aslında sendika bürokrasisinin tüm pasifleştirme çabalarına rağmen, işçilerin bu kadar canlı ve kalabalık bir biçimde eyleme katılmaları, kitle örgütlerinin doğru bir tutum takınmaları halinde milyonların sokağa döküleceğinin işaretini veriyor. Savaşa karşı çıkanların nüfusun %95’ini oluşturduğu bir ülkede beklenmesi ve olması gereken de budur.
Şimdiye kadar yapılan savaş karşıtı eylemlere neredeyse hiçbir katılım sağlamayan sendikaların, bu eyleme damgalarını basmalarının en önemli nedeni, eyleme katılımın Türkiye çapında olmasıdır. Fakat ihmal edilmemesi ve üzerinde durulması gereken bir neden daha var. Türk-İş’e bağlı bazı sendika şubeleri, “saldırıları püskürtmenin yolu kararlıca mücadeleyi yükseltmektir” diyerek ve konfederasyonların işverenlerle işbirliği halinde olmalarına sessiz kalmayacaklarını belirterek, uzlaşmacı, işbirlikçi tutumlara karşı bayrak açtılar. Bu sadece Türk-İş bürokrasisinin değil diğer işçi konfederasyonlarının da “ne oluyoruz” paniğini yaşamalarına, dolayısıyla biraz kıpırdanmalarına yol açmıştır.
“Mücadeleden yana bütün sendikaları, bütün güçleri birliğe, birlikte mücadeleye çağırıyoruz” diyen sendika şubelerinin, müzakere edilmekte olan İş Yasası Taslağına karşı İstanbul’da gerçekleştirdikleri iki eylem dahi, kendi inisiyatifinden bağımsız hareketlere asla izin vermeyen Türk-İş’i korkutmaya yetmiştir. Bütün bunlar, tabandan yükselecek seslerin, henüz yeterince güçlü olmadığı bugünkü haliyle bile tepeyi sarsabileceğine ve yıllardır işçi sınıfı hareketinin üzerine çöken ölü toprağını kaldırabileceğine işarettir ve sevindirici gelişmelerdir.
Tüm dünyada emperyalist savaşa karşı öfkenin giderek büyük bir tepkiye dönüştüğü bir ortamdan geçiyoruz. Pasifist ve reformistler, kitlelerin giderek anti-kapitalist bir içerik kazanan bu tepkilerini düzen içine hapsetmeye, pasif eylemlerle sınırlamaya çalışıyorlar. Oysa bu savaşı durdurabilecek tek güç, dünya işçi sınıfının üretimden gelen örgütlü gücüdür. Tüm devrimciler, komünistler ve bilinçli işçiler, savaşa karşı fabrika komitelerinin oluşturulması ve bunların uluslararası ölçekte koordine edilmesi için başta sendikalar olmak üzere tüm işçi örgütlerini harekete geçirmelidir. Savaş başladığı anda üretimi ve taşımacılığı süresiz durduracak bir genel grevin hazırlıkları ve provaları bugünden gerçekleştirilmelidir.
Bu Savaşı Ancak İşçi Sınıfı Durdurabilir!
Savaşa Karşı Sınıf Savaşı! Pasifizm Değil Devrimci Mücadele!
link: Marksist Tutum, Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!, 7 Mart 2003, https://en.marksist.net/node/311
Emperyalist Savaşa Karşı Toplumsal Duyarlılık Artıyor
Kadınlar Mücadeleye Katılmadan İşçi Sınıfı Kazanamaz!