“Sermaye tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve irin akarak doğmuştur.” (Karl Marx)
Sermaye, Esenyurt’ta 11 inşaat işçisini diri diri yakarak katletti. Ölen işçilerin ardından timsah gözyaşları döken burjuva medyada bir yazar “ölümleri kapitalizme maletmeyelim” diyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde iş güvenliği önlemleri yeterince alınıyormuş. Böyle şeyler oralarda olmuyormuş!
Pek masum kapitalizmin ahtapot gibi kuşattığı dünyada iş cinayetleri ve meslek hastalıkları marifetiyle her yıl ortalama 2 milyon 300 bin işçi katlediliyor. İş cinayetlerinin daha düşük seviyelerde seyrettiği ülkeler var kuşkusuz. Ancak bu ülkelerde iş güvenliği önlemleri kapitalizmin gelişmişliği sayesinde değil işçi mücadeleleri sayesinde alındı. İş cinayetlerini kapitalizmin değil, işçi sınıfının siyasal ve örgütsel gelişmişlik düzeyi dizginleyebildi.
Türkiye kapitalizmi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine sahip. Kapitalistler Türkiye ekonomisinin büyüme temposuna övgüler yağdırıyorlar. Türkiye ekonomisi 2002 yılında dünyanın 26. büyük ekonomisi durumundayken şimdi 16. sıraya yükseldi. Dünya sıralamasında son 10 yıl içerisinde 10 basamak tırmanmakla övünüyorlar. Bu süreçte istihdam edilen işçi sayısı %15 oranında arttı. İş cinayetleri sonucu her yıl ölen işçi sayısı ise %92 oranında arttı. Bu rakamlar Marx’ın dediği gibi, sermayenin tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve irin aktığını gösteriyor.
Kapitalistlerin ekonominin büyümesi diye bahsettikleri şey sermayenin büyümesidir. Kapitalistler sermayelerini hızlı büyütebilmek için daha yüksek kâr oranlarına ulaşmaya çalışırlar. Bunun da iki yöntemi vardır. Ya teknolojik atılımlarla emek verimliliğini arttırmak, böylelikle işçiyi daha fazla sömürmek; ya da iş saatlerini uzatıp ücretleri aşağı çekerek işçiyi daha fazla sömürmek. Türkiye burjuvazisinin son on yıl içerisinde yaptığı atılım esas olarak bu ikinci yolla sömürünün arttırılmasına dayanmaktadır.
Son 10 yılda Türkiye burjuvazisi taşeronlaşmayı yaygınlaştırdı. Ücretler aşağı çekildi. Fabrikalarda işçiler günde 12 saat çalışarak, alacakları fazla mesai ücretleriyle borçlarını kapatmanın derdine düştü. Sendikasızlaştırma daha da yaygınlaştı. Başta kamu sektörü ve belediyeler olmak üzere, patronlar tarafından işbirlikçi sendikalar güçlendirildi. Esnek çalışma ve denkleştirme denilen sistemin yasalaşmasıyla bazı işyerlerinde fazla mesai ücreti almak tarihe karıştı. İşçi sınıfının örgütsüzlük yüzünden büyüyen çaresizliği patronların ekmeğine yağ sürdü.
Kâr hırsıyla gözü dönmüş patronlar en basit önlemleri bile almıyorlar. İşyerlerindeki azgın sömürü sonucunda gelişen kapitalist büyümeye paralel olarak iş kazaları da hızla artıyor. Çalışma hızı düşmesin diye makinelerin güvenlik aparatları sökülebiliyor. Kimi işyerlerinde işçiler miadını çoktan doldurmuş iş araçlarıyla çalışmak zorunda bırakılıyor. İşçinin işyerindeki yemekhanesi, dinlenme yeri, hatta içeceği bir çay bile patronlara maliyet unsuru olarak görünüyor. İşçilerin yaşam koşullarının ne durumda olduğu ise patronları zerre kadar ilgilendirmiyor.
