Yıllardır Türkiye’deki siyasal çekişmelerin ana eksenini belirleyen olgu, AB yanlısı burjuva kesimler ile sivil-asker bürokrasi arasındaki iktidar paylaşımına endeksli it dalaşıdır. Kimi süreçlerde durulmuş gibi görünen, kimi dönemlerde ise şiddetlenerek gündemi belirleyen bu çatışma, Ergenekon soruşturması ile farklı bir boyuta ulaştı.
Generallerden gazetecilere, “sivil” parti liderlerinden tetikçilere kadar pek çok tanınmış isim, soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Emekçi kitleler siyaset arenasına adım atmadan da demokrasinin gelişebileceğine dair liberal düşler Ergenekon soruşturması vesilesiyle kitlelere pompalanıyor. Sanki burjuva devletin tüm yeraltı örgütlenmeleri Ergenekon’dan ibaretmiş ve demokratikleşmenin önündeki asıl büyük engelden artık kurtulunuyormuş gibi bir hava yaratılmaktadır. Kontr-gerillasız, derin devletsiz, dört başı mamur bir burjuva demokrasisine nihayet kavuşacaklarına inananlar, sınıflar mücadelesinin gerçeklik duvarına bir kez daha toslayacaklardır.
Tasfiye edilen ne?
Hemen baştan söyleyelim, iktidardaki gücünü terk etmek istemeyen sivil-asker bürokrasinin yenilgiyi kabullenerek kendi bünyesindeki tüm darbeci-çeteci oluşumların tasfiyesine boyun eğdiğine inananlar fena halde yanılıyorlar. Ergenekon soruşturması ile tasfiyesi gündeme gelen kesim sivil-asker bürokrasinin bir kanadı ile bunlarla işbirliği yapmış burjuvazinin küçük bir kesimidir. Kendilerini “Ergenekon” olarak adlandıran bu örgütlenmenin iki kez askeri darbe örgütlemeye niyetlendiği açıklanıyor. Ancak organize ettikleri suikastlar, kitle katliamları gibi çeşitli kirli yöntemlerle darbe yanlısı kamuoyu yaratmaya dönük çabaları istedikleri sonuca varmamış, darbe için yeterli desteği bulamamışlardır. Kendilerini devletin sahipleri olarak görmeye alışkın, ayrıcalıklarından vazgeçmemek üzere her tür kirli oyuna girişmekte beis görmeyen statükocu burjuva güçlerin en tepe noktalarında bile çatlakların yaşandığı ve bir askeri darbe yapmak üzere asgari müştereklerde buluşamadığı yine ortalığa saçılan belgelerden anlaşılıyor.
Askeri bürokrasinin bugün pek çoğu emekli olmuş generalleri yargılanırken, 2007 Eylülünde “Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı”nı yürürlüğe koyanlar halen ordunun en üst kademelerinde görevlerini icra ediyorlar. Nitekim, bu plan doğrultusunda Irak Kürdistanı’na yönelik işgal girişimlerini başlatan ve yeni anayasa paketini rafa kaldırtanlar da bunlardan başkası değildi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın “Her kime dokunuyorsa üzerine gidilsin, benim ismim geçiyorsa da gereken işlem yapılsın” dediği iddia ediliyor. Ancak Büyükanıt’ın, içerisinden çıkıp geldiği devlet ve ordu geleneklerini bir kenara bırakarak demokrasi havariliğine soyunduğuna inanmak için liberaller kadar naif olmak gerekiyor. Bir yandan AKP’ye ve DTP’ye yönelik kapatma davaları sürerken, öte yandan “Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı” yürürlükteyken, zaten ipliği pazara çıkmış Ergenekon’un tasfiyesi liberal basın tarafından kitlelere “demokrasi atılımı” olarak yutturulmaya çalışılıyor.
Kapalı kapılar arkasında ne tür pazarlıkların döndüğünü, kimin elinin kimin cebinde olduğunu, gerçek bir işçi devrimi, burjuvazinin tüm ipliklerini pazara çıkarana dek ayrıntılarıyla bilmemiz mümkün değildir elbette. Ancak Ergenekon’un tasfiye sürecinin, egemen sınıf kesimleri arasındaki kirli bir uzlaşıya dayanıyor olması bizleri hiç de şaşırtmamalıdır. Öte yandan böyle muhtemel bir uzlaşıyı, iktidar bloku içerisindeki çatışmaların sona erdiğinin alâmeti saymamız için de hiçbir gerekçe yoktur.
Ergenekon soruşturması ve demokratikleşme yanılgısı
Ergenekon’un tasfiyesinin ne anlama geldiği üzerine bir yargıya varmadan önce “ne anlama gelmediği” üzerinde durmak gerekiyor. Kürt sorununun Türkiye’de, demokratlık iddiasında bulunanları test etmek açısından turnusol kâğıdı işlevi gördüğünü dergimizin sayfalarında değişik vesilelerle vurgulamıştık. Savcılık iddianamesinde Ergenekoncuların pek çok suikast ve komplolarına yer verilirken, Kürt halkını sindirmeye yönelik cinayet ve katliamlarına yer vermekten imtina edildiği anlaşılıyor. Kronikleşen Kürt sorununun hafifletilmesi doğrultusunda farklı sesler çıkaranlar olsa da egemen sınıfın hiçbir kesimi, Kürt sorununun yegâne demokratik çözümü olan “kendi kaderini tayin” hakkının tanınmasına ve demokratik taleplerin karşılanmasına yanaşmıyor. Bilâkis, içerisinden geçmekte olduğumuz dönemde inkâr ve imhaya yönelik şiddet politikası genel bir konsensüs ile yürütülmektedir. Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılar demokrasi kahramanı ilan edilirken, Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcının bir çırpıda nasıl harcandığını unutmamak gerekiyor.
En otoriter yönetim yanlılarından en demokrat geçinen kesimlerine kadar bir bütün olarak TC’nin kıyıcı egemenleri, emekçi sınıflara, azınlıklara ve Kürt halkına göz açtırmamaya yeminlidir. Daha önceki sayılarda da ısrarla vurgulandığı üzere, liberalleşme yanlısı kesimlerin demokratikleşme istemleri, asıl olarak AB ile bütünleşme doğrultusundaki tercihleri ile ilintiliydi. Ancak AB sürecinin belirsiz bir geleceğe ertelenmesi ve AB’nin genişlemek bir yana, kendi bütünlüğünü devam ettirip ettiremeyeceğinin şüpheli hale gelmiş olması, AB’ye uyum yasalarının bir başka bahara bırakılmasıyla sonuçlanmıştı.
Diğer yandan burjuvazinin AKP ile kendisini temsil eden kesiminin, bürokrasinin iktidar payını sınırlandırarak kendi iktidar alanını genişletmeye yönelik çabaları devam etmektedir. Ancak omurgasız ve korkak Türk burjuvazisi, sivil-asker bürokrasiye cepheden karşı çıkarak iktidar mekanizmalarını bütünüyle denetimi altına almaya kalkışacak iradeye ve cesarete sahip değildir. İktidar bloku içerisinde çatışmanın şiddetlendiği her dönemde büyük sermaye örgütleri, “piyasaların olumsuz etkilendiği, yabancı sermayenin kaçabileceği, krizin her an tetiklenebileceği” endişelerini dile getirerek itidal çağrıları yapmaktadır. Çatışmanın keskinleşmesi sonucunda kitlelerin politikleşmesi ihtimalinden ise ölesiye korkmaktadırlar. Emperyalizm çağında burjuvaziden radikal bir demokratikleşme atılımı beklemek beyhude bir hayaldir. Hele de Ortadoğu ve Kafkaslar’da emperyalist paylaşım kavgalarının şiddetleneceği bir konjonktürde, militarizmin daha da pekiştirilmesi yani polis devletinin tahkim edilmesi, birinci derecede öncelik taşımaktadır burjuvazi açısından. İşte tam da bu noktada tasfiyesi gündeme gelen Ergenekoncuların kim olduklarını ve neyi temsil ettiklerini doğru tarzda değerlendirebilmek büyük önem taşıyor.
Kim bu “Avrasyacılar”?
Bugün tasfiyesi gündeme gelen Ergenekoncular, “Avrasyacılar” olarak da anılıyorlar. Hatırlanacağı üzere AB süreci ile birlikte sivil-asker ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gündeme gelmişti. AB, siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılmasını talep ediyordu. AB sermayesi bunu demokrasi aşığı olduğu için değil, Türkiye ile uzun vadeli bir ortaklık ilişkisi içerisine girdiğinde yatırımlarını ve ticari ilişkilerini güvence altına alabilmek için istemekteydi. Sivil siyasetçiler iktidarlarını sürdürebilmek için nihayetinde ticari ilişkilere, yabancı ve yerli büyük sermayenin desteğine gebedirler.
Asker-sivil bürokrasi ise siyasi gücünü ve ayrıcalıklarını devlet aygıtı içerisindeki konumundan alır. Özelleştirme ihalelerini iptal edebilecek güçte yargıçların, muhtıra ile hükümet devirerek istikrarsızlık yaratabilecek güçte bir generaller hiyerarşisinin olduğu, hayati ekonomik kararların MGK onayı olmadan alınamadığı bir ülke, AB sermayesi açısından büyük ölçekli sermaye yatırımları ve ortaklıklar kurabilmek için yeterince güvenilir bir ülke değildir. İşte bu yüzden AB, Türkiye’de de Batı tipi bir burjuva demokrasisine işlerlik kazandıracak bir yeniden yapılanma sürecini işletmek istiyor.
Bu doğrultuda bir yeniden yapılanma sürecinin kendi konum ve ayrıcalıklarını tehdit ettiğini gören statükocu güçler, “ulusalcılık” görünümü ve söylemi altında sürece direnç göstermeye başlamıştı. Bu güçler Türkiye’nin dış politikasında ve uluslararası ittifaklarında bir eksen değişikliği gerçekleştirmeyi gündeme getirmişlerdi. 2002 yılı başlarında dönemin MGK genel sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, “AB ve ABD yerine Rusya, Çin ve İran ile blok oluşturmalıyız” diyerek, bürokratik elitin ayrıcalıklarını korumak üzere farklı bir yol öneriyordu.
Böylece, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra dünyadaki yeniden bloklaşma sürecinde, ABD’ye ve NATO’ya bağlılık gösteren generaller ile Avrasyacı denen generaller arasında bir çatlak oluştuğu da açığa çıkıyordu. Bu kesimlerin uzlaşamamış olması, Cumhuriyet mitingleri ile hız kazanan darbe rüzgârlarının askeri bir darbe için yeterli olmamasını da açıklamaktadır. Fakat çatlak sadece NATO’cular ile “Avrasyacılar” arasında değil, bizzat “Avrasyacılar”ın içerisinde de yaşanmıştır. Ergenekon ile ilgili bunca bilgi ve belgenin ortalığa saçılması, darbecilerin beceriksizliği ya da sadece istihbarat savaşlarının sonucu olarak değil, “Avrasyacılar”ın kendi bünyesindeki çelişkilerin dışa vurması olarak da algılanmalıdır.
Bu süreçte doğrudan yer alan sivil-asker bürokrasi ve burjuvazi, pek çok suçunu Ergenekonculara yükleyerek kendisini kamuoyu nezdinde temize çıkaracaktır. Bugün “Avrasyacılar”ın tamamı olmasa da önemli bir kesimi tasfiye edilmek istenmektedir. NATO’cu generaller ise bu tasfiyeye açıktan karşı çıkmayarak zımnen onay vermiş görünmektedirler. Tasfiyenin derinleştirilmesi ve daha üst kademe Ergenekonculara kadar genişletilmesi beklenmemelidir. Sürecin demokratikleşme doğrultusunda adımlarla tamamlanacağına ilişkin beklentilerin ise ham hayal olduğunu daha başta belirtmiştik.
Yanılgılardan kaçınalım!
İşçi sınıfı devrimcilerinin görevi geleceğe dair fal açmak değildir elbette. Ancak gelişmeleri değerlendirmek ve emekçi sınıfları bekleyen muhtemel tehlikelere dikkat çekmek zorundayız. DTP’yi kapatma davası devam ediyor. Burjuva düzenin TBMM çatısı altında demokratik talepler dillendiren milletvekillerine tahammülü yoktur. DTP’yi ve Kürt ulusal hareketini bölme çabaları sonuçsuz kaldı. Ergenekon’un tasfiyesinin ardından DTP’nin kapatılması sürpriz olmamalıdır.
AKP’ye yönelik kapatma davası da sürmektedir. AKP’nin kapatılmasıyla beraber partinin bölünmesine dönük hazırlıklar da yapılıyor. Bazı burjuva kesimler tarafından uzunca bir süredir parlatılan ve AKP içerisinde daha farklı bir çizgiyi temsil ettiği propaganda edilen Abdüllatif Şener’e yeni bir parti kurdurulmaktadır. AKP kapatılmasa bile kolu kanadı kırılacak ve “sivil anayasa” paketi ya rafta kalacak ya da generallerin izin verdiği kadarıyla “sivil” olacaktır.
Ergenekon’un tasfiyesi askeri vesayet rejimini zayıflatmayacak, darbe tehdidini tümüyle ortadan kaldırmayacaktır. Unutmamalıyız ki bugüne kadar Türkiye’de başarıya ulaşan darbeciler yargılanmamış, başarısız darbeciler ise pek çok kez yargılanmıştır.
İran’a karşı ABD ile birlikte savaşmaya ikna edilemeyen bir AKP de, Rusya ve Çin ile yakınlaşma özlemi taşıyan Avrasyacı güçler de, bölgesinde alt-emperyalist bir güç olarak paylaşım kavgasından pay kapmaya heveslenen Türk büyük sermayesinin özlemlerine yanıt veremez. AKP ile ya da AKP’siz, bu özlemlere yanıt verecek siyasi formül arayışları devam edecektir.
Bir kez daha vurgulayalım: Egemenler arasındaki it dalaşı, demokratikleşme doğrultusunda sonuçlar doğurmayacaktır. Özellikle de tüm kapitalist devletlerin kılıç kuşandığı, militarizmin yükselişe geçtiği bugünkü dünya konjonktüründe…
Emekçi sınıflar kendi örgütlülükleriyle siyaset sahnesine çıkmadıkları sürece demokratikleşme doğrultusunda köklü değişiklikler olmayacaktır. NATO’cu generaller de, Avrasyacı “çeteler” de sınıf düşmanlarımızdır. İşçi sınıfı, “ulusalcı” ya da “AB’ci” tüm sınıf düşmanlarını bir gün sanık sandalyesine oturtacaktır. O günlere erişebilmek için devrimci sınıf siyaseti temelinde örgütlülüğümüzü yükseltelim!
link: Serhat Koldaş, Ergenekon Soruşturması: Devletin Derinliklerinde Tasfiye Manevrası, Temmuz 2008, https://en.marksist.net/node/1841
Türkiye’de Burjuva Düzenin Kuruluş Biçimi
Dokuzuncu Yılında 17 Ağustos Depreminin Anımsattıkları