Geçen akşam işten çıkmış minibüsle eve gidiyorum. Şoför zaten dar olan yolda, polisin, ensesi kalın bir bürokratın havaalanı yolunda güvenliğini sağlamak için yolun tek şeridini fütursuzca kapatması karşısında güzelce okuyor devlete, millete, vekillere... Bakıyorum yan gözle destek bekliyor, arkasına takılıp katmerli küfürlerle sohbete başlıyoruz.
Bu devletin pervasızlığından tutun da, hükümetin icraatlarındaki dengesizliklere ve AKP milletvekillerinin başbakandan izinsiz söz bile edemeyip, adeta onun talimatlarıyla oylama yaptıklarından yakınıyor minibüs şoförü. Yolu yarıladığımızda bir genç biniyor minibüse ve şoförle hoş beş edip selamlaşıyor. Anladım ki tanıdıklar. Aralarındaki diyalog şöyle gelişiyor:
Şoför: Ya ne yaptınız uçakları, grev eylem sizi de vurdu mu?
Genç: Yok abi ya, bizimle alakası yok. Onlar THY çalışanları, yani bol keseden maaş alıyorlar, bize göre iyi imkânı olan işçiler.
Şoför: Deme ya demek öyle! Hakları için greve çıkmaları iyi ama demek iyi maaş alıyorlar, keyifleri de yerinde.
Genç: Aynen öyle abi, bizim gibi çalışmıyor onlar; çok rahatlar. THY çok kazanıyor, onlar da çok kazanıyor. Dertleri ne, bizim gibiler anlamadı zaten.
Şoför: Mesaj çekip işten çıkardıkları doğru mu? Yapılmaz öyle şey, insan konuştu diye işten atılır mı? Bu hükümet konuşan adam istemiyor. Ama madem onların da aldıkları iyi, neden bu kadar gürültü kopardılar?
Derken, konuya atlıyorum. Arkadaşlar sanırım bir hata yapılıyor burada. THY çalışanlarının hepsi kadrolu işçi değil, içlerinde yüzlerce sözleşmeli işçi var. Garantisi olan işçiler değil onlar. O gün orada olup haykıranlar ve onlara destek olan o kadar insan aldıkları “çok” maaşı kaybetmemek için gitmediler oraya. Orada yaşanan bir hak kavgasıydı. Az önceden beri sövdüğümüz hükümet (devlet), birçok iş kolunda olduğu gibi havacılık alanında da tek ve güçlü silah olan grev hakkını, işçilerin elinden almak istediği için bu insanlar oradaydı…
Genç de şoför de olumluyorlar. Ama genç olan kendilerinin daha ağır şartlarda başka firmada çalıştığını söylüyor. Örnekleyerek durumu çözmeye çalıştım. “Belediyelerin çalışanlarının çok azı kadrolu, çoğu taşerona bağlı ya da sözleşmeli çalışıyor. Bir işçi 100 lira ücret ve birçok hakla çalışırken, diğerinin aynı işi beşte birine ve hiçbir hakkı olmadan yapıyor. Taşeron firmalar sürekli değiştiği için, en basitinden yıllık izin hakları bile yok. Sorun, haklarını koruyanların mücadeleden geri çekilmesi değil. Çaba harcayacaksak en kötü şartları daha iyiye gitmesi için harcayalım.”
Geleceğin taşeronlarla dolu çalışma hayatının olduğunu izah ettiğimde genç ikna olmuş gibi doğrulayıp katıldığını söyledi. Bu arada şoför, baldızının kabin amiri pozisyonunda çalışmaya başladıktan sonra, maaşında iyileşme olduğunu, ancak 12 saat çalıştığı için sürekli eşi ile tartıştığını, birçok ailevi ihtiyacın baldızı tarafından karşılanamadığı için evliliğini bitirdiğini ekledi.
İneceğim durak yaklaştığı için; konuyu THY eyleminin (direnişinin) haklı olduğunu, THY çalışanlarının mücadelesinin, tüm havacılık işkolunda çalışanlar için olduğunu; sözleşmeli taşeron özel şirketlerde çalışanların da bu mücadeleyi desteklemesi gerektiğini söyleyip minibüsten indim.
Eve doğru yürürken, işçilerin medya aracılığıyla nasıl aklının bulandırıldığını; aynı işkolunda çalışan aynı sıkıntıları yaşayan, aynı çileleri çeken işçilerin birbirlerinden bu kadar kopuk olmalarının acı olduğunu düşündüm ve güzel bir dünyanın ellerimizde yükseleceğine olan umudumu fısıldadım kendime.
link: Sefaköy’den bir işçi, THY Eyleminin Yansımaları, 11 Haziran 2012, https://en.marksist.net/node/3032
Yaşam Hakkı mı Dedi Başbakan?
1 Mayıs 1977 Tartışmaları Üzerine