Burjuva ikiyüzlülüğü iğrenç bir sırıtışla yine karşımızda. Kasım ayının üçüncü haftası Çocuk Hakları Haftası olarak kutlanıyorken, aynı günlerde küçücük Kürt çocuklarının yarınlarının nasıl karartılacağının hesapları yapılıyordu. Bir yandan “çocuklar geleceğimizdir” denirken, diğer yandan “polise taş atan çocuk da olsa gereken yapılacaktır” deniyordu. Evet, çocuklar gelecektir gerçekten de. Bir halkın geleceğini yok etmek için, doğmamış çocukları ana karnında süngülemekten çekinmeyen, küçücük çocukları katleden, tarih boyunca azınlıklara zulümden başka bir şeyi reva görmeyen egemenler, Kürt halkına da aynı yöntemleri el alışkanlığı ile yapmaya devam ediyorlar. Kürt halkını kıskaca almak, direncini kırmak için küçücük çocuklar katlediliyor, işkence etmekten çekinilmiyor, kolları bacakları kırılıyor, yarınları karartılıyor. Kürt halkı kolsuz, bacaksız bırakılmak isteniyor.
Kürt hareketinin son dönemdeki artan direncinden rahatsız olan sermaye devleti, sıkıştıkça daha da saldırganlaşıyor, çoluk çocuk demeden tüm Kürt halkına ateş püskürüyor. 12 Eylül faşist darbesinden sonra daha 17 yaşında olan Erdal Eren’in yaşı aceleyle büyütülerek ipe gönderilmiş, “beslenmeyip” asılmıştı. O günden bugüne ne değişti? Kanlı darbenin sıcağında yapılan bu cinayetten yıllar sonra olanlar ne peki? Katliamlarla halkları susturmaya alışmış sermaye devleti, çocukları katletmek için yaşlarını büyütmeye de gerek duymuyor artık. Yeri geliyor küçücük bedenleri yaşlarından daha fazla sayıda kurşunla delik deşik ediyor, yeri geliyor yıllardır Kürtler ve devrimcilerle dolup taşan hapishanelerin boş kalan yerlerine Kürt çocuklarını sıkıştırmaya çalışıyor.
Tarih boyunca varlığı, dili, kültürü, talepleri inkâr edilen halkların çocuklarının, inkârcılarına, dedelerine dışkı yedirenlere, kız kardeşlerine tecavüz edenlere, evini, köyünü yakanlara çiçek attığı hiçbir yerde görülmemiştir. Oyuncakları kol ve bacaklarını kaybettikleri mayınlar, oyunları savaşlar, müzikleri bombardımanlar, çatışmalar olan çocuklar bunları yaratanlara dostluk eli uzatamazlar. Kürt illerinde polis ya da asker olmak isteyen bir Kürt çocuğuna rastladınız mı hiç? Asker ve polis üniforması, asker postalları akli dengesi yerinde olan her Kürt çocuğu için devlet terörünün simgesi haline gelmiştir. Rüzgâr eken fırtına biçer.
Şu sıralar batı illerinde tekrar sıklaşan ve rutin hale gelen kimlik kontrolleri bile yıllarca Doğu ve Kürt illerinde “devletin yumruğu tepenizde” mesajı verilmek için yapıldı, Kürtlerin aldıkları her nefesten korkarak yaşamaları istendi, yıllarca kimliksiz evden bakkala bile gidememe fobisi geliştirildi. Panzerler, askeri araçlar şehirlerin içinde cirit attı; kamuflaj makyajlı, dazlak kafalı, insan azmanı özel timlerle gövde gösterisi yapıldı. Kürt hareketinin cılız olduğu yerlerde bile yalnızca polisin, özel timin, jandarmanın baskısı değil, kendini devletin temsilcisi olarak gören öğretmenin, doktorun vb. baskısı, saldırısı da yaşamdan bezdirecek düzeydeydi.
Amerika’da siyahların ikinci sınıf vatandaş sayılmaktan çektikleri azaplara gözyaşı dökenler, nedense buradaki “zenci” kardeşlerini görmezden geldiler. Kendini bu paranoyadan kurtarabilmiş, medyanın bombardımanından zehirlenmemiş, beyni yüreği ile aynı düşünebilen, “onca tankın, topun, timin, askerin orda ne işi var”, “köyler niye yakılıyor”, “Kürtler niye kaçırılıp öldürülüyor”, “Kürt köylülerini açlığa mahkûm eden yiyecek kotaları halkı terörize etmek için değil mi?” diye düşünen, “ben Afrikalıyım, ben Filistinliyim derken ben Kürdüm de” diyebilen duyarlı insanların sayısı ne kadardı acaba?
Ekilen kin ve nefret tohumları kardeşi kardeşe düşman etti, birbirinden ayırdı, birbirinden korkmasına yol açtı. Birini diğerinin boğazlanmasına seyirci kıldı. Ama bu sessizlik kaçınılmaz olarak dönüp Türk işçi ve emekçilerini de vurdu. Yıllarca Kürt halkını yok sayan, baskıyla, devlet terörüyle kendini inkâr ettirme noktasına getirtmeye çalışan sermaye düzeni, orada işini hallettiğini düşündüğü her anda dönüp Türk işçi ve emekçilerin gırtlağına yapıştı. Anti-demokratik yasalar ve uygulamalar, emeklilik yaşının her yıl biraz daha yükseltilmesi, özelleştirmelerle başlayan hak gaspları ve bugüne kadar adım adım neredeyse elimizdeki tüm hakların alınma noktasına gelişimiz biraz da zulme seyirci kalışımızdan değil mi? Yunanistan’da 15 yaşındaki bir çocuk için, işçilerin, emekçilerin büyük bir kısmı kendi çocuğunu kaybetmiş gibi ayağa kalktı. Ama Türkiye’de son 30 yıla yakın sürede, devlet terörünün yok ettiği 30 binden fazla gencecik insanın hesabı bu savaştan çıkarı olan sermayeye ve onun devletine hâlâ sorulmuş değil.
Burjuva ikiyüzlülüğüne yine dönersek, Kasım ayında Çocuk Hakları Haftasının kutlandığı bu ülkede, aynı sıralar, Diyarbakır’da eylem ve etkinliklere katılan çocuklardan 25’inden 6’sı için 23’er yıla kadar hapis cezası isteniyor, Mardin’in Kızıltepe İlçesi, Nusaybin’de, Batman’da, Şırnak’ta, İdil’de, Silopi’de çocuklar gözaltına alınıyor, işkenceye maruz bırakılıyordu. Polis saldırısına uğrayıp yaralanan çocuklar hastanelere bile gitmekten korkuyorlardı.
Polise taş atan çocukların ailelerini belediye yardımlarından ve kömür dağıtımından yoksun bırakarak cezalandıracağını açıklayan Adana valisi İlhan Atış, “biz bu çocukları ebeveynlerinden daha çok seviyoruz” derken burjuvazinin dilinden yalnızca yalanların aktığını ispatlıyordu. Çocukları sevdiklerini söylerken bunları yapanların, bu çocuklardan nefret ederlerse neler yapabileceklerini düşünebiliyor musunuz? Çocukların ebeveynlerinden daha çok sevildiklerinin söylendikleri yerde gösterilere katılan çocuklar en sert uygulamalarla karşılaştılar. Adana’da 11 ayda 264 çocuk gözaltına alındı, bunlardan 69’u tutuklandı. Adana Pozantı Cezaevinde 50 çocuk tutuklu. 100’den fazla çocuk için 20 yılın üzerinde hapis cezası isteniyor. 3’ü tutuklu 6 çocuk hakkında 58’er yıl hapis istemiyle dava açılmış. Diyarbakır’da 2006 yılında yapılan gösterilerde gözaltına alınan 80 çocuk hakkında da 9,5 ile 24 yıl arasında değişen hapis cezaları isteniyor. Gözaltına alındıkları sırada 13 ilâ 18 yaş arasında olan bu çocuklar hapishanede büyüyorlar. Cizre’de 2007 Şubatından bu yana 80 civarındaki çocuk 20’şer yıl ceza tehdidi altındalar.
Çocuk hakları konusunda burjuvazinin ikiyüzlülüğünün simgesi olan sözleşmenin, çocuklara işkence yapılmasını, kötü muamelede bulunulmasını veya ceza verilmesini yasaklayan maddesi alay edercesine yazıldığı yerde bizlere haince sırıtıyor. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın bedenine sıkılmış 13 kurşun toplumun sessizliğini, susturulmuşluğunu, örgütsüzlüğünü yüzümüze haykırıyor. Birkaç dilim baklavayı para vermeden aldıkları için yıllarca özgürlükleri ellerinden alınan çocuklar, potansiyel hırsız olarak kabul edildikleri için keskin nişancı polisler tarafından öldürülen çocuklar, işçi ve emekçi Türklerle Kürtlerin kaderinin siyam ikizleri gibi birbirine bağlı olduğunu ispatlıyor. Yüzleri birbirinden başka tarafa döndürülmüş, birbirine küsmüş siyam ikizlerinin yaşamsal organlarının ortak olduğu kadar düşmanlarının da ortak olduğunu görmesi lazım artık.
link: Aylin Dinç, Çocuk Haklarından Kürt Çocuklarının Payına Düşenler, 1 Ocak 2009, https://en.marksist.net/node/2021
Nazım Hikmet TC Vatandaşlığına Alındı!