Krizin derinleştiği, sendikasızlaştırmanın ve işçilerin haklarına yönelik saldırıların arttığı bir dönemden geçiyoruz. Sermaye sınıfının yürüttüğü saldırılara karşı sendikal cepheden yeterli düzeyde bir yanıt verilebilmiş değil. Sendikaların içinde bulunduğu bu ataletin ve tepkisizliğin başlıca nedeni, sendikal hareketin yıllardan beri düzenle bütünleşmiş bürokrat sendikacıların ve onların yerleştirdiği sınıf uzlaşmacı sendikal anlayışın hegemonyası altında bulunmasındandır.
Sendikal hareketi içinde bulunduğu bu durumdan kurtarmak için, sendikaların tepesine çöreklenmiş ve sendikalı işçilerin mücadelesini kösteklemekten başka bir iş yapmayan, iyice ağalaşmış bu türden sendika bürokratlarına karşı sistemli bir mücadele yürütmek şarttır. Çünkü işçi sınıfına tamamen yabancılaşmış bu unsurlar, yıllardan beri işçi hareketi içinde burjuvazinin destekçileri olarak işlev görmektedirler. Bunların asli görevi, kapitalistler lehine (buna kapitalist devlet de dâhildir) işçileri denetim altında tutmak ve işçi hareketinin gelişmesine, güçlenmesine engel olmaktır. Kısacası bunlar işçi sınıfına ihanet içindedirler. Nitekim bugün işçilerin hakları ve örgütlülükleri bir bir yok edilirken, bunların kılları dahi kıpırdamamaktadır. Bu sendika ağalarının ve bürokratlarının ara sıra burjuvaziye ve devlete karşı yaptıkları sözüm ona çıkışlar ve ortaya koydukları göstermelik tepkiler ise, kendi işbirlikçiliklerini işçilerden gizlemeye ve sendikalardaki mevki ve makamlarını uzun bir süre daha koruyabilmeye yöneliktir.
Bu bürokratlaşmış ve hatta ağalaşmış sendikacılar, patronlarla ve devletle öylesine içli dışlı olmuşlar ve işçi sınıfına öylesine yabancılaşmışlardır ki, işçiler bile onların bir dönem işçi olduğuna ve hatta kendi oylarıyla seçildiğine inanamamaktadırlar. Onlar işçilerin sırtından kazandıklarıyla bir daha işçilik yapmayacak kadar işçi sınıfından kopmuşlardır. Öte yandan, zaten türlü dalaverelerle oturdukları koltuklardan kalkmamak için de çevirmedikleri dolap kalmamaktadır. Kimileri ancak burjuva partilerden milletvekili seçildiklerinde sendikadaki koltuklarını bırakmaktadırlar.
İşçi sınıfının içindeki bu burjuva ajanları, daima işçilerin gücünü bölen, birliğini ve mücadelesini engelleyen bir tutum içinde olmuşlardır. Bunlar genelde sermayenin çıkarlarını ifade eden milliyetçi fikirlerin de en azılı savunucularıdırlar. Emperyalist savaşlarda, ülke çıkarları diyerek işçilerin cephelerde ölüme yollanmasına hiç ses çıkarmazlar. Grev ve eylemlerde ise göstermelik kahramanlıklarla, sahte nutuklarla işçileri kandırmayı çok iyi bilirler. Onlar aslında örgütlü işçilerin nasıl bir güç oluşturduklarının çok iyi farkındadırlar. Zaten bu gücü sinsice bastırmak, etkisiz hale getirmek için o koltuklarda otururlar.
Diğer taraftan, bugün sendika yönetimlerinde, lafta mücadeleci sendikacı geçinen ama genelde hep pasifist ve uzlaşmacı tutumlar sergileyen ve bu bakımdan deyim yerindeyse “iki arada bir derede” konumlarını sürdüren sendikacılar da az değildir. Bu sendikacılar yeri geldiğinde ve özellikle öncü-militan işçilerle konuşurken, sendika ağalığına ve sendikal bürokrasiye karşı atıp tutarlar ve bolca eleştiri yaparlar. Fakat iş gerçekten bürokrasiyle ve sendika ağalığıyla mücadeleye geldiğinde ve bu konuda sınıf bilinçli, mücadeleci işçilerle birlikte hareket etmeleri gerektiğinde, bu sendikacıların da ayakları geri geri gitmeye başlar. Neticede bunlar da eleştirdikleri bürokrat sendikacılardan çok faklı bir davranış içine giremezler. Çünkü bunlar, sendikal bürokrasiyle gerçek anlamda bir mücadeleyi göze alamayacak denli korkak tabiatlıdırlar. Ama kendi korkaklıkları yüzünden yapamadıkları şeyler için de hep bürokrasiyi bahane gösterirler ve “ben suçsuzum” demeye getirirler!
Daha ziyade sendika şubelerinde ve bazen da sendikaların merkezi yönetimlerinde konuşlanabilen bu tip sendikacılar, örneğin, sermayenin neden olduğu krize karşı profesörleri, ekonomistleri vb. toplayarak kulağa hoş gelen birtakım kararlar alırlar. Bu kararlar doğru bir içeriğe de sahip olabilir. Fakat iş mücadele etmeye, alınan kararları uygulamaya gelince tek somut adım atmazlar. Ettikleri onca lafı unuturlar. Alınan güzel kararların hepsi kâğıt üstünde kalır. Kararların hayata geçirilmesine çalışmazlar. İşçiler, yapılan toplantılardan da, alınan kararlardan da çoğunlukla haberdar edilmezler.
Aslında bu kesim de işçilerin gücüne ancak lafta inanır. Pratikte işçilerin mücadelesine pek güvenmez. İşçiler adına konuşmak, kararlar almak ve “devrimci” görünmek daha caziptir. Örneğin, fabrikalarda işçilerin taban inisiyatifi almasına izin vermezler, sendikaların birer mücadele okulu haline gelmesine engel olurlar. Bir işyerindeki mücadeleyi genel ve yaygın bir mücadele düzeyine yükseltmek için çaba göstermezler.
Militan sınıf sendikacılığı anlayışını hâkim kılmak zorundayız!
Sermayenin saldırılarının arttığı, sistemin çelişkilerinin yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Sermayenin neden olduğu kriz ve emperyalist savaş, işçi sınıfının önüne oldukça sert geçecek bir mücadele dönemini koymuş bulunuyor. Bu mücadelede sendikaların önemli işleve sahip olacağı çok açıktır. Oysa hepimizin bildiği gibi bugün sendikal mücadele dibe vurmuş durumdadır. O halde biz işçiler, sendikal mevzilerimizi güçlendirmek için de mücadele etmek zorundayız. Bunun için de öncelikle bürokrasiyi ve uzlaşmacı anlayışları sendikalarımızdan defetmek ve sendikal harekette militan sınıf sendikacılığı anlayışını hâkim kılmak için çalışmalıyız.
Bu anlayışın temel farklılıklarını koymak gerekirse: Militan sınıf sendikacılığı anlayışı doğrultusunda mücadele yürüten sendikacılar tabandan kopmamışlardır. Tersine işçi kitlesiyle iç içedirler ve mücadeleyi onlarla birlikte yürütürler. Esas olarak işçi sınıfının mücadelesini güçlendirmeye ve ilerletmeye çalışırlar. Konfederasyon ayrımı yapmaksızın sendikal mücadeleyi güçlendirmek ve doğru mücadele hattına oturtmak için çabalarlar. İşçilerin sendikal mücadelede sorumluluk almalarını ve işyerlerinde sağlam taban örgütlülükleri yaratmalarını teşvik eder ve bu konuda bizzat girişimci olurlar. Sendikal mücadelenin her aşamasında ve alınan kararlarda, işçilerin taban örgütlülükleri aracılığıyla doğrudan söz sahibi olmalarını isterler.
Uzlaşmacılığı ve işbirlikçiliği mahkûm eden militan sınıf sendikacılığı anlayışı, bir yandan devletin ve patronların baskısına, diğer yandan ise sendikal bürokrasinin baskısına direnir, bunları işçilere teşhir eder. Militan sınıf sendikacılığı anlayışı, işçilerin uluslararası mücadele birliğini de savunur. Haksız savaşların ve emperyalist savaşların karşısında yer alır ve işçi kitlelerini bu temelde mücadeleye çağırır. Sermaye partilerinin işçi düşmanı politikalarını teşhir eder ve bu partilere karşı mücadele verilmesi gerektiği konusunda işçileri bilinçlendirir.
Kuşkusuz bugün mücadeleci sınıf sendikacılığı anlayışı henüz sendikal mücadele içinde çok ama çok azınlıktadır. Ama yalnızca ve yalnızca militan sınıf sendikacılığı anlayışının egemen hale gelmesi sayesinde sendikalar gerçekten mücadeleci birer sınıf örgütü haline gelebilirler. Bugün burjuvazinin krizin bedelini işçilere ödetme, örgütsüzleştirme, sendikal yasaklar uygulama gibi saldırıları karşısında, işçilerin doğru ve mücadeleci bir tutum alabilmesi, ancak militan sınıf sendikacılığı anlayışının sendikalara hâkim kılınmasıyla mümkün olabilir. Ama öte yandan sendikalar da ancak mücadeleyle bu görüşlere kazanılabilir ve kazanılmalıdırlar. Sabırla çalışan, mücadeleden ödün vermeyen militan sınıf sendikacılığı anlayışına sahip öncü işçilerin, sendikaları mücadele örgütleri haline getirebileceğinden hiç kuşku duyulmamalı.
link: Adil Aksu, Nasıl Bir Sendikal Anlayış?, 1 Ağustos 2009, https://en.marksist.net/node/2220
Kriz Devam Ediyor
Gazi Mahallesi Barış İçin Yürüdü