Egemen sınıfın kimi laf ebeleri “iş güvenliği yasaları”, “gerekli yasal düzenlemeler” diye başlayan sözler geveliyor. İş güvenliği ile ilgili bir yasa tasarısı uzun zamandır mecliste bekletiliyor. Şu anda yürürlükte bulunan iş yasasının içerisinde de iş güvenliği ile ilgili maddeler var. Ama patronların o yasalara dönüp baktığı yok. İş güvenliği ile ilgili şikâyet olduğunda da patronlara verilen ceza yok. Tersanelerdeki koşullarla ilgili yapılan onca suç duyurusuna rağmen işçiler halen ölüyor.
Esenyurt’ta çadırda yanan 11 işçi, patronların yasaları umursamadığının kanıtı değil mi? Mevcut yasalara göre işçilerin kaldığı yatakhanelerin tabanı yıkanabilir nitelikte, duvar ve tavanları sıvanıp açık renk boyanmış olmalı; pencerelerin üst kısımları açılıp kapanabilir (vasistaslı) olmalı; koğuşlarda havalandırmayı sağlayacak donanım ve cihazlar bulunmalı; tavan yüksekliği en az 280 cm, kişi başına düşen hava hacmi en az 12 metreküp olmalı; yataklar yerden en az 80 cm yüksekte olmalı, temiz çarşaf, yastık, pike vb. olmalı… Yasalarda işçi koğuşlarının nasıl aydınlatılacağı da, sağlığa uygun bir biçimde ısıtılması gerektiği de yazılmış.
Demek ki, mesele sadece mevcut yasalarda kâğıt üzerinde ne yazıldığıyla ilgili değil. Patronlar bildiğini okuyor. İşçinin güvenliğini de yasaları da umursayan yok. Esenyurt’ta AVM inşaatına girişen patronların da, diğer tüm patronların da umursadıkları tek şey maliyeti düşürmek, kârlarını arttırmak. İş güvenliği ile ilgili mevzuatı uygulamak, gözlerini kâr hırsı bürümüş patronların insafına terk ediliyor.
Çalışma Bakanlığı diye bir bakanlık var. Yeterince iş müfettişi istihdam etmek, bunların denetim yapmasını sağlamak mümkün değil midir? Mevcut iş müfettişleriyle bile kısmen de olsa bu mümkün, ama yapmazlar. Çalışma Bakanı çıkıp bugüne kadar kaç inşaatta işçi yatakhanelerini denetlediklerini, işçileri izbe yerlerde yatırdıkları için kaç inşaatı durdurduklarını açıklayabilir mi? Açıklayamaz! Çünkü bu denetimleri yapmıyorlar. Çalışma Bakanlığı ve hükümetin önceliği sermayenin önünü açmak, onu teşvik etmek ve ürkütmemektir. Esenyurt’ta Marmara Park inşaatını üstlenen Kayı İnşaat şirketi 2007 yılında Başbakan Erdoğan’dan ödül alan “başarılı” müteahhitlik firmaları arasındaydı. Ödül töreninde Erdoğan “Özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeriz” demişti. Türkiye ekonomisi büyürken inşaat sektörü lokomotif işlevini görüyor. Yanan 11 işçinin cesetleri tanınmayacak hale gelmiş ne gam! Büyüyen sermayenin ışıltısı patronların dünyasını aydınlatıyor.
İş yasalarına göz boyayacak maddeler yazıp bunları kâğıt üzerinde bırakanlar burjuva hükümetlerdir. Esenyurt’ta 11 işçinin katledilmesinden, iş güvenliği mevzuatını uygulatmak için kılını bile kıpırdatmayan, patronların yasaları çiğnemesine açıkça göz yuman Çalışma Bakanı ve hükümet sorumludur.
İş Yasası, göz boyamak üzere yazılmış, uygulamada hiçbir anlam ifade etmeyen maddelerle dolu. İş Yasasına göre işçi, sağlığa aykırı ya da iş güvenliğini tehdit eden bir durumla karşılaşırsa işverene bildirmeli, bu durum giderilene kadar çalışmaktan kaçınma, tehlikeli durum ortadan kaldırılmazsa iş akdini haklı olarak feshetme hakkına sahip. Yüzümüzü gerçek hayata döndüğümüzde ise şu tabloyla karşılaşıyoruz: İşçi çoğu durumda işten atılmamak için sağlığa aykırı ya da tehlikeli durumu dile getiremez. Dile getirirse ya önemsenmez ya da “işine gelirse” denilerek kapıyı gösterirler. Tehlikeli durum düzeltilmiyor diye çalışmaktan kaçınırsa işten atılır. Nihayetinde yasanın işçiye söylediği de, haklı fesih yaparak işten ayrılma hakkına, yani işsiz kalma özgürlüğüne sahip olduğudur. İşçinin patrona tek yaptırımı “işten ayrılırım” diyebilmek. Zaten patron ağzını açan işçiyi ya işten atıyor ya da ona “işine gelmiyorsa kapı orada” diyor. Dışarıda iş arayan milyonlarca işsiz, yedek işgücü ordusu olarak patronların hizmetine sunulmuş durumda. Kömür madenlerinde birkaç kişi işe alınacağında binlerce işsiz sıraya giriyor. Binlerce işsiz yerin yüzlerce metre altında, karanlık dehlizlerde kömür tozu soluyarak ömrünü kısaltmayı, grizu patlamalarını ve çöküntüleri, işyerinin kendine mezar olma ihtimalini, işsiz kalmaya tercih etmek zorunda kalıyor. İşçi sınıfı bu koşullar altındayken yasa onlara “işten ayrılma hakkına sahipsin” diyor.
Esenyurt’ta yanarak ölen 11 işçi ölmeden evvel “bu çadırlar işçi koğuşlarının standartlarına uymuyor, ısınamıyoruz, gece yorgun argın uyurken elektrik sobaları açık, yangın çıkabilir. Bir çadırda 35 kişi kalıyoruz, yeterli havalandırma yok. Bu koşullar düzeltilene kadar çalışmama hakkımızı kullanıyoruz” diyebilseydi ne olurdu? Onlar işten atılır, yerlerine başka işçiler konurdu. İşçi işten atılmamak için susuyor, boyun eğiyor. İşsiz kalmak ölmekten de beter olduğu için her koşulda çalışmayı kabul ediyor.
Kapitalist düzenin temsilcileri işçi ölümlerinin ardından son derece pişkin açıklamalar yapıyorlar. Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu 11 işçinin ölümünün ardından yaptığı açıklamada “Ölenlere nasıl öldüklerini soramıyoruz. Çadırda 35 kişi de kalabilir 50 kişi de kalabilir. Yangın soğuk havanın sebep olduğu bir şey. Vadeleri yetmiş, Allah rahmet eylesin” dedi. Bu açıklama Tayyip Erdoğan’ın iki yıl önce Karadon maden ocağında katledilen 30 madencinin ardından söylediklerini hatırlattı: “Ölüm bu mesleğin kaderinde var.” Geçtiğimiz yıl Elbistan Termik Santrali’ne kömür üreten maden ocağında 4 gün arayla 2 kez göçük yaşanmıştı. Milyonlarca ton toprağın altında kalan 12 işçinin cesedi orada bırakıldı. Kayıp işçilerin aileleri acıyla evlatlarını beklerken devlet zevatı ailelere “Üzgünüz, Allah sabır versin, takdiri ilâhi” diyebildiler. Düzenin temsilcileri her seferinde “sorumlulardan hesap sorulacak” açıklamaları yaparak öfkeyi dindiriyor. Ardından düzenin suçlarını ilâhi takdire havale ederek geride kalanların zihinlerinde iş cinayetlerini doğallaştırmaya çalışıyor.
Esenyurt’ta cayır cayır yanan 11 işçinin, Davutpaşa’da ve Ümraniye’de patlayıcı imalathanelerinde bedenleri parçalanarak can veren 27 işçinin, Ostim ve İvedik OSB’deki patlamalarda katledilen 20 işçinin, Karadon’da ve Elbistan’da ölüm kuyularında yitirilen 42 işçinin, baraj inşaatlarında çalışırken Göksu nehrinin sularında kaybolan onlarca işçinin katili kapitalist sermaye düzenidir. Sermaye, işçilerin cesetleri üzerinde yükselmeye devam ediyor. İşçilerin bedenlerini yakan ateş sınıfın yüreğini de tutuşturacak ve ayağa kalkan işçi sınıfı katledilen kardeşlerinin hesabını soracaktır.
link: Zehra Aras, İşçilerin Katili Sermaye Düzeni, Nisan 2012, https://en.marksist.net/node/2996
4+4+4’ün Arkasına Gizlenenler
Manşetlerin Ardındaki İran’a Bakış