4 Aralıkta, Moskova Sovyeti “mali bildirge”yi onayladı. 6 Aralıkta, Moskova garnizonundaki büyük karışıklıktan doğrudan etkilenen Sovyet, ki o günlerde 100.000 işçiyi temsil ediyordu, devrimci partilerin de katılımıyla Moskova’da ertesi gün, yani 7 Aralıkta politik bir genel grev ilân etmeye ve grevi silahlı ayaklanmaya dönüştürmek için elinden geleni yapmaya karar verdi. Yirmi dokuz demiryolundan gelen temsilciler, 5-6 Aralıkta Moskova’da bir konferans düzenlediler ve bu planı gerçekleştirmek için Sovyete katılma kararı aldılar. Posta ve telgraf komitesi de benzer bir kararı onayladı.
Petersburg’daki grev ayın sekizinde başladı, ertesi gün en yüksek noktasına ulaştı ve on ikisinden sonra gücünü yitirmeye başladı. Grev Kasım grevindeki birlikten çok uzaktı ve işçilerin ancak üçte ikisini kapsıyordu. Bu kararsızlık, Petersburg işçilerinin bu kez bunun yalnızca bir grev değil, bir ölüm kalım savaşı olduğunu çok açık bir şekilde kavramış olmalarıyla açıklanabilir. 9 Ocak, kitlelerin bilincinde silinmez bir iz bırakmıştı. Belkemiğini muhafız alaylarının oluşturduğu azman boyuttaki garnizonla karşı karşıya kalan Petersburg işçileri, kendi başlarına devrimci bir ayaklanmanın inisiyatifini alamadılar; Kasım grevinin gösterdiği gibi onların görevi, ülkenin geri kalan kısmındaki ayaklanmalarla zaten zayıflatılmış olan mutlakıyete son darbeyi vurmaktı. Taşradaki büyük zafer, Petersburg’daki tayin edici eylem için önemli bir psikolojik önkoşuldu. Fakat zafer gelmedi ve kararsızlığı geri çekilme izledi.
Petersburg’un pasifliğinin yanı sıra, Nikolayevskaya Demiryolunun (Petersburg-Moskova) da çalışmaya devam etmesi, olayların ilerleyişi üzerinde ölümcül bir etki yaptı. Başkentte hüküm süren genel bekle-gör havası, Petersburg demiryolcular sendikası komitesini etkiledi. Bütün dikkatini tümüyle Nikolayevskaya hattı üzerinde yoğunlaştıran hükümet, bu gecikmeden yararlandı ve hattı ele geçirmek için birlikler gönderdi. Bazı işyerleri greve çıktılar, fakat demiryolu telgrafı yetkililer tarafından, bizzat hat da demiryolu taburu tarafından çalıştırılıyordu. Defalarca trafiği durdurma girişimlerinde bulunuldu fakat başarılı olunamadı. 16 Aralıkta, Tverli işçiler, birliklerin Petersburg’dan Moskova’ya nakledilmesini önlemek için rayların bir kısmını tahrip ettiler, ama artık çok geçti. Trenler çoktan Semyonovski muhafız alayını Moskova’ya götürmüşlerdi. Yine de genel olarak demiryolu grevi birlik içinde başladı. Ayın onuna kadar pek çok hat greve çıkmıştı ve geri kalanlar da sonraki günlerde onlara katıldı
Demiryolcular sendikası konferansı grevi başlatırken şu açıklamayı yaptı: “Biz Mançurya’daki askerleri hükümetten daha kısa sürede geri getirmeyi üzerimize alıyoruz.… Tahıl stoklarını açlık çeken köylülere ve erzakları demiryolu hatlarındaki yoldaşlarımıza ulaştırmak için her türlü önlemi alacağız.” Hâlâ düşünme yeteneğine sahip olan anarşistler tarafından anlamı düşünülmesi gereken bir olguyla bu ilk karşılaşmamız değil: bir genel grev, devlet gücünü etkisiz hale getirerek, çok önemli devlet fonksiyonlarını kendi örgütüne yükler. Ve eklemeliyiz ki, demiryolu işçileri sendikası görevini tümüyle yerine getirdi. Erzakları, devrimci silahlı müfrezeleri ve devrimci örgütlerin üyelerini taşıyan trenler, hükümet birliklerinin çoğu bölgede yakınlarda olmasına rağmen, dikkate değer bir düzenlilik ve hız içinde seyahat ediyordu. Çoğu istasyon seçilmiş komutanlarca yönetiliyordu. Demiryolu binalarının üzerinde kızıl bayraklar dalgalanıyordu. Greve giren ilk kent Moskova’ydı (ayın yedisinde). Ertesi gün Petersburg, Minsk ve Taganrog greve katıldı, ayın onunda Tiflis, on birinde Vilna, on ikisinde Karkov, Kiev ve Nijni Novgorod, on üçünde Odesa ve Riga, on dördünde Lodz, on beşinde Varşova, bunlar ancak en büyük merkezlerdi. Ekimdeki otuz dokuz şehre karşılık toplam otuz üç şehir greve katılmıştı.
Moskova, Aralık hareketinin tam merkezinde duruyordu.
Aralığın ilk günlerinden itibaren, Moskova garnizonundaki bazı alaylar, bir devrimci yükseliş durumundaydılar. Sosyal demokratların yalıtık çıkışları önleme çabalarına karşın, karışıklık yayılmaya devam etti. İşçiler arasında askerlerden acil destek sağlanmasını isteyen sesler yükseliyordu; uygun anın kaçırılmasına izin vermenin yanlış olacağını ileri sürüyorlardı. Fabrikaları bekleyen askerler tümüyle işçilerin etkisi altına girmişlerdi; çoğu şöyle diyordu: “Siz ayaklanır ayaklanmaz, biz de ayaklanacağız; cephaneliklerin kapısını sizler için açacağız.” Askerlerin ve subayların toplantılarda konuşmaları ender görülen bir olay değildi. 4 Aralıkta, ordu içinde Asker Temsilcileri Sovyeti oluşturuldu ve askerlerin temsilcileri işçilerin Sovyetine katıldı. Diğer şehirlerden ordunun işçilere katıldığına dair şüpheli ama ısrarlı söylentiler geliyordu. Moskova grevi böyle bir atmosferde başlıyordu.
İlk gün yaklaşık 100.000 kişi iş bıraktı. İstasyonların birinde trenleri sürmek isteyen iki makinist öldürüldü. Şehrin birkaç bölgesinde küçük çatışmalar yaşandı. Bir işçi müfrezesi baskın yaparak bir silah mağazasını boşalttı. O günden itibaren, Moskova sokaklarında devriye gezen sıradan polisler gözden kayboldu; polis artık yalnızca gruplar halinde ortaya çıkıyordu. İkinci gün, grevcilerin sayısı 150.000’e yükseldi; Moskova’daki grev genel bir hal aldı ve Moskova yakınlarındaki taşra fabrikalarına sıçradı. Her yerde büyük mitingler düzenlendi. Uzak Doğu’dan trenlerin geldiği demiryolu terminalinde, kalabalık, Mançurya’dan dönen subayların silahlarını aldı. İşçiler bir tren vagonundan düzinelerce pud fişek aldılar, sonra diğerleri silah yüklü bir başka vagonu ele geçirdiler.
8 Aralıkta, yani grevin ikinci gününde Yürütme Kurulu şu kararı aldı: “Askeri birliklerle her karşılaştığınız yerde, askerlerle sohbet etmeye ve onları yoldaşça sözlerle etkilemeye çalışın.… Şimdilik açık çatışmalardan kaçının; sadece askerler olağanüstü meydan okuyucu bir tarzda davranırlarsa silahlı direnişe başvurun.” Herkes tayin edici sözü ordunun söyleyeceğini anlıyordu. Garnizonun havasına ilişkin en küçük bir cesaret verici söylenti ağızdan ağıza dolaşıyordu. Devrimci kitle, ordu üzerinde Moskovalı yetkililerle hep kesintisiz bir çatışma halinde oldu.
Örneğin, piyadelerin “Marseillaise” nağmeleriyle sokaklarda yürüyüşe geçtiğini duyan bazı matbaa işçileri, onları karşılamak üzere bir heyet gönderdiler. Fakat çok geç kalmışlardı. Askeri yetkililer heyecanlı askerleri, Kazaklar ve ağır süvari birlikleriyle kuşattılar, onları kışlalarına geri götürdüler, daha sonra da onların isteklerini kabul ettiler. Aynı gün, bir polis memurunun komutası altındaki 500 Kazak, göstericilere ateş açmak üzere emirler aldı. Kazaklar emre uymayı reddettiler, halkla sohbet ettiler ve sonra çavuşlardan birinin verdiği emirle atlarını çevirdiler ve halkın dostça bağrışları arasında yavaşça uzaklaştılar.
Başka bir olayda, 10.000 kişilik güçlü bir işçi gösterisi, bir Kazak müfrezesi ile karşı karşıya geldi. Kızıl bayraklar taşıyan iki işçi kadın kalabalıktan ayrılıp kendilerini Kazakların önüne attılar. “Devam edin, bize ateş edin” diye bağırdılar, “yaşadığımız sürece bayrakları teslim etmeyeceğiz.” Kazaklar şaşırdılar ve utandılar. Belirleyici bir andı. Onların tereddütlerini hisseden kalabalık, hemen Kazaklara meydan okudu: “Bizim ellerimiz boş, gerçekten bize ateş edecek misiniz?” “Siz bize ateş etmezseniz biz de etmeyiz” diyerek yanıt verdi Kazaklar. Korkan ve öfkelenen subay hakaret yağmuruna başladı. Ama çok geçti. Sesi kalabalığın kızgın bağırışları içinde boğuldu. Biri kısa bir konuşma yaptı, kalabalık alkışladı. Bir süre sonra Kazaklar atlarını çevirip dörtnala uzaklaştılar, silahları omuzlarından sarkıyordu.
Sonunda, birlikler bir halk mitingini dağıttıktan ve kalabalığa saldırdıktan sonra, kentin ruh hali daha da gerginleşti. Sokaklardaki kalabalık arttı, her an, her türlü söylenti çıkıveriyor ve sonra tekrar kayboluyordu. Her yüz, korkuyla karışık mutlu bir heyecanın izlerini taşıyordu. O sırada Moskova’da olan Gorki şöyle yazmıştı:
Birçokları barikatları yapmaya başlayanların devrimciler olduğuna inanır; bu şüphesiz çok gurur okşayıcı, ama tam doğru değil. Barikatları yapmaya başlayanlar sokaktaki insanlardı, partisiz insanlardı ve durumun özel niteliği de burada yatmaktadır. Tverskaya’daki ilk barikatlar neşeli bir şekilde, şakalar ve kahkahalarla yapıldı ve her kesimden insan bu neşeli işe katıldı, pahalı paltoları içindeki saygıdeğer beyefendilerden, yakın zamana kadar “istikrarlı yönetim”in geleneksel bir uşağı olan aşçıbaşılara ve kapıcılara kadar. Süvariler barikatı yaylım ateşine tuttular, birçok kişi yaralandı, iki ya da üçü öldü; öfkeli bir inilti ve bir intikam çığlığı duyuldu ve sonra aniden herşey değişti. Bu yaylım ateşinden sonra, sokaktaki adam, barikatları eğlenerek değil, hayatını bay Dubasov ve süvarilerine karşı savunmayı düşünerek ciddiyetle yaptı.
Drujinniki, yani devrimci örgütlerden gelen örgütlü askeri silahlı müfrezeler, daha aktif oldular. Karşılaştıkları her polis memurunu muntazaman silahsızlandırdılar. “Eller yukarı” emri, saldırganların güvenliğini sağlama amacıyla, ilk kez o zaman kullanılmaya başlandı. Emre uymayan herkes öldürülüyordu. Uzaklaşırlar korkusuyla askerlere dokunulmuyordu. Hatta bir toplantıda, müfreze komutanından emir almadan ateş açanların idam edilmesi kararı alınacak kadar ileri gidildi. Fabrika kapılarındaki işçiler, askerler arasında ajitasyon çalışması yapıyorlardı.
Fakat grevin üçüncü gününden itibaren orduyla kanlı çatışmalar meydana gelmeye başladı. Örneğin, bir süvari birliği, grevle karanlığa gömülen bir şehir meydanındaki akşam toplantısını dağıtıyor. “Kardeşler, bize dokunmayın, biz sizinle birlikteyiz!” Askerler uzaklaşmıştı. Fakat on beş dakika sonra daha kalabalık olarak geri dönmüş ve kalabalığa saldırmışlardı. Karanlık, panik, bağırtılar, lanetler; kalabalığın bir kısmı güvenlik için bir demiryolu kulübesine sığınmıştı. Süvariler teslim olmalarını istiyorlardı. Kalabalık reddediyordu. Birkaç kez yaylım ateşi açıldı, bir öğrenci öldürüldü, kalabalıktan bazıları yaralandı. Belki vicdani nedenlerden, belki de intikam korkusundan, süvariler dörtnala uzaklaştılar. “Katiller!” Kalabalık, ilk kurbanların bedenlerinin yanında bekliyorlardı, yumruklar şiddetle sıkılmıştı. “Katiller!” Biraz sonra, kan içinde kalan kulübe alevler içindeydi. “Katiller!” Heyecanlı kalabalık, bir çıkış noktası arıyordu. Karanlıkta tehlikeyle kuşatılan halk ileriye doğru hareket ediyor, engellerle karşılaşıyor, ezip geçiyordu. Ateş yeniden başlamıştı. “Katiller!” Kalabalık, barikatlar kuruyordu. Beceriksizce ve sistemsiz çalışıyorlardı, çünkü deneyimsizlerdi. Karanlıkta otuz kırk kişilik bir grup, devrimci cenaze marşını söylüyordu. “Şehit düştün …” Daha fazla yaylım ateşi, daha fazla yaralı ve ölü. Bitişik avlular ilkyardım yerlerine dönüştürülüyor, komşu evlerde yaşayan halk sedye-taşıyıcılar olarak görev yapıyor ve kapılarda nöbet tutuyordu.
Askeri operasyonlar başlar başlamaz, Sosyal Demokrat Savaş Örgütü, isyancılara aşağıdaki teknik talimatları veren bir ilân astı Moskova duvarlarına:
1. İlk kural: kalabalıklar halinde hareket etmeyin. Üç dört kişiyi aşmayan küçük gruplar olarak hareket edin. Ama bu tür grupların sayısının mümkün olduğunca çok olmasına çalışın ve her bir grubun hızla saldırmayı ve hızla gözden kaybolmayı öğrenmelerini sağlayın. Polis, yüz kişilik Kazak birliklerini binlerce kişiye ateş açmaları için kullanmaya çalışıyor. Sizin yapmanız gereken şey; bir veya iki nişancıyı yüzlerce Kazağa karşı kullanmak. Yüz adamı vurmak, bir tek adamı vurmaktan daha kolaydır, özellikle bu tek adam uyarmadan ateş eder ve gözden kaybolursa, kimse nerede olduğunu bilemez.
2. Bu arada, yoldaşlar, tahkim edilmiş binaları işgal etmeyin. Birlikler o evleri daima yeniden zaptedecek ya da top ateşine tutarak kolayca yıkacaklardır. Varsın bizim kalelerimiz, ön ve arka girişleri olan avlular ve ateş etmesi ve geri çekilmesi kolay olan tüm yerler olsun. Böyle bir yeri ele geçirseler bile, içinde kimseyi bulamazlar, bu onlara pahalıya mal olur.
Devrimcilerin taktiklerini bizzat mevcut durum belirliyordu. Buna karşın beş gün boyunca hükümet birlikleri, kana susamış barbarlıkları şaşkınlık ve kargaşayla birleşince, muhaliflerinin taktiklerine uyum sağlama konusunda tümüyle beceriksiz kaldılar.
İşte tipik bir çatışma örneği: yirmi dört kişilik çok gözüpek, cesur bir Gürcü drujinası,[1] yola yayılmış ikili sıralar halinde yürüyordu. Kalabalık, subaylarıyla birlikte on altı süvarinin kendilerine doğru geldiğini söyleyerek onları uyardı. Drujina durdu, saflar oluşturdu, Mavzerlerini çıkardı ve ateş etmeye hazırlandı. Atlı birlik görünür görünmez, drujina ateşe başladı. Subay yaralandı, ön saflardaki atlar yaralanıp şahlandılar, süvariler hazırlıksız yakalandılar ve ateşe karşılık veremediler. Bu, drujinanın yüze yakın atış yapmasını sağladı ve süvariler ölü ve yaralıları arkalarında bırakarak düzensiz bir şekilde gözden kayboldular. “Hemen kaçın” diye ısrar ediyordu halk, “topçu birlikleri geliyor.” Haklıydılar; topçu birliği aniden ortaya çıktı, ateş edilmesini asla beklemeyen silahsız kalabalık arasından düzinelerce insanın ölümüne ve yaralanmasına yol açtı. Bu sırada Gürcüler, başka bir yerde birliklerle çatışmaya başladı. Drujina neredeyse kurşun işlemez bir niteliğe bürünmüştü, çünkü halkın sempati zırhıyla kaplanmıştı.
İşte pek çok olaydan bir başkası daha. Bir binayı işgal eden on üç kişilik bir drujinniki grubu, ellerinde 3 tüfek ve 2 makineli tüfek bulunan 500-600 askerin açtığı ateşe dört saat boyunca direndi. Bütün cephanelerini birirdikten ve birliklere büyük kayıplar verdirdikten sonra, drujinniki tek bir yara almadan geri çekildi; bu arada askerler kentteki birçok binayı top ateşine tutarak harap ettiler, pek çok ahşap evi yaktılar ve dehşete kapılan birçok yurttaşı öldürdüler, bütün bunlar bir düzine devrimciyi kaçırtmak içindi.
Barikatlar savunulmadı. Yalnızca birliklerin, özellikle de süvarilerin hareket etmesini engellemeye yarıyorlardı. Barikat alanlarının içindeki evler, topçu ateşinin ulaşamayacağı evlerdi. Ağır bir engelleme ateşinden sonra birlikler, arkasında hiç kimsenin olmadığından emin olmak için barikatları “ele geçirirlerdi”; fakat askerler gider gitmez barikatlar yeniden kurulurdu. On Aralıkta, Dubasov’un topçu birlikleri ciddi bir şekilde çalışmaya başladılar. Tüfekler ve makineli tüfekler aralıksız ateş ediyorlar, caddeleri birbiri ardına temizliyorlardı. Artık kurbanlar tek tek değil, düzineler halinde sayılıyordu. Kızgın ve şaşkın olan halk oradan oraya koşuyor, gözleri önünde cereyan eden olayların gerçek olduğuna inanamıyordu. Askerler tek tek devrimcilere değil, Moskova denen belirsiz düşmana ateş ediyorlardı: içindeki çocuklar ve yaşlılarla birlikte Moskova’nın evlerine, Moskova’nın sokaklarındaki silahsız halka. “Katiller! Korkaklar! Sizin Mançurya zaferini canlandırma umudunuz bu mu?”
İlk engelleme ateşinin ardından, barikatlar hummalı bir biçimde inşa edildi. İşin ritmi hızlandı, yöntemler daha cüretkar oldu. Halk büyük bir meyve tezgâhını ve bir gazete büfesini devirdi, dükkân levhalarını parçaladı, demir parmaklıkları kırdı, tramvay tellerini yere indirdi.
“Polisin bütün kapıların süngülenmesi emrine rağmen” diye yazıyordu gerici gazeteler, “birçok evin kapısı menteşelerinden çıkarıldı ve barikat yapımında kullanıldı.” 11 Aralığa kadar şehirdeki en önemli noktalar bir barikat ağıