Kapitalizmin “gelişmiş” pek çok şehrinde günün ilk ışıklarıyla birlikte işçi mahallelerinde sokağa çıkanların rastlayacakları görüntüler üç aşağı beş yukarı aynıdır herhalde. Yol kenarlarında öbek öbek kadınlar ve erkekler işyeri servislerini ya da belediye otobüslerini beklerler. Sanayi sitelerine, fabrikalara, atölyelere ya da bürolara doğru yol alan otobüslerde onlara, yorgun ve uykulu gözlerle işçi çocuklar da eşlik eder. Şehrin “başka” semtlerinde, aynı yaşlardaki çocuklar okul servisi yolu gözlerken, onlar bobin sarmaya, araba cilalamaya yani kötü koşullar altında, güvencesiz, düşük ücretli işlerinde günde 12 saat çalışmaya giderler.
Şehrin her bölgesindeki çocuk, Birleşmiş Milletler belgelerine göre aynı haklara sahiptir ama nedense o haklar, işçi sınıfının mahallelerine ve işyerlerine pek uğramaz. Kimisi 17 yaşındaki Emrah Eserli gibi Kilimli’de bir maden ocağında ölür, yasalara göre ağır işlerde 18 yaş altında istihdamın yasak olduğu Türkiye’de. 14-15 yaşında bıyıkları bile terlememiş kimileriyse, 45 derece sıcaklıkta tuğla fabrikalarında çalışır, yarı aç ve çıplak, sabahın 5’inden akşamın 5’ine. Kayıt dışı olarak çalışmaktadırlar elbette, kayıtlarda çalışmaları “yasak”tır çünkü. Hal böyleyken yayınlanan raporlarda da övünülür, “Türkiye’de 1999’da çocukların çalışma oranı yüzde 10,3 iken 2006’da yüzde 5,9’a inmiş durumda” diye. Oysa burjuva devletin resmi verilerine göre indiği söylenen bu oran bile, 6-17 yaş grubundaki 16 milyon çocuktan yaklaşık 1 milyonuna karşılık gelmektedir. Onların verilerine göre, Türkiye’de 958 bin, yani yaklaşık 50 stadyum dolusu çocuk, sanayiden tarıma pek çok alanda çalışıyor. Gerçek sayının ise bundan çok daha fazla olduğu biliniyor.
ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) 2001 verilerine göre, Türkiye, çocuk işçi çalıştırmada, Çin, Hindistan, Venezuela, Brezilya, Endonezya, Kenya ve Tayland’dan sonra 8. sırada bulunuyor. Ancak yine de Türkiyeli burjuvalar işi pişkinliğe vurmakta bir sakınca görmeyip, “çocuk işçiliğiyle mücadele deneyimlerini”, 2007 yılının Eylül ayında ILO İşveren Bürosu tarafından organize edilen ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun (TİSK) ev sahipliğinde düzenlenen bir konferansta 12 ülkenin işveren örgütlerinin temsilcileriyle paylaşabiliyorlar.
Türkiye’nin sekizinciliğinden de anlaşılıyor ki, çocuk işçiliğin yaygınlığı konusunda dünyadaki durum da iç açıcı değil. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonunun (UNICEF) 2005 yılında “Sömürüyü Durdurun – Şimdi” kampanyası çerçevesinde yayınladığı rapora göre, dünya üzerinde her 12 çocuktan biri kötü koşullar altında çalıştırılıyor ya da cinsel açıdan sömürülüyor. Rapor, 18 yaşın altındaki 180 milyon kişinin “çocuk işçiliğinin en kötü şekilleri” olarak adlandırılan işlerde çalıştırıldığını gösteriyor. Kaçak ya da kötü şartlarda işçi çalıştırmada Asya ülkeleri birinci sırada bulunuyor. Dünyadaki 283 milyon çocuk işçinin 120 milyonu tam gün işlerde çalışıyor. Bu çocukların yüzde 61’i Asya, yüzde 32’si Afrika ve yüzde 7’si Latin Amerika ülkelerinde yaşıyor. Kimi ülkelerde çocukların üçte ikiye varan bölümü tam zamanlı bir işte çalıştırılıyor. Rapora göre Asya’da 14 yaşın altındaki her beş çocuktan biri çalıştırılıyor. Bu oran Sahra-altı Afrika’da yüzde 50’ye yaklaşıyor.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde çocuk işçiliğe daha az rastlanıyor artık. Ancak bu ülkeler menşeli anlı şanlı pek çok şirket, kendi ülkelerinde yasadışı olan işleri diğer ülkelerde görmekten geri durmuyorlar. Örneğin, Bayer, Monsanto gibi şirketler, Hindistan’da kendileri için pamuk tohumu üreten çiftçilere günlük asgari ücretin yüzde 40’ını ödüyor; çiftçiler de çocukları çalıştırıyor. Çiftçiler, şirketlerin ödediği paranın asgari ücretle yetişkin işçi çalıştırmaya yetmediğini, dolayısıyla çocukları çalıştırdıklarını söylüyorlar. Hindistan’daki Andra Pradeş bölgesinde 100 binden fazla çocuk günde en az 13 saat ve yarım avrodan daha düşük bir ücret karşılığında pamuk tohumu üretiminde çalıştırılıyor. Çocuklar çoğunlukla ailelerinden para karşılığı kiralanıyor. Çalıştırılan çocukların aileleri de çoğunlukla işsiz. Bayer ve Monsanto, üretimleri sırasında çocuk işçiliğinin kullanıldığını kabul etseler ve bu konuda “sınırlı sorumlulukları olduğunu” söyleseler de, kendileri için çalışan çiftçilere ödediklere para ile çocuk işçiliği arasında bir bağ olduğunu kabul etmiyorlar. Şirketler, “çocuk işçiliğinden çiftçilerin sorumlu olduğunu ve çiftçilerin verimliliklerini arttırarak çocuk işçiliğini yok etmeleri gerektiğini” savunuyorlar.
Benzer biçimde ünlü spor ürünleri markaları Adidas ve Puma, futbol toplarını çoğunlukla Pakistan’ın endüstri bölgesi Sialkot’ta ürettiriyor. Bu sektörde, Hindistan’daki halı üretiminde olduğu gibi çok fazla çocuk emeği kullanılıyor. 6-14 yaş arasındaki çocukların ürettikleri futbol topları dünyanın dört bir yanındaki futbol organizasyonlarında “fair-play” ruhuyla kullanılıyor.
Yine de çocuk işçiliğin söz konusu olduğu en fütursuz alan fuhuş sektörü olsa gerek. Çocukların bedenlerini ve psikolojilerini yıpratmakla kalmayıp onları insanlıktan da çıkartan kapitalist piyasanın bu özgül alanında, UNICEF ve UNESCO verileri esas alınarak hazırlanan bir rapora göre, 10 yaşında olgunlaşan, 20 yaşında yaşlanan, 30 yaşında ölen yaklaşık 2 milyon çocuk, her yıl seks pazarına sokuluyor. Tayvan, Filipinler, Tayland, Vietnam, Kamboçya, Endonezya, Rusya, Romanya, Polonya, çocukların seks işçisi olarak pazarlandığı ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor.
Kapitalizm, söz konusu olan çocuklar olduğunda bile, böylesine zalim ve insanlığı alçaltıcı durumlar yaratabiliyor. Peki neden? Onun böylesi bütün kötülükleri var eden değişmez özü yüzünden, yani daha fazla sermaye birikimi sağlama güdüsünden! Daha fazla sermaye birikimi için sömürüyü yoğunlaştırma ve yaygınlaştırma ihtiyacından!
Kapitalizm işçilerin çocukluğunun da düşmanı!
Biyolojik olarak bütünüyle bağımlı oldukları bebeklik dönemi hariç olmak üzere, toplumdaki tüm çocukların özel koruma ve bakım biçimlerine ihtiyaç duydukları ve belirli haklara sahip oldukları anlayışı kolay gelişmemiştir. Bu anlayış belirli bir tarihsel gelişmenin ürünüdür. Bugün bile bu anlayış her ne kadar teorik olarak evrensel bir hal almışsa da, pratik uygulamada büyük oranda gelişmiş kapitalist ülkelerde hayat bulabilmiştir. Kapitalizmde bu anlayış başlangıçta yalnızca burjuvaların çocukları için geçerli olmuş, proletaryanın çocukları bu anlamda “çocuk”tan sayılmamıştır. Burjuvalar kendilerinin devamı olacak olan çocuklarını korudular, büyüttüler ve yetiştirdiler. Ancak devamlılığı sadece burjuvazinin işçi ihtiyacını karşılamaya yarayan proletaryanın bebekleri için böylesi “gereklilik”ler yoktu.
İşçilerin çocukları kapitalizm tarafından ucuz işgücü olarak modern proletaryanın saflarına katıldılar. En ağır şartlarda, ölümüne çalıştırıldılar. Örneğin 18. yüzyıl İngiltere’sinde 8 yaşında maden ocaklarında çalışan bir kız çocuğunun şu cümleleri o dönemin çocuk işçileri için sıradandır: “Ben, Gauber Ocağında bir tuzakçıyım; ışıksız tuzak kurmak zorundayım ve sürekli korku içindeyim. Sabahları 4’te bazen 3.30’da işe gider, eve 17.30’da dönerim. Hiç uyumam.” Çocuk işçiler ve işçi sınıfının tüm çocukları kapitalizmin yarattığı sorunlar yüzünden düştükleri durumlarda en ağır biçimde cezalandırıldılar. Örneğin İngiltere’de, 1780’lerin sonlarına kadar çocuklar, cezası idam olan 200’den fazla suçtan mahkûm ediliyorlardı. Kayıtları tutulan idamlardan birinde, yedi yaşında bir kız çocuğu, elbise çaldığı için Norwich’de asılmıştı. Gordon ayaklanmalarından sonra da halk önünde asılan pek çok çocuk vardı. Belki de bu yüzden, 18. ve 19. yüzyıl romanlarında insanlık durumunun trajedisi en çarpıcı biçimde çocuk işçiler üzerinden anlatıldı.
Ne var ki, Avrupa ülkelerinde işçi sınıfı mücadelesi yükseldikçe, işçi çocuklarının da durumunda iyileşmeler yaşanmaya başlandı. En kalıcı iyileşmeyi de bütün dünya işçilerinin çok şey borçlu olduğu Ekim Devrimi sağladı. Bu devrimin etkisi ile işçi çocukları ilk defa gerçekten çocuk oldular, korundular, bakıldılar ve yetiştirildiler. İkinci Dünya Savaşının sonrasındaki konjonktür sayesinde, gelişmiş kapitalist ülkelerde, devrimin yolunu işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarındaki görece iyileştirmeler sayesinde kesebilen burjuvalar, işçilerin evlatlarına da “çocukluk” hakkı tanımak zorunda kaldılar. Elbette büyük bir ikiyüzlülükle; hem kendi ülkelerindeki işçi çocuklarını alabildiğine gerici eğitimlerle boğarak ve çoğunluğunu sınıf bilincinden uzaklaştırmayı başarmak suretiyle yozlaştırarak, hem de dünyanın geri kalan büyük bölümünde 18. yüzyıl Avrupa’sındaki koşulları işçi çocuklar için sürekli kılarak.
Kapitalizmin neo-liberal politikalar adı verilen saldırılarını yoğunlaştırdığı yeni döneminde, işçi sınıfının tüm haklarına göz diktiği malûm. İşçi sınıfı çocuklarının en temel haklarına, yani sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi haklarına da bu yüzden bir bir darbeler vuruluyor. Fransa’daki çalışma yasasında yapılmak istenen değişiklik örneğinde olduğu gibi gençlerin iş yaşamına dair haklarına saldırılıyor. Bütün bu saldırılar sonucunda da, işçilerin var olduğu kadarıyla, çocuklarını koruyacakları, bakacakları ve yetiştirecekleri kısıtlı imkânları da ellerinden alınmaya çalışılıyor.
Kapitalizm ortadan kalkmadan çocuk sömürüsü de ortadan kalkmaz!
Kapitalizmin gerçekleri büyük yalanlarla gizlemekte uzmanlaşmış örgütleri ve ideologları pek çok. UNICEF de, ILO da böyle örgütler. Bu yüzden bu örgütlerin, “çocuk işçiliğini önleme” adı altında yürüttükleri faaliyetlerin göz boyamaktan ve gerçekleri gizlemekten başka bir amacı yok. Sorunun özüne inmesi ve kapitalist üretim ilişkilerinin doğası ile yüzleşmesi mümkün olmayan bu yapılar, uzun yıllardır var olmalarına rağmen, işçi çocukların sayısı ve sorunları bugüne kadar azalmadı, arttı. Çünkü bu örgütler kapitalistlerin kurduğu örgütlerdir, onlar tarafından finanse edilirler ve onların çıkarlarını savunurlar. Kapitalistlerinse ne Türkiye’de ne de dünyada çocuk işçiliğini gerçekten ortadan kaldırma gibi bir dertleri yoktur. Bu yüzden bu örgütlerin en âlâları, “gerçekçi” olmak gerektiğini ve “çalışmak zorunda olan” çocuklar olduğunu söyleyerek, hiçbir çocuğun çalıştırılmamasını değil “çocukların daha iyi koşullarda çalışmasını” sağlamanın gerektiğini savunuyorlar. Tabii ki bu düşüncelerine, refah arttıkça sorunun çözüleceğine, ilerleyen zamanlarda çocuk işçiliğinin ortadan kalkacağına dair inançlarını eklemekten de geri durmuyorlar.
Oysa işçi sınıfının çocuklarını bu ağır sömürü çarkından kurtaracak olan da, onlara çocukluklarını verecek olan da işçi sınıfının bağımsız mücadelesinden başka bir şey değildir. Ekim Devriminin açtığı yolla sağlanan ilerlemeler bunun en sağlam göstergesidir. Pek çok şey gibi çocukluğu da en sağlıklı, en insani biçimine kavuşturacak olan işçi iktidarıdır. Bugün evlerine “sapsarı iskelet” gelen çocuklar, insanlığın büyük birikimlerinin har vurulup harman savrulmadığı, en sağlıklı, en özgür koşullarda, insanlık tarihinin gördüğü en mutlu çocuklar olarak yetişeceklerdir çünkü. Nazım’ın dediği gibi; “en güzel çocuk, henüz büyümedi”. Çok iyi biliyoruz ki kapitalizmde de büyüyemez. O güzel çocukları büyüteceğimiz, o güzel günler için, bugün mücadelemizi büyütmemiz gerekiyor.
link: Selim Fuat, Kapitalist Cenderede Ezilen İşçi Çocuklar, 28 Şubat 2008, https://en.marksist.net/node/1717
Eksen Yayıncılığa Polis Baskını