73 bin General Motors işçisi greve gitti
Amerika’nın en büyük otomobil üreticisi olan General Motors’un 73 bin işçisi, 24 Eylül pazartesi günü şirketin ABD çapındaki tüm fabrikalarında greve çıktı. İşverenin yeni iş sözleşmesiyle dayattığı saldırılar karşısında işçilerin sağlık güvencesi ve iş güvencesi için başlattıkları bu grev, aynı zamanda, 1970’teki 67 günlük grevin ardından bu şirkette gerçekleştirilen ilk ulusal ölçekli grev olma özelliğini taşıyordu. Birleşik Otomobil İşçileri Sendikasının (UAW) işverenle geçici anlaşmaya varıldığını duyurması üzerine grev iki gün sonra bitirildi. GM işçileri sendikanın imzalamaya çalıştığı satış sözleşmesine oldukça tepkililer. Sendika, eğer anlaşma maddeleri onaylanmazsa işçilerin greve devam edeceklerini söylüyor. Ancak, işçileri sürecin tümüyle dışında bırakan ve tüm görüşmeleri kapalı kapılar ardında yürüten sendikanın bu açıklamalarının işçilerin öfkesini bastırmak üzere kararlaştırılan bir danışıklı dövüş olduğu ortada. Bununla birlikte, sınıf mücadelesinin bir daha dirilmemek üzere tarihe gömüldüğü söylenen Amerika’da, 73 bin GM işçisinin 37 yılın ardından ilk kez ulusal ölçekte greve gitmesi bile kendi başına önemli bir olay. Bu aynı zamanda sınıfın öfke birikimi açısından bir ipucu olarak da değerlendirilebilir.
ABD tarihine bakacak olursak, 1960’lı ve 70’li yıllardaki mücadeleleri sonucunda sağlık ve emeklilik primlerinin işveren tarafından ödenmesini sağlayan ilk sanayi işçileri otomobil işçileriydi. Ne var ki 80’lerden bu yana sınıf mücadelesinin güç kaybetmesi sonucunda, bu sektörde de işçilere yönelik saldırılar her yıl biraz daha arttırıldı. Dünya ölçeğinde yaklaşık 285 bin çalışanı bulunan ve işçi maliyetlerinin rakiplerine göre çok yüksek olduğundan yakınan GM patronları, işçileri fabrikaları emek maliyetinin daha ucuz olduğu ülkelere taşımakla tehdit ederken, Amerika’nın en zengin üçüncü şirketi olmalarını kime borçlu olduklarını unutmuş görünüyorlar.
Burjuvazinin tüm dünyada bu kadar rahat at koşturabilmesinde ve saldırılarını ciddi bir tepki gelmeden derinleştirebilmesinde en büyük rolün devletle ve işverenlerle işbirliği halindeki sendika bürokrasisinde olduğu gerçeğini de ihmal etmemek gerekiyor. “Dayatılan her türlü koşula razı olun, yoksa işinizden olursunuz” diyerek işçileri kırk katır mı kırk satır mı ikilemine sokan ve sonunda ölümden kaçmak için sıtmaya razı eden, burjuvaziyle işbirliği halindeki bu ihanet şebekesidir. GM işçilerinin örgütlü oldukları Birleşik Otomobil İşçileri Sendikasının bürokratları da bu ihanet şebekesinin bir parçasıdır. UAW’nin izlediği ihanet politikası nedeniyle, General Motors’un ABD’deki fabrikalarında sendikalı olarak çalışan işçilerin sayısı 1970’teki büyük grevde yaklaşık yarım milyonken bugün 73 bine inmiştir.
27 yıllık GM işçisi olan Robert Kirby, sendikanın tutumunda yıllar içinde belirgin değişimler yaşandığını şu sözlerle ifade ediyor: “Son 10 yıldır sendika iyice geriledi. Daha önce verdikleri mücadeleyi vermiyorlar. Geçmiş yıllarda bir sendika temsilcisini yardıma çağırdığınızda fabrikaya gelir ve yönetime gitmeden önce sizinle konuşurdu. Şimdi önce patronla konuşup anlaşıyorlar ya da size yanıt için bir ay beklemenizi söylemekle yetiniyorlar.”
İşçilerin militan ruhunu ve sınıf öfkesini bastırmak için her şeyi yapan, görüşmeleri kapalı kapılar ardında yürüten ve “GM’ye yardım etmek için elinden gelen çabayı gösterdiğini” söyleyen UAW başkanı Ron Gettelfinger, işverenle kol kola veren sendika bürokrasisinin işçilere dayattığı “fedakârlık”larla övünüyor. Ücret artışından vazgeçilmesi, on binlerce işçiyi işten atma planlarında GM patronlarıyla işbirliğine gidilmesi, işverenin işçilerin emeklilik ve sağlık primlerini karşılama zorunluluğunun hafifletilmesi, bu “fedakârlık”lardan bazıları.
Burjuva devletin ve burjuva medyanın desteğiyle inandırıcı kılınmaya çalışılan “eski ücretleri verecek ve eski çalışma koşullarının devamını sağlayacak kaynakların artık mevcut olmadığı” yalanı, GM patronlarının dilinden de düşmüyor. “Şirket hiç parası olmadığını söyleyip ağlaşıyor ama sürekli kâr ediyor. Onlar zenginlerin oturdukları bizimse karşılıksız her işi yaptığımız kölelik günlerine dönmek istiyorlar. Torunlarım için endişeleniyorum, onların nasıl bir dünyada yaşayacakları da beni endişelendiriyor” diyen işçi Robert Kirby, sağlık primlerinin işçilerin sırtına yıkılmaya çalışılmasına dairse şunları söylüyor: “Savaş için ayrılacak milyarlar var ama sağlık sigortasından yoksun olan 50 milyon yoksul insan için hiçbir şey yok. Başkan bir petrol zengini ve herkes bu savaşın petrol için yapıldığını biliyor.”
Evet, her şey bu kadar net ve pek çok işçi de bu gerçeğin farkında. Ancak buna örgütlü bir karşı koyuş yok. Oysa işçi sınıfı burjuvazinin azgın saldırılarına ancak uluslararası dayanışmayla, güç birliğiyle ve örgütlü mücadeleyle direnebilir. Bunun içinse öncelikle sendika bürokratlarını başından def etmesi ve sendikaları kendi denetimi ve yönetimindeki öz örgütlülüklere dönüştürmesi gerekli. Bu zorlu mücadelede en büyük görevse sınıf devrimcilerine ve öncü işçilere düşüyor.
Mısırlı tekstil işçilerinden fabrika işgali
Mısır’da 27 bin tekstil işçisi, çalışma koşullarının kötülüğünü ve düşük ücretleri protesto etmek için çalıştıkları fabrikayı işgal ederek üretimi durdurdu. Hükümet, tekstil işçilerinin mücadelesinin diğer sektörlere de sıçramasından ve hareketin kontrolden çıkmasından korkarak polis müdahalesiyle hareketi bastırmaya çalışırken, beş işçi temsilcisini gözaltına aldı. Bunun üzerine işçiler, taleplerine, fabrika müdürünün görevden alınmasını ve polis tarafından gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılmasını da eklediler.
23 Eylül Pazar günü işgal edilen Misr Helwan İplik ve Örgü Şirketi fabrikası devlete ait. Bu fabrikada çalışan binlerce tekstil işçisi geçtiğimiz yıl da kitlesel bir mücadele yürütmüş ve bu mücadele Mısır ölçeğinde büyük bir protesto dalgasına dönüşmüştü. Hükümet sonunda işçilerin talebinin karşılanacağı ve 45 günlük ücrete denk bir yıllık ikramiye verileceği sözü vererek hareketi bastırmıştı. Ne var ki bu söz tutulmadı. İşçiler, fabrikanın geçen yıl 39 milyon dolar kâr ettiğini ama aradan geçen on aya rağmen hükümetin sözünde durmadığını belirtiyorlar.
Fransa’da işçi sınıfına yönelik saldırılar hız kazanıyor
Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy, emeklilik süresi dolan binlerce kamu çalışanın yerine yenilerinin alınmayacağını ve kamuda en az 22 bin kişilik bir kısıntıya gidileceğini duyurarak sınıfa yönelik yeni saldırıların kapıda olduğunu duyurdu. Sarkozy’ye göre, kamu fazlasıyla şişmiş durumda ve bu sektöre bir “reform” gerekli. Bu “reform” doğrultusunda atılacak adımlardan bir diğeriyse, 500 bin kamu emeklisinin emeklilik aylıklarının düşürülmesi olacak. “Kamu fonlarından bir tek euronun bile israf edilmemesi gerektiğini” vazeden Sarkozy, 5,2 milyon işçinin çalıştığı kamu sektöründe gidilecek küçülmeyi, utanmazca, “kültürel devrim” olarak adlandırıyor.
Demiryolu ve elektrik sektörlerinde çalışan işçilerin erken emeklilik haklarının ortadan kaldırılmasını da istediğini belirten Sarkozy’ye ilk tepki ulaşım sendikalarından geldi ve sendika grev çağrısında bulundu. Ekim ayında yapılması düşünülen bu grevin, başta ulaşım ağı olmak üzere pek çok sektörü felç etmesi bekleniyor. Fransız hükümeti, son olarak 1995 yılında emeklilik koşullarına ve emekli ücretlerine müdahale etme girişiminde bulunduğunda, Fransa üç hafta süren kitle grevleriyle ve büyük mitinglerle sarsılmıştı.
Fransız parlamentosunun gündemindeki bir diğer konuysa yeni göç yasası. Çıkarılmak istenen yasa, göçmenlerin ülkeye girişine büyük engellemeler getirilmesini öngörüyor. Buna göre, ailesi Fransa’da olan birisinin bile, ailesinin yanına yerleşmek için, Fransızca konuşabilmesi, “Fransa’nın değerlerini içselleştirmiş olması” ve maddi açıdan belirli bir güce sahip olduğunu kanıtlaması gerekecek. Bunun yanı sıra, Fransız devleti bu tür durumlarda aile bağının gerçek olup olmadığını kanıtlamak için DNA testi yaptırma hakkına sahip olacak. Sarkozy, bu yıl ülkeye illegal yollardan giren 25 bin göçmenin evlerine geri gönderilmesini öngören bir yasayı da imzalamıştı.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Eylül 2007, 28 Eylül 2007, https://en.marksist.net/node/1632
Heykel Olsak!
Kapitalizm Altında Sular Durulmuyor