Kapitalistler insanların bireysel özgürlüğünü savunduklarını iddia ediyorlar. Bu doğrultuda da insanları bireyciliğe ve bencilliğe itiyorlar. Kapitalizmin kendi doğasından kaynaklanan rekabeti, bireyciliği işçi sınıfına taşıyor. Oysa bir arada üreten ve bir arada yaşayan işçi sınıfının bireysellikten doğan hiçbir çıkarı yok. Ama kapitalizmin körüklediği bireysellik insanın doğasına aykırıdır. İnsan yaratılışı ve doğası gereği toplumsal bir varlıktır. İnsan ancak toplumsal işlevleri, yaratıcı yönü ve sosyal hayatı ile yaşam içindeki ihtiyaçlarını karşılayabilir. İnsan bireysel yaşadıkça gelişimi de yavaşlar. Ayrıca, köylerde yetişen insanlarla, şehirde fabrikada beraber çalışan insanların algıları ve üretkenlikleri de aynı değildir. Bu iki kesimin yaşam tarzı ve hayattan aldıkları tat aynı değildir. Bu iki kesim yaptıkları üretimle ve onun gerekleriyle ilgili olarak farklı bir gelişim çizgisi sergilerler. Yani üretim ilişkileri bilinci doğrudan etkileyen en önemli etkendir.
Burjuvazi işçileri bir yandan bireyselleştirirken diğer yandan da binlerce işçiyi fabrikalarda istihdam etmekte ve üretimi kolektif bir biçimde yapmaktadır. İşte burjuva sistemin en önemli çelişkilerinden biri de burada yatmaktadır. Çünkü işçilere her zaman, bireysel yaşa, kimseye karışma der. Burjuvazi her gün işçilere böyle der ve bu bilinci işçi sınıfını tek tek bireylere bölmek için kullanır. Fakat burjuvazi bunu böyle kullansa da sonuçta işçi sınıfını, hayatı yaratmak ve faydalı ya da faydasız her şeyi üretmek üzere bir araya getirir. Bunu babasının hatırına yapmıyor elbet. Bunu sadece ve sadece bir şey için yapıyor. Kâr için yapıyor. Meşhur özdeyişi hatırlayalım. Burjuvazi gölgesini satamadığı ağacı keser. Her gün gazeteleriyle televizyonlarıyla, parlamentosuyla, polisiyle, ordusuyla, devletiyle, uluslararası örgütleriyle, kısacası küresel saldırılarıyla işçi sınıfının üzerine gidiyor. İşçi sınıfını parçalara ayırmak istiyor. Ama bir türlü işçi sınıfının toplumsal ve sınıfsal çıkarlarını ve onun bilincini sıfır noktasına kadar yok edemiyor.
İşçi sınıfının bilimini oluşturan tarihsel önderlerden Karl Marx şunları diyor; sınıf mücadelesini biz icat etmedik, biz mevcut yaşanan süreci tahlil edip onun adını koyduk. Sınıf mücadelesi kapitalizmin doğuşuyla başladı ve yıkılana kadar da devam edecek diyor. Çünkü bu iki sınıfın birbiriyle uzlaşmaz çelişki içinde olduğunu vurguluyor. Bu uzlaşmaz çelişki işçi devrimiyle ortadan kalkana kadar devam edecek diyor. Karl Marx, hayatı diyalektik materyalist bir anlayışla açıklıyor. Ve hayatta her şeyin karşıtıyla beraber var olduğunu vurguluyor. Bilim de bunu doğruluyor ve kanıtlıyor. Örneğin, bir atomun içinde negatif ve pozitif yüklü parçacıkların bir arada bulunması ve birbirini çekmesi. Bir başka örnek gece ile gündüz olayı, bir başka örnek, matematikte artı ve eksi olayı, örneğin yaz ve kış mevsiminin birbirini zıttı olması, örneğin kadın ve erkeğin birbirinin karşıt cinsi olması. Tüm bu saydığımız öğelerden biri olmazsa diğerinin de yaşam içinde hiçbir anlamı yoktur.
İşçi sınıfı olmazsa kapitalizm yaşayamaz. Ama kapitalizm olmazsa işçi sınıfı kendi iktidarını kurar ve böylece sınıfsız bir dünyada sömürülmeden yaşayabilmenin koşullarını yaratır. Yani kapitalizm hiçbir zaman işçi sınıfını yok edemeyecek. Kendi var olduğu sürece işçi sınıfı da büyüyerek varlığını koruyacak.
Her yerde ve her şeyi ortak yapan işçi sınıfı, kendisine aşılanan burjuva ideolojisi gereği bencilleşiyor ve bireyselleşiyor. Ben aslında bireyim, ben tekim, ben özelim, benim kimseye ihtiyacım yok demeye ve soyut bir düşünce içine sürüklenmeye başlıyor. Hayatın kendisi bu soyut düşünceye göre gelişmeyince işçilerin birçoğu psikolojik sıkıntılar yaşıyor. Hastalanıyor. Önce ruh sağlıkları bozuluyor, sonra da diğer hastalıklar peşinden geliyor. Yani toplumda işçi sınıfı ve diğer toplum kesimleri hızla hastalıklı bireyler haline geliyor. Bunu kaldırabilenler mutsuz ve çaresiz ömrünü tamamlıyor. Bunu kaldıramayanların çoğu intihar ediyor. Hayatlarına son vererek bu insanlık dışı durumdan bireysel olarak bir an önce kurtulmak istiyor. Onları bu psikolojiye sokan ve yenik düşüren kapitalizmin ta kendisidir. Aslında onlar bunu yapıyor demek de doğru olmaz, kapitalizm onlara çıkış yolu olarak bunu sunuyor. İntihar etmeyip hasta hasta dolaşan o kadar çok insan var ki toplumda.
Kapitalizmin hastalıklara sürüklediği bedenlerin kurtuluş yolu, yine bireyselliğe karşı kolektif yaşamı seçmektir. Örgütlenerek bu yolu seçenler bu düzenin pisliğinden kurtuluşu başarmış sayılırlar. Örgütlülük demek; toplumsal yaşamak ve toplumsal gelişim demektir. Toplumsal üretkenliğin artması demek, toplumsal başkaldırı demektir. Toplumsal karşı duruş demek, toplumsal kurtuluş demektir. İnsanlığın önündeki bireycilik ve “benim malım, benim üretim araçlarım” mantığı tarihe gömüldüğünde insanlık gerçekten gelişmeye ve gerçekten yaşamaya başlayacak. Hem de bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine.
link: Topkapı’dan bir işçi, Bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine!, 18 Mart 2008, https://en.marksist.net/node/1736
Susacaksın
Kadıköy’de Irak İşgali Protesto Edildi