İzmir’de Ege Üniversitesindeki bir açılışa katılan Egemen Bağış’ı, iki öğrenci yumurta atarak protesto etti. Bakan, öfkeyle öğrencilere kızmadığını söylese de öğrenciler gözaltına alındılar. Öğrencilerden birisi serbest bırakılırken diğerinin tutuksuz yargılanması devam ediyor. Bakan ertesi gün yaptığı bir konuşmada olayı değerlendirirken ise “hamdolsun, rafadan demokrasiyi olgun demokrasi haline getirmeye başladık” dedi. Öğrenci protestosuna maruz kalan başka bir isimse Enerji Bakanı Taner Yıldız oldu. Bilindiği üzere, genelde protestocu öğrenciler korumaların ve polislerin müdahalesine maruz kalırlar ve sonunda yaka paça gözaltına alınırlar. Ancak bu defa tablo biraz farklıydı. Yıldız, korumalarının öğrenciyi tartaklamasına “müdahale” edip yanına çağırarak konuşmaya çalıştı. Bakanın bu tavrı burjuva medyada örnek davranış olarak sunuldu.
Sadece bu iki vakaya yüzeysel bir bakış resmin bütününü görmemizi engeller. Devrimci öğrencilere karşı iktidarın tavrını enine boyuna incelediğimizde, meselenin içyüzünün resmedilmeye çalışılandan çok farklı olduğunu görürüz. AKP, iktidarın merkezine oturmasıyla birlikte son süreçte baskı politikalarına hız verdi. Hem Kürt hareketi, hem devrimciler, hem de bunlara destek sunan kesimler sindirilmeye çalışılıyor. Baskı politikalarının arttığının bir göstergesi de cezaevlerinde tutuklu bulunan öğrenci sayısıdır. Cezaevlerinde TMY’den yargılanan 500’ün üstünde öğrenci bulunuyor. İki bakan da bu gerçeği gizlemeye çalışıyor. Oysaki ne olgun bir demokrasiye sahibiz, ne de bütün protestolar egemenler tarafından böyle “olgunlukla” karşılanıyor!
Hükümet temsilcileri yeri geldiğinde demokrasi nutukları atıp demokratik taleplere ve eylemlere karşı olmadıklarını dillendirseler de, demokratik haklarını kullanmak isteyen öğrenciler eylemlerde polisin baskılarına, tacizine, copuna, biber gazına maruz kalıyorlar. Polisin başladığı işi ise devletin savcısı, yargıcı, rektörü, dekanı tamamlıyor. Taleplerini duyurmak için eylem yapan öğrenciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, okuldan atılıyorlar.
Demokratik taleplerin ne kadar hoşgörüyle karşılandığını anlamak için birkaç örnek yeterli. İki üniversite öğrencisi Roman “açılımı” kapsamında gerçekleştirilen çalıştayda “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız” pankartı açtıkları için tutuklandı. Parasız eğitim taleplerini dile getiren öğrenciler 19 ay boyunca tutuklu olarak yargılandılar ve geçtiğimiz Ekim ayında serbest bırakıldılar. 15 yılla yargılandıkları dava ise hâlâ devam ediyor. Yani anayasa güvencesi altına alınmış olan eğitim hakkının parasız olmasını istemenin bedeli 15 yıl. Yargının takdire şayan değerlendirmesi bununla da sınırlı kalmadı. Yargılama süreci daha devam ederken iki öğrenciye suçlu yaftası çoktan yapıştırılmıştı bile. Öğrencilerin arkadaşlarının serbest bırakılması için imza toplamalarından rahatsız olan Edirne savcısı, kampanyayı düzenleyen öğrencilerin “suçu ve suçluyu övmek” fiilinden yargılanmalarını istedi.
Parasız eğitim talep etmenin yanı sıra Deniz Gezmiş anmasına katılmak, basın açıklamasına katılmak, poşu takmak, Lenin’in kitabını bulundurmak, hatta ve hatta şemsiye bulundurmak örgüt üyeliğine ve suçu ve suçluyu övme iddiasına kanıt olarak sunulabiliyor. Bunlar 2000’lerin başındaki “ideolojik halay” ve “kamu malına zarar verme potansiyeli taşımak” gibi iddiaları hatırlatıyor. Üstelik bu “ağır” suçlara biçilen cezalar on yılları bulabiliyor. Gencecik insanlar belki de en güzel yıllarını cezaevlerinde geçirmek zorunda kalıyorlar. Uzun tutukluluk süreleri yüzünden yıllar hapiste geçebiliyor.
Hopa davası
Geçtiğimiz Mayıs ayında Hopa’da HES karşıtı bir eylemde polisin sıktığı biber gazı sonucu emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetmişti. Aynı gün bu polis vahşetini protesto etmek için Ankara’da bir eylem gerçekleştirildi. Çok sayıda öğrencinin de katıldığı bu eyleme polis sert biçimde müdahale etti. Bir grup polis tek başına yakaladığı Dilşat Aktaş’ı öldüresiye dövdü. Bu saldırı sonucu kalça kemiği kırılan Aktaş, bir de Erdoğan’ın “kadın mıdır, kız mıdır” şeklindeki hakaretamiz sözlerine maruz kalmıştı. Hopa ve Ankara’da Lokumcu’nun öldürülmesini protesto eylemine katılanlardan 37’si Haziran ayı içerisinde tutuklandı. 7 kişi hakkında TMY’nin 7. maddesinden “terör örgütü” propagandası yapmak suçundan dava açıldı. Buna kanıt olarak öne sürülen ise marşlar, sloganlar ve sol yumruğun kaldırılması oldu. Hatta bazı öğrenciler içerde saçları kestirilen arkadaşlarına destek amacıyla saçlarını kestirdiklerinde, “bunlar saçlarını tanınmamak için kestirmişlerdir” gerekçesiyle tutuklandılar.
Gözaltına alınan üniversite öğrencilerine yönelik işkence daha polis otobüsündeyken başlamıştı. Bir öğrenci yaşadıklarını şöyle tarif ediyor: “Uyutmama, annenize, babanıza hakaretler, küfürler, haya burma, nefessiz bırakma, kask ile vurma, üzerinize oturma… Bunlar bana yapılanlar. Sol yanımda oturan gencin sağ kulak zarı patladı. Sağ yanımda oturan uzun saçlı avukatın saçlarından tutup kafasını demir tutaçlara vurdular.”
Ankara’daki Hopa protestoları yüzünden tutuklu bulunanların tümü 9 Aralıktaki ilk duruşmada serbest bırakıldı. Sonraki günlerde Hopa’da tutuklananlar da serbest bırakıldılar. Ancak devrimci öğrencilerin cezalandırması sadece yargı tarafından yapılmıyor. Üniversitelerde YÖK cenderesi hâlâ varlığını koruyor. Yükseköğretimde uygulanan disiplin yönetmeliği yargıdan çok daha hızlı işliyor. Henüz yargının “suçlu” ilan etmediği öğrenci, üniversite tarafından disiplin yönetmeliğini ihlal ettiği gerekçesiyle okuldan uzaklaştırılabiliyor ya da atılabiliyor. Okul idaresi savcılığın iddiasını hükümmüş gibi mütalaa ediyor ve öğrenciyi sorgusuz sualsiz okuldan uzaklaştırıyor. Nitekim Hopa davasında yargılanan öğrencilerin, ya okuldan uzaklaştırılarak ya da atılarak eğitim hakları ellerinden alındı.
Sıra öğrencilerde
AKP tüm toplumsal muhalefeti olduğu gibi öğrenci hareketini de bastırmak, denetim altına almak istiyor. Bu yüzden “basın açıklamasına katılmak” gibi en temel demokratik bir hak bile savcıların iddianamelerine “terör örgütü” üyeliğine delil olarak gösterilebiliyor. Amaç öğrencileri sindirmek, düzenin sınırlarına hapsetmektir. Çünkü üniversiteler toplumun barometreleri gibidir. Kapitalist sistemin doğurduğu öfke bu alanda daha erken açığa çıkabilir. Son yıllarda dünyanın çok sayıda ülkesinde öğrenci eylemlerinin artması da bunu göstermektedir.
500’ün üstünde öğrencinin cezaevlerinde olması AKP’nin zoraki ve kendine demokratlığının bir başka kanıtıdır. İktidardaki yerini sağlama aldığı oranda AKP’nin demokratlığa ihtiyacı kalmamıştır. AKP de iktidarın merkezine ilerledikçe diğer burjuva politik akımlar gibi statükoculaşmıştır, farklı seslere tahammülü de giderek azalmaktadır.
Öğrenciler “terör örgütü” üyeliği veya propagandasını yapma iddiasıyla tutuklanıyorlar. TMY ve benzeri yasalarla hedeflenen, devrimci hareketin ve işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçmektir. İçişleri Bakanının son sözleri bir anlamda itiraftır: “Terörü besleyen arka bahçe var, propaganda var. Terörü masum ve haklı gösterme gayreti var. Bir kısmı bu yapıyı görmüyor, göremiyor. Birileri de bildiği halde saptırma yaparak, kendine göre gerekçeler göstererek, makulleştirerek destek veriyor. Makalesine, fıkrasına, şiirlerine yansıtıyor. Resim yaparak tuvaline yansıtıyor. Hızını alamıyor. Görev alan askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize ediyor… Arka bahçe dernektir. Eğitim merkezidir. Güzelleştirme derneğidir, düşünce üretme merkezidir. Üniversitede bir kürsüdür. Bir sivil toplum kuruluşudur.” Bu faşist anlayışa göre şiir de resim de “terör” propagandası yapmaktadır ve bütün siyasi kurumlar birer “terör örgütüdür”. Herkes evinde otursun, sadece seçim günlerinde oy kullansın, haksızlıklara, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı kimse sesini çıkarmasın. İstedikleri budur!
AKP’nin öğrencilere karşı yürüttüğü tutuklama furyasını eleştirirken “örgütsüzlük” fikrini aşılayan anlayışlara karşı da uyanık olmak gerekiyor. Özellikle Hopa davası her kesimde bir tepki doğurdu ve bu tepkinin 9 Aralıkta mahkeme önünde eyleme dönüşmesi öğrencilerin serbest bırakılmaları için bir basınç yarattı. Tutuklu öğrencilere destek vermek için öğrencilerin suçsuz olduklarını anlatmak isteyen kimi köşe yazarları, öğrencileri örgütsüz, uslu çocuklar gibi takdim ettiler. Oysaki şu anda cezaevlerinde tutuklu bulunan öğrenciler BDP ya da sosyalist parti ve kurumların üyeleri ya da sempatizanları. Örgütlenmeye engel olan TMY ve TCK’yı, bu yasaları uygulayanları eleştirmek yerine, “bu çocuklar bu yasaları çiğnemedi” diyen şefkatli baba rolündeki liberallerin düşünceleri de tutarlı demokratlıktan uzaktır.
Örgütlenmek ne suçtur, ne de burjuva yasalarına göre suç sayılsa bile kötülenecek bir şeydir. Örgütlülük işçi sınıfı hareketinin ve gençlik hareketinin en büyük gücü ve silahıdır. Bu anlamda örgütlenmenin önünde çok büyük engel oluşturan “anti-terör” yasalarına karşı mücadele etmek önemlidir. Örgütlü bir işçi sınıfı hareketi olmadığı için, güçlü bir öğrenci hareketi de ortaya çıkmıyor. Bu yüzden öncelikli görev örgütlenmenin önündeki bütün engellerin kaldırılması için mücadeleyi yükseltmek, her alanda işçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirmektir.
link: Suphi Koray, Baskı Politikaları Öğrencileri de Hedef Alıyor, Ocak 2012, https://en.marksist.net/node/2895
HDK: “Hrant İçin, Adalet İçin Sen de Bir Ses Çıkar!”
Kürt Operasyonu Tam Gaz Sürüyor