Son dönemlerde Özel Yetkili Mahkemeler meselesi sıkça haber konusu yapılıyor ve bu mahkemelerin kapatılması talebiyle basın açıklamaları, duyurular vs. gerçekleştiriliyor. Sermaye sınıfı içindeki iç hesaplaşmada AKP hükümetinin temsil ettiği taraf mesafe kaydettikçe ve buna paralel olarak diğer tarafı temsil eden kanadın içindeki pek çok kişi hapse tıkıldıkça yargı sistemi hararetli bir şekilde tartışılır oldu. AKP hükümeti sermayenin yeni ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği yargı kılıcını ara sıra da statükocu tayfaya salladıkça, yıllarca kendilerini toplumun üstünde görmüş bu kesimlerin feryat figanları sayesinde yargı sisteminin çarpıklığı burjuva medyanın bir kesimi tarafından da daha açıktan dillendiriliyor. Yargı bağımsızlığının elden gittiğinden, adil davranılmadığından bahsedilirken, hapishanelerdeki korkunç durumların teşhiri de bolca yapılıyor aynı cenah tarafından. Ve hemen her gün, yargının adil olmadığından, bağımsızlığını yitirdiğinden söz ediyor bu kesimler. İyi de yargı ne zaman bağımsız ve adildi ki, şimdi bu bağımsızlık ve adalet ortadan kaldırılmış olsun?
2004 yılında AB Uyum Paketi kapsamında DGM’ler Özel Yetkili Mahkemelere dönüştürüldü ve bu mahkemelerde görev yapan savcılar belirlendi. Özel Yetkili Mahkemelerin pozisyonu ile ilgili olarak şu alıntı açıklayıcı olacaktır: “«Terörle ilgili suçlar»da «alternatif» bir yargı sistemi işlemektedir. Artık suç olmaktan çıkmış fiillerde bile mahkemeler yargılamaya gitmekte ve ağır hapis cezaları yahut uzun tutukluluk süreleri söz konusu olmaktadır. Bu hukuksuz işleyişte devletin temsilcisi olan savcıların özel bir rolü olduğunu da ekleyelim. Normal hukuk sisteminde savunma avukatının eşdeğeri konumunda bulunması gereken savcılar, Türkiye’de hâkimin eşdeğeri pozisyonundadır. Savcının dava açma konusundaki neredeyse sınırsız yetkisi, sanıkların boş yere uzun tutukluluk süreleri içinde hapis yatmalarına neden olmaktadır. Özellikle savcıların elindeki yetki ve hesap sorulamaz konumları, hukuk içindeki hukuksuzluğun yani hukukun üstünlüğü yalanının bariz delilidir, yargının nerelere bağlı olduğunun göstergesidir.” (Kerem Dağlı, Hukukun Üstünlüğü ve Bağımsız Yargı Üzerine, MT, Ocak 2011)
DGM’ler özel yetkili ağır ceza mahkemelerine dönüştürülürken CHP buna muhalefet etmemiştir. İronik olansa o dönemde en sert maddeleri önerenler kuruluş komisyonlarında yer alan Genelkurmay temsilcileri olmuştur ve yasalaşsın diye o kadar uğraştıkları maddeler bugün onları da vurmaktadır. 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan değişiklikle terör örgütü kurma ve destekçisi olma suçlarının kapsamı alabildiğine genişletildi. Dolayısıyla örgüt üyeliğinden dolayı suçlanma ve destekçi olduğu iddia edilenlerin örgüt üyesi gibi yargılanması kolaylaştı. Özel Yetkili Mahkemeler olağanüstü yetkiler verilen mahkemelerdi. Bu mahkemelerin kuruluşuna sessiz kalan, onay veren, yetkilerinin sertleştirilmesi için kafa yoranlar, bugün hapishanelerdeki insanlık dışı uygulamalardan, keyfi tutuklamalardan, hapishanelerin kapasite sorunu yaşadıklarından bahsediyorlar. Evet bunların hepsi doğru. Peki devrimciler, Kürtler, bunları yıllardır dile getirirken, bu insanlık dışı uygulamaların kalkması için hapishanelerin içinde de dışında da mücadele ederken, bu gerçekliğe gözlerini de kulaklarını da tıkayanlar bugün feryat eden beyler/hanımlar değil miydi?
Bugün yargı bağımsızlığının elden gittiğinden bahsedenlere şunları sormak gerekiyor: Ağlaya sızlaya bize yutturmaya çalıştığınız hukuk siz sermaye sınıfının güvencesi olan yasalar sistemi değil mi? Yargı ne zamandan beri bağımsızdı ki? Darbecileri yargılamayan bir yargı bağımsız olabilir mi? Faili meçhul cinayetleri sorgulamayan ve son 30 yılda işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, azınlıkların yanında yer alan, burjuva devletin kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmaya gayret eden aydınların katillerini ortaya çıkarmayan yargı bağımsız olabilir mi? 12 Eylül işkencehanelerinde olanların hesabını sormayan, Newala Qasabaları yaratanlardan hesap sormayan yargı bağımsız olabilir mi? Küçücük ellerde taş izi arayıp çocukların geleceğini karartan, gözaltında insanlık dışı işkencelerin uygulanmasına göz yuman, kaçar göçer bahanesiyle insanları yıllarca tutuklu vaziyette zindanlara tıkarak yargılayan yargı bağımsız olabilir mi?
Bugün cezaevlerinde tutulan on binlerce insanın ancak parmakla sayılabilecek kadarı sermaye sınıfının bireyleri ve temsilcileri. Adalet tanrıçasının terazisi egemenler arasındaki paylaşım için, kılıcı ise teraziyi korumak için vardır! Üstelik bu kılıç giderek keskinleşmeye başlamıştır. Son yıllarda büyük bir sistem krizine girmiş bulunan kapitalizm, kanlı yüzünü tüm çirkinliğiyle göstermeye başlamıştır. Emperyalist savaşlarla açılış yaptılar, krize düştüklerinde işçi sınıfının gırtlağına yapıştılar, yavaş yavaş kafasını kaldırmaya başlayan kitlelerin uyanışı karşısında hazırlıklar yaptılar. Nerdeyse tüm Batı devletleri hızlı bir şekilde benzer gerekçelerle benzer baskı yasalarını getirdiler. Bu süreç Türkiye’de de aynen işledi.
Cezaevleri öylesine dolup taşmaya başladı ki, bazılarında vardiyalı uyku düzenine geçildi. Koridorlarında bile yer kalmayan bazı hapishanelerde, bir yatağa birden fazla mahkûm ya da tutuklu düştüğü için, bunlar uyuyabilmek için diğerlerinin uyanmasını bekliyor. Mahkemelerin önüne geleni tutuklu yargılamak üzere cezaevlerine tıkmasından kaynaklanan bu sorunun gerçek nedenini görmek istemeyip sorunu kapasite sorunu olarak değerlendiren AKP’nin Adalet Bakanı ise, 2014’te 142 bin kişilik kapasiteye ulaşmak için yeni cezaevleri inşa etmeye gayret edeceğini açıklıyor! Eğer kapasite yetmiyorsa daha fazla cezaevi! Üstelik önümüzdeki 3 yıl içinde 20 bin kişiyi daha içeri tıkma hedefi! Bu da kendi yarattıkları sorunu çözme tarzı.
2005’te 52 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı, o yıl TMK’da yapılan değişikliğin de etkisiyle, bugün 125 bine ulaşmış bulunuyor. Hapiste olanların davaları yıllarca sürüyor. Avrupa Konseyi raporlarına göre 2009 yılında hapistekilerin %34,7’sinin davası halen sürmekteyken, bu oran 2011’de daha da artarak %46’ya çıktı. İçerde insan sağlığı hiçe sayıldığından ölümcül hastalar cezaevlerinde ölümü bekliyor. İHD’nin 2011 Martındaki raporlarına göre, 112’si ağır olmak üzere 266 hasta mahkûm gerekli tedavilerini görmeden ölümü bekliyor. Nisan 2011 verilerine göre, hapishanelerdeki 1808 çocuğun dörtte üçünü, hakkında hüküm olmaksızın cezaevinde tutulanlar oluşturuyor.
Burjuva hukukun ilkesi, “kişi aksi ispat edilene kadar suçsuzdur” olarak propaganda edilmesine rağmen gerçekte mahkemeler kişileri daha baştan suçlu ilan edip onun suçsuzluğunu ispat etmesini beklerler. Burjuva devletin bekasını güvence altına alma misyonu olan özel yetkili mahkemeler ise düzen muhalifleri söz konusu olduğunda açıkça düşman muamelesi yaparlar.
Kolluk güçleri istediği anda ve istediği yere baskın yapıyor, herkesi devlet güvenliğini zedelemeye niyetli şüpheliler olarak görüyor, izinsiz aramalar yapıyor, gerekirse tehlikeli gördüklerini gözaltında işkencelerde veya “dur” emrine uymadığı gerekçesiyle öldürüyor. Kolluk güçlerinin her türlü insanlık dışı uygulamalarıyla derdest edilip “içeri” tıkılmış olan düzen muhalifleri, bu defa da özel yetkili mahkemelerin özel yetkilerle donanmış savcılarının insafına bırakılıyor. Özel yetkilerle donanmış mahkemeler her türlü hak mücadelesi verenlerin önüne dikiliyor ve hak arayanları düşman ilan ediyor.
Bu tür mahkemelere karşı mücadele etmek işçi sınıfının görevlerinden biridir. Bu topraklarda, 1976’da yaşanan DGM direnişi, işçi sınıfının örgütlü bir güce sahip olduğu koşullarda bu mücadelenin etkili bir tarzda verilebildiğinin çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır.
link: Aylin Dinç, Özel Yetkili Mahkemeler Kapatılsın, Ekim 2011, https://en.marksist.net/node/2774
7,2 Değil Kapitalizm Yıktı!
Sosyalistler ve İşçi Sınıfı Arasındaki Güven Bunalımı