Somali’de binlerce insan, yağmur damlaları gibi toprağa düşüyor açlıktan. Açlık, kuraklık ve aynı zamanda emperyalist tekellerin kâr hırsı, bugüne kadar milyonlarca Somalilinin ölmesine neden olmuş durumda. Açlıktan ve kuraklıktan kurtulmaya çalışan açlar ordusu, kilometrelerce yol yürüyerek komşu ülke Kenya’daki Dadaab kampına ulaşmaya çalışıyor. Kampa ulaşabilenlerin sayısı şimdilik 600 bini geçiyor. Buraya ulaşmak için yollarda ölenlerin sayısını kimse bilmiyor. Kara derilerinin altında kemikleri sayılan Somalililer, etraflarındaki beyazları görür görmez “food” (yiyecek) diye sesleniyorlar.
Somali’de resmen kıtlık ilan edilmesinin ardından, Somali halkına yardım elini uzatmak için tüm bir dünya “seferber olmuş” durumda. Kampanyalar düzenleniyor, konserler veriliyor, bağışlar toplanıyor. Türkiye’de de son sürat yürüyen kampanyalara tanık oluyoruz. AKP hükümeti adeta Somali’ye çıkartma yaparcasına turlar ve organizasyonlar düzenliyor. Yardım gemileri yola çıkıyor, başbakan, ailesi, işveren temsilcileri ve TV starlarıyla birlikte Somali’ye gidiyor. Somali’den davet edilen üst düzey temsilcilerle Türk işadamlarının bir araya getirildiği iftar yemekleri veriliyor, toplantılar organize ediliyor. Elbette ki insanların ölmesine seyirci kalmak insanlık ayıbıdır. Ancak insanları açlığın ve kuraklığın pençesine terk etmek ve açlık yüzünden ölmelerine neden olmak insanlık ayıbından daha utanç verici bir durumdur. Afrika’yı ve Somali’yi bu hale getiren kapitalizm değil mi? Yani insanlık ayıbını kapitalizm işliyor. Türkiye’nin de içinde bulunduğu emperyalist güçler, kapitalizmin yarattığı açlığı şimdi nüfuz alanı oluşturma, pazar ve yatırım alanı elde etme biçiminde tahvile dönüştürme peşindeler. Yapılan tüm bu kampanyaların iç yüzünü, Somali’nin nasıl bu hale getirildiğini de bilmemiz gerekiyor.
Sömürülen, yağmalanan Somali’nin kara tarihi
Somali uranyum, bakır, boksit, demir, yüksek kalitede ve bol miktarda petrol gibi önemli yeraltı kaynaklarına sahip bir ülkedir. Coğrafi konumu açısından da Kızıldeniz’in Hint Okyanusuna açılan kapısı durumundadır. Aynı zamanda ticaret gemilerinin de güzergâhı olan Aden Körfezinin doğusunda yer alır. Hem konumu hem de kaynakları bakımından önemli bir ülke olan Somali, tarihi boyunca emperyalist devletlerin sömürüsüne maruz kalmıştır. Somali 1885’ten 1927 yılına kadar İtalya’nın işgali altındayken ülkenin kuzeyinde de İngilizler hâkimiyetlerini sürdürüyordu. 1960 yılında bağımsızlığını kazanan Somali, 1991 yılında patlak veren iç savaşla büyük bir yıkım sürecine girdi. İç savaşla birlikte Conoco, Amoco, Chevron gibi tekeller Somali’nin petrol kaynaklarını yağmalamaya başlamıştı bile. Ardından Birleşmiş Milletler, ABD’nin talepleri doğrultusunda ve “ülkede istikrarı ve güveni sağlamak” bahanesiyle, 1992 yılında 30 bin askeriyle Somali’de askeri bir üs kurdu. O sırada Somali’ye asker gönderen ülkeler arasında Türkiye de vardı. Fakat yaşanan iç karışıklığın önlenememesi ve ABD’nin büyük kayıplar vermesinin ardından BM, 1995 yılında geri çekildi. İç karışıklık silah tekellerinin işine gelen bir durumdu. Çünkü tüm bu süre boyunca “insani yardım” kılıfında yapılan yardımların %90’ının silah olduğu ve Somali’ye akan bu silahların daha sonrasında iç karışıklığın devamını sağlayacak savaş ağalarının yaratılmasında kullanıldığı ortaya çıkacaktı.
Somali’de 20 yıldır yaşanan iç savaş bitmiş değildir. Bugün iktidarı almak için uğraşan güçler birbiriyle çatışmaya ve ülkenin farklı noktalarında hâkimiyet kurmaya devam ediyor. BM’nin desteğiyle kurulan “Geçici Federal Hükümet” Somali’nin orta kesimlerini yönetiyor. Birleşik İslam Mahkemeleri Örgütü (UIC) ise başkent Mogadişu ve güney Somali’nin büyük bir bölümünde egemenliğini sürdürüyor. Bu ülkeye yardım götürenlerin büyük çoğunluğu ise kendilerine yakın gördükleri gruplara yardım yapıyorlar. İnsani yardım aslında “çıkarıma hizmet edene yardım” şeklinde kendisini ifade ediyor. Ve hatta toplanan yardımların büyük çoğunluğu ihtiyaç sahiplerine iletilmeden depolarda çürümeye terk ediliyor. Bir Danimarka televizyonunda, Birleşmiş Milletler’in Mogadişu’da bulunan deposunda üç aydır bekletilen gıda malzemelerinin görüntüleri yayınladı. Tüm bu malzemeler sırf BM’den emir gelmediği için depolarda çürümeye terk edilmişti. Bununla birlikte yapılan yardımlar tüm bir Somali halkına değil iç savaş nedeniyle birbirine düşman edilenler arasında ayrım gözetilerek dağıtılıyor. Yürüyen iç savaş emperyalist tekellerin işine gelirken, açlıktan ve kuraklıktan kırılan Somali halkının bütünü görmezlikten geliniyor.
Afrika yıllardır açlıkla, iç savaşlarla boğuşan kara bir kıta. Ayda yılda bir düzenlenen kampanyalarla ya da “En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi” gibi zirvelerle gündeme oturuyor. Ancak yardım kisvesi altında yapılan tüm bu kampanyalar ve toplantılar emperyalist tekellerin Afrika’yı nasıl yağmalayacağı konusu üzerinden yürüyor. İnsan kılığına bürünmüş bu caniler dikenli ellerini aç halka uzatıyor. Bunlar, bu yardımların bir hayır işi değil, uzun vadede kendilerine dönecek bir yatırım fırsatı olduğunu vurgulamaktan da çekinmiyorlar. Afrika dünyanın her ne kadar kurak toprakları ve çölleriyle bilinse de tarım yapılabilecek alanlara sahip. Milyonlarca hektarlık verimli araziler dev gıda tekelleri tarafından yağmalanarak, bu tekellerin ihtiyaçlarına dönük üretim yaptırılıyor. Kendi ekip biçtiği topraklardan bir gram yararlanamayan Afrika halkları açlığa terk ediliyor. Afrika Boynuzu’nda tarım arazilerinin dev tekellere kiralanması ya da satılması sonucunda bu topraklarda ağırlıklı olarak biyolojik yakıt elde etmek için üretim yapılıyor. Bir otomobilin yakıt deposunu doldurmak için üretilen tahıl miktarı bir insanın bir yıl boyunca tüketeceği miktara eşitken, insan değil otomobil daha kıymetli oluyor. Aynı zamanda yağmur ormanları adı verilen ormanların kısa zaman içerisinde kesilip tarım alanı haline getirilmesi bölgenin yağmur almasına engel oluyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün verilerine göre, Afrika kıtası son 10 yılda 30 milyon hektardan fazla ormanlık alanını kaybetti. Kuraklığın nedeni ormanların ve tarım arazilerinin emperyalistler ve kapitalistler tarafından talan edilmesidir.
Etrafı denizle çevrili olan Somali aslında balıkçılığın da yapılabildiği bir ülkedir. Ancak iktidar boşluğu, Somali sularının da dev tekellerin serbestçe at oynatma alanı haline gelmesine yol açıyor. Birçok emperyalist ülke nükleer ve zehirli atıklarını bu bölgenin sularına boşaltmaktan geri durmuyor. Aynı zamanda diğer ülkelerden gelen yüksek teknolojik donanımlı gemiler Somali sularındaki zengin ton balığı kaynaklarını da kurutmuş durumdalar. Somalili balıkçılar ise kaçak avlanan diğer gemilere el koyarak korsanlık yapmaya başladılar. Korsanlar bu niyetlerle ortaya çıkmalarına rağmen bugün emperyalist güçler tarafından yönlendirilir hale geldiler. 2008 yılında korsanlık olaylarının artmasıyla NATO içerisinde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülke bu sulara hükmetme kararı aldı. Türkiye’yi de “yakından ilgilendiren” bu durumun ardından komutanlığını bir Türk subayının yürüttüğü donanma Somali karasularında “asayişi sağlamaya” gitti. Bu ne çelişkidir ki yıllardır açlık felaketiyle yaşamaya çalışan Somali halkına dün donanma gemileri gönderilirken bugün yardım gemileri gönderiliyor. Gerçekte, Somali halkını böylesine açlıkla yüz yüze bırakan felâket “doğal” değil aslında kapitalizmin azgın kâr hırsının yarattığı bir felâketten başka bir şey değildir. Afrika kıtasının sahip olduğu kaynaklar, üzerinde yaşayan halkların ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek potansiyele sahipken, yıllarca emperyalistler tarafından yağmalanmış, talan edilmiş bu topraklar ve deniz yüzünden milyonlarca insan şimdi açlıktan ve yoksulluktan kıvrandırılıyor.
Emperyalist yardımlara nasıl bakmalıyız?
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir yardım seferberliği başlamış durumda. Televizyonlardan, internet sitelerinden Somalili aç insanların resimlerinin yanında hesap numaraları, Somalililer için SMS kampanyaları düzenleniyor. Reklâm panoları afişlerle donatılıyor, şehrin merkezi sokaklarına yardım çadırları kuruluyor. Birçok kurum ve şirket iftar yemeklerini Somali halkı adına veriyor. Elbette ki bu kampanyalar onlarca Somalilinin hayatını kurtaracaktır. Ancak yüz binleri ölümün pençesinden kurtarmaya yetmeyecektir. Bu yardımların amaçlarını ve niyetlerini iyi okumamız gerekiyor. Kapitalistler hiçbir zaman babalarının hayrına yardım yapmadılar, yapmayacaklar da. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen burjuvazi, gelecek yıllarda kazanacaklarının peşindedir.
Bu durum Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’da nüfuzunu arttırmak isteyen Türkiye için de geçerlidir. Önümüzdeki 10 yıl boyunca “en az gelişmiş ülkeler”le ilgili koordinatörlük görevini üstlenen Türkiye, ticari ve siyasi otoritesini de bu topraklara yaymak için her türlü fırsatı kullanmaya çalışıyor. Bu çerçevede Somali’ye yapılan yardımlar da elbette fırsata dönüştürülüyor. Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında, TÜSİAD, MÜSİAD, TİM, ASKON, TUSKON gibi sermaye örgütlerinin yanı sıra İnsani Yardım Vakfı ve Deniz Feneri Derneği gibi kurumların katıldığı Somali Değerlendirme Toplantısında tam da buna dönük kararlar alındı. Somali’de bir büyükelçilik açılması, lojistik merkezler kurulması ve götürülecek yardımların bu merkezlerde toplanması, ülke altyapısının iyileştirilmesi, havaalanı ve tam teşekküllü hastaneler inşa edilmesi… Başbakan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Somali’ye önemli yatırımlar yapacağını söylüyor. Tüm bunlara Somali halkına yardım etmek için değil, sermayeye yeni yatırım alanları açmak için girişildiğine kimsenin şüphesi olmamalıdır. İşin gerçeği, Türkiye, Afrika’ya şimdi de Somali’deki açlık üzerinden girmeye çalışmaktadır. Somali’ye giden Türk heyetinin içerisinde Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş gibi kapitalistlerin de bulunması “yardım”ın sermayeye ne büyük fırsatlar doğuracağının da göstergesidir.
Dünya üzerindeki halkların açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranmasının temel nedeni, kapitalist sistemden başkası değildir. Milyonlarca insanı açlık batağına batıran ve sözde bataktan çıkarmak için timsah gözyaşlarına bulananlar da vahşi ve cani kapitalistlerden başkası değildir. Kapitalistler timsah gözyaşları dökerken, Somali’deki dram karşısında vicdanları gerçekten samimi olarak sızlayanlar ve yardım için çırpınanlar dünyanın dört bir yanındaki emekçi kitlelerdir. Onlar açlık yüzünden ölen insanlara seyirci kalmanın bir insanlık ayıbı olduğunu yüreklerinde hissedenlerdir. Fakat yüz binlerce insanın, Somalili açların acısını yüreğinde hissederek yaptığı bu yardımlar gerçek sahiplerine ulaştırılmakta mıdır? Bizim söylememize gerek yok, BM üzerinden gelen milyonlarca doların aç insanlara değil de Somali’deki egemenlere nasıl gittiğini anlatan Erdoğan’ın kendisidir. Biliyoruz ki, Türkiye de toplanan yardımları Somali’de kendisiyle işbirliği yapan gruplara vermektedir. Diğer taraftan, yardım malzemelerinin hangi şirketlerden ve kaç paraya alındığı da önemlidir. Bu yardımlar üzerinden tüm kapitalistlerin vurgun yaptıkları bir gerçektir. Nitekim telefon şirketlerinin Somali’ye yardım için SMS mesajı gönderenlerden ücret kesmesi, yardımın nasıl da vurguna dönüştürüldüğünün bir ifadesidir. Bu nedenle toplanan yardımları baştan sona yönetecek şekilde sendikalardan ve işçilerden komiteler oluşmalı, süreç denetlenmelidir. Kontrolü işçilerin elinde olmadığı sürece, gıdalar ya depolarda kilitli kalacak ya da belirli kesimlere dağıtılarak aç halkın bütünü görmezden gelinecektir. Afrika halkı yeniden ve yeniden açlığa terk edilecektir. İç çatışmaların taraflarına, millet, din ve dil farkına bakmadan bu yardımların adil ve eşit dağıtılmasını sağlayacak tek güç işçi sınıfıdır. Çünkü işçilerin Somali ve Afrika halkına yapılacak yardımdan herhangi bir maddi çıkarı yoktur. İşte bunun için işçilere ve sendikalara büyük görevler düşmektedir. Sendikalar ve işçi örgütleri arasında uluslararası dayanışma ağının örülmesi, yapılacak yardım kampanyalarının işçiler tarafından örgütlenmesi ve denetlenmesi, milyonlarca insanın muhtaç bırakıldığı yardımlara ulaşmasını ve hayatta kalmasını sağlayacaktır.
Açlık nedeniyle ölüme terk edilmiş Somali halkına yardım elini uzatmak bir insanlık borcudur. Tüm bir dünya halklarını açlığın, yoksulluğun, işsizliğin pençesinde kıvrandıran ve tüm dünya halklarını bu hale getiren emperyalist tekelleri ve onların sistemlerini yeryüzünden silip atmak da bir insanlık görevidir. Bir elinde gül, bir elinde kanlı silah taşıyan emperyalist devletler ve tekeller, hayır değil fırsat sevdasıyla yanıp tutuşmaktadırlar. Onların bu hedeflerini boşa çıkarmak ise tüm bir dünyada işçilerin örgütlü mücadelesinin yükseltilmesiyle mümkündür. İnsana değil kâra dayalı kapitalist sistem var olduğu sürece Afrika kıtasında ve dünyanın diğer bölgelerinde açlığa terk edilmiş çocukların dargın gözleri, gözlerimizden eksik olmayacaktır.
link: Dicle Yeşil, Somali’de “İnsancıl” Emperyalizm!, Eylül 2011, https://en.marksist.net/node/2746
Rahat Bırakın Çocukları!
Darbenin “Dışarıdaki” Mağdurları: Kadınlar, Analar!