2003 Eylül ayında Bolivya hükümetinin çokuluslu petrol tekelleriyle imzaladığı doğal gaz satış anlaşmasının ardından, başta madenciler olmak üzere işçilerin ve yoksul köylülerin ayağa kalkmasıyla, ABD destekli Sanchez de Lozada hükümeti düşmüş ve Lozada ülke dışına kaçmıştı.[1] O günlerden bu yana Bolivya’da kendi iniş-çıkışlarıyla devrimci öz taşıyan bir kitle seferberliği yaşanmakta. Ancak bu süreçte burjuvazinin karşı-devrimci faaliyeti de olgunlaşmış ve gelinen noktada kitle hareketinin kazanımları da tehlike altına girmiştir.
Devrimci durumun yarattığı rüzgâr sayesinde 2005 yılının Aralık ayında büyük bir halk desteğiyle başkanlığa seçilen MAS (Sosyalizme Doğru Hareket) lideri Evo Morales, egemen sınıf tarafından, özellikle son birkaç aydır büyük baskı altına alındı. 8 Ağustosta yaptığı referandumla sorunları “demokratik” yollardan çözebileceğini zanneden Morales, bu referandumda %67 gibi yüksek oranda bir destek oyu almasına rağmen burjuvaziye geri adım attıramadı. Morales’in, doğal kaynakların kontrolünün merkezi hükümetin denetimine geçmesi, büyük toprak mülkiyetinin sınırlandırılması, toprak reformunun gerçekleştirilmesi, özerk bölgelerdeki yönetimlerin güçlerinin sınırlanması, bu bölgelerde yoğunlaşan zengin doğal kaynakların gelirlerinden ülkenin yoksul bölgelerinin de pay alması ve ekonomide kamu denetiminin artması gibi konularda anayasa değişiklikleri ile hayata geçirmeye çalıştığı reformlar tekelci sermayenin büyük direnişi ile karşılaştı. Burjuvazi, karşısında ürkek davranan ve her durumda uzlaşma arayan reformistleri bulunca, sınıf mücadelesi tarihinin benzer her durumunda olduğu gibi, Bolivya’da da, yasaları, anayasayı bir kenara atıp karşı-devrimi güçlendirmeye, hükümeti ellerinde bulunduran reformistleri sallamaya başladı.
Ülkenin zengin doğal gaz yataklarına sahip olan Santa Cruz, Beni, Tarija, Pando ve Chuquisaca eyaleti valileri, Morales’in yeni anayasa taslağını, çoğunluğu yoksul köylülerden oluşan yerlilere daha çok hak tanıdığı için reddettiler. Morales’in Ağustos referandumunda bu bölgelerde bile %40’ın üzerinde oy almasıyla, hükümeti “demokratik” yollarla ele geçiremeyecekleri kanaatine varan bu valiler, bir yandan da ayrılıkçı niyetlerini iyiden iyiye ortaya koymaya başladılar. Morales’in göz yummasıyla güçlenen karşı-devrimci valiler, 2006 Temmuzundan bu yana bölgesel yönetimlerin özerkliğini güçlendiren kararlar alarak ülkeyi fiili olarak bölme yönünde adımlar atıyorlardı. ABD’den de büyük bir destek alan bu güçler, merkezi hükümetin kurumları karşısında kendi polis, gümrük ve mali sistemlerini kurmuşlardı. Bu kurumları kullanarak, Morales’i destekleyenleri sindiriyorlardı. Aynı zamanda, faşist çeteler örgütleyerek, bu paramiliter güçleri, doğalgaz taşıyan boru hatlarına sabotaj düzenlemekte, sendikacılara, Morales yanlılarına, hatta kamu binalarına saldırılar tertiplemekte kullanıyorlardı.
Valilerin anayasa taslağını reddetmeleri üzerine, bu beş eyalette hükümet karşıtı protestolar da artmaya başladı. Pando eyaletindeki gösteriler Morales yanlısı yoksul köylülere yönelik azgın bir şiddete dönüştü ve faşist çeteler onlarca emekçiyi katletti. 11 Eylül 2008’de, 100’den fazla Morales taraftarı köylü, Pando’da vali Leopoldo Fernandez’in silahlı adamları tarafından tuzağa düşürülerek yaralandı ve 30 köylü öldürüldü. Bunun üzerine Morales, Pando’da sıkıyönetim ilan etti. Morales’e bağlı askerler, merkezi hükümetin uçaklarının inişine bile izin vermeyen havalimanlarının kontrolünü yeniden sağladı. Morales valiyi tutuklama kararı aldı ve yeni bir vali atadı. Aynı zamanda, bizzat paramiliter güçlerin örgütleyicisi durumundaki ABD büyükelçisi Phillip Goldberg’i de istenmeyen kişi ilan etti ve ülkeden kovdu.
Morales bütün bunlara rağmen 12 Eylülde, sanki Pando’daki saldırılar öbür bölgelerdeki saldırılardan izoleymiş gibi, diğer muhalif valileri “önyargısız bir diyalog” için toplantıya çağırıyordu. Toplantıya katılan valilerle günler boyunca kapalı kapılar ardında pazarlıklar yapan Morales, sonunda çeşitli konularda tavizler vererek uzlaşma sağladı. Devlet Başkan Yardımcısı Alvaro Garcia, “tarafların kesin karara vardıklarını” açıkladı ve bu anlaşmanın ardından, Ocak 2009’da yeni anayasa taslağının referanduma sunulacağını belirtti. Garcia, Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales’in, bu kararın alınması için muhalefetin talebine uyarak taviz verdiğini ve devlet başkanlığı için 3. kez aday olma ihtimalinden vazgeçtiğini de ekledi. Buna göre anayasa için referandum 25 Ocak 2009’da, eğer anayasa kabul edilirse devlet başkanı ve milletvekili seçimleri ise 6 Aralık 2009’da yapılacak. Morales bu seçimi kazanırsa 2014’e kadar devlet başkanlığı yapacak, ancak 3. kez seçilemeyecek.
Uzlaşmalar karşı-devrimin önünü keser mi?
Attığı geri adımlarla bugün uçuruma iyice yaklaşan Morales, başkan seçildiği 2005 yılının sonundan beri, düzen güçlerinin partileriyle çeşitli anlaşmalar imzaladı ve çokuluslu maden tekelleriyle işbirliğine girişti. İşçilerin ve yoksul köylülerin durumlarını iyileştirme vaadiyle iktidara gelmesine rağmen, karşı-devrimci güçlerin kontrolünde bulunan eyaletlerdeki zenginliği yoksulların lehine dağıtacak politikaları uygulamaya koymayıp, aksine kemer sıkma politikalarıyla işçi ücretlerini baskı altına aldı.
Morales iktidara geldiği günden bu yana programındaki en asli unsurları bile hayata geçiremedi. Ne toprak reformu oldu ne yeraltı zenginliklerinin paylaşımı konusunda Bolivyalı işçilerin ve yoksul köylülerin yararlanacağı düzenlemeler yapıldı. Ülke zenginliklerinin %80’inin kontrolü halen karşı-devrimci eyalet yönetimlerinin elinde. Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların tümünü bilmek olanaksız, ama Ocak ayında yapılacak referandumda yeni anayasa kabul edilse bile, yoksul köylülere toprak dağıtımı mülk sahiplerinin topraklarına el konularak değil devlet arazileri üzerinden gerçekleştirilecek. Toprak mülkiyeti kişi başına 10.000 hektar ile sınırlanacak. Büyük toprak sahibi ailelerin her bir bireyinin bu miktardaki toprağa sahip olma hakkı olduğu düşünüldüğünde, bu sınırlamanın mevcut mülk sahiplerini pek etkileyeceği söylenemez. Anayasa taslağında gündeme gelen doğalgaz için uygulanacak vergi miktarının ne olacağı da belirsiz.
Morales bu konularda yoksul köylüler ve işçiler adına hiçbir ilerleme kaydedemedi, ancak bütün reformistlerin gördüğü temel işlevi layıkıyla yerine getirdi: İşçi sınıfının ve yoksul köylülüğün sisteme karşı yükselen kitlesel hareketini dizginledi, etkisizleştirdi. Zengin kaynaklara sahip doğu eyaletlerinde ABD katkısıyla hiçbir engelle karşılaşmadan yerel yönetimleri ele geçiren, faşist çeteler kuran burjuvalara karşı pasif tutumlar sergilerken, grevci maden işçilerine karşı devletin gücünü kullanmaktan imtina etmedi. Karşı-devrimci güçlerin kontrolünde olan bölgelerde Morales yanlısı köylülere dönük her türlü şiddeti kullanırken sessiz kaldı, onları korumasız bıraktı. Ayaklanan işçilerin öz-örgütlerinin içini boşalttı, savunma komitelerini ortadan kaldırdı. Kendini de Bolivyalı işçileri de burjuva devletin askerine emanet etti.
Emperyalizm çağına gelmiş kapitalizm öylesine büyük bir gericilik halini almıştır ki, Bolivya gibi işçi-emekçi kitlelerin sefaletin pençesinde kıvrandığı azgelişmiş küçük ülkelerde, olağan burjuva demokratik talepler bile pratikte düzenin çerçevesini zorlayan kitle seferberliklerine, devrimci kaynaşmalara yol açabilmektedir. Gericileşmiş kapitalist düzen, Bolivya örneğinde toprak reformu, petrol ve doğal gazın kamulaştırılması, bölgesel eşitlik gibi olağan taleplere bile tahammül edememektedir. Bu tür taleplerin bile gerçekleşmesi pratikte ancak işçi iktidarı ile mümkün hale gelmektedir. Bu yüzden bu taleplerin öne sürülmesiyle devrimci bir işçi partisinin önderliğinde seferber edilecek bir mücadele bir işçi iktidarının manivelası olabilir. Ancak ne yazık ki benzer biçimde devrimci durumların yaşandığı tüm Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, Bolivya’da da bu perspektife sahip devrimci bir parti yoktur. Böylesi devrimci işçi partileri yaratılamadığı sürece de gelişen devrimci durumlar, burjuva sol önderlikler eliyle tarihte olageldiği gibi bundan sonra da heder edilecektir.
Bolivyalı işçiler ve yoksul köylüler, bugüne kadar, burjuva güçler karşısında hep Morales’in arkasında durdular. Ancak Morales’ten aldıkları yanıt, burjuvaziye verilen ödünler ve burjuvaziyle uzlaşma oldu. Onlara önderlik edecek Bolşevik niteliklere sahip bir parti olmadığı sürece de işçilerin ve yoksul köylülerin bu engeli aşması mümkün olmayacak. Dahası, şu ana kadar mücadeleyle yaratılmış olan durumun yitirilmesi de söz konusu olacaktır. Burjuvazinin işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün mücadelesini ezmek için harekete geçtiği açıktır. Bolivya’da güçlenmeye başlayan karşı-devrimi ödünler vererek durdurmak mümkün olmayacaktır.
Ne var ki, pek çok sosyalist çevre gerek dünyada gerekse Bolivya’da bu gerçeği görmektense Morales’e övgüler düzmekle günlerini geçiriyorlar. Oysa devrimle oyun oynanmaz: “Devrim ve sosyalizmden söz edenler bu sözlerinin arkasında durmak istiyorlarsa, örgütsel ve stratejik planda bunun gereğini yerine getirecek bir yol izlemek zorundalar. Oysa enternasyonalist geçinenlerin bir kısmı da dahil, sosyalist çevrelerin önemli bir bölümü ‘sol rüzgârlar’ denen esintiye kendilerini bırakmış durumdalar. Hafifmeşrep bir tutumla, yalnızca içinde bulunulan anı 'kurtaran' siyasetler izlenmektedir. Sözün özü, devrimci kabarmaların yaşandığı Latin Amerika ülkelerindeki gelişmeler karşısında kendimizi genel akıntıya kaptırmayıp, tersine ciddi bir endişe duymamızı haklı kılacak fazlasıyla neden bulunuyor.”[2]
Enternasyonalist komünistler bu uyarıları uzun süredir yapıyorlar ve yaşanan tüm gelişmeler bu vurgunun yakıcı önemini kanıtlıyor. Unutmayalım ki, başarıya ulaştırılamayan her devrim burjuvazinin karşı-devrimiyle boğulur ve burjuvazinin yarattığı kan gölü ve karanlık, dünyanın her tarafındaki devrimcileri etkiler. İşçi sınıfının mücadele tarihinde, işçilerin dökülen kanları pahasına edinilen yeterince deneyim mevcuttur. Yenileriyle öğrenmeye asla ve asla mecbur değiliz.
[1] Bkz. Bolivya: Yarım Kalan Devrim, Zeynep Güneş, Ekim 2003, www.marksist.com
[2] Elif Çağlı, Tehlikenin Ortasında, MT, Haziran 2006
link: Selim Fuat, Reformizmin Kıskacındaki Bolivya, Kasım 2008, https://en.marksist.net/node/1932
Egemen Sınıfın Uyutma Araçlarından Biri: Masallar
Diller Dağından Emperyalist Paylaşım Alanına