Kapitalistler biz işçilerin bir araya gelmesini istemezler. Bir araya gelip bir bütün olmamamız için de bizi türlü yalanlarla kandırır, kendi sınıf penceremizden değil de bize sundukları pencerelerden hayata bakmamızı isterler. Din, savaş, mavi yakalı/beyaz yakalı ayrımı gibi pek çok konuya onların sahte penceresinden bakmamızı sağlarlar.
Din-mezhep farklılığı toplumların zayıf noktalarından biridir. Bunu çok iyi bilen burjuvazi dünyanın her yerinde yüzyıllardır bu farklılığı kullanıyor. Türkiye’de de Alevi-Sünni ayrımı yapılarak işçiler birbirinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Biz işçilerin bu konuda bilinçli olması gerekiyor. Bizim meselemiz din-mezhep ya da ırk ayrımı olmamalı. Bu tür ayrımlarla karşı karşıya gelmek yerine en basitinden ortak sorunlarımız olan eğitim, sağlık, konut, ulaşım vb. sorunlarımızın çözümü için ortak mücadele etmeliyiz.
Ne yazık ki dünyanın pek çok yerinde savaşlar, çatışmalar yaşanıyor. Bu savaşların neredeyse tamamı kapitalistlerin açgözlülükleri yüzünden oluyor. O yüzden biz işçilerin bu savaşlardan hiçbir kazancı olmadığı gibi bütün olumsuz sonuçlarını da biz yaşıyoruz. Birbirimizi öldürüyor, yaşadığımız topraklardan uzaklaştırılıyor, zorla göç ettiriliyor, açlık ve sefaletle boğuşuyoruz.
Kendi penceremizden bakmamız gereken bir başka konu ise mavi yakalı/beyaz yakalı ayrımıdır. Maalesef patronlar bu konuda da oldukça başarılılar. Çünkü onların sunduğu pencereden bakıp da kendini işçi olarak görmeyen milyonlarca beyaz yakalı işçi var. Bu yanlış bakış açısı yüzünden aynı işyerinde çalışan işçiler ortak hareket edemiyorlar.
Bu konuda burjuvazinin en çok kullandığı araçlardan biri de medyadır. Yapılan haberler, diziler ve reklâmlar sayesinde bize pek çok masal anlatıyorlar. Biz medyanın masallarıyla uyutulurken diğer tarafta patronların hükümeti harıl harıl çalışıp grevleri yasaklıyor, emeklilik yaşını yükseltiyor, vergi yükünü arttırıyor, sağlığı paralı hale getiriyor. Sınırlarını olabildiğince zorlayarak örneğin Genel Sağlık Sigortası Primi adı altında işsizlerin cebinde olmayana bile göz dikiyor, kıdem tazminatını kaldırma planları yapıyor.
Yıllarca yanlış pencereden dünyaya bakan biz işçiler ise kendi kendimize ördüğümüz korku duvarlarıyla yaşamaya devam ediyoruz. 12 Eylül darbesi, Dersim katliamı, Çorum, Maraş, Sivas katliamları ile gözü korkutulmuş bir toplumun içine doğuyoruz. Büyüklerimizden en çok duyduğumuz cümle “Otur oturduğun yerde, senin yerinde olmak isteyen birçok insan var” oluyor. Korku, büyükten küçüğe hepimizi sarmalıyor ve çoğumuz sağlıksız, güvencesiz, düşük ücretli, iş kazası riski olan, ölümle burun buruna geldiğimiz çalışma koşullarını kabul ediyoruz.
Biz işçiler geleceğe aynı pencereden bakmalıyız. İşçi sınıfı olarak dünyaya ortak bir pencereden bakarsak ve örgütlü olursak burjuvazinin sayısız penceresini kapatabiliriz.
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Dünyaya Hangi Pencereden Bakmalıyız?, 30 Ekim 2012, https://en.marksist.net/node/3114
Süresiz Dönüşümsüz Açlık Grevleri 46. Günde! Cezaevlerinde Ölüm Değil Çözüm!
Avrupa Otomotiv Endüstrisi Krizde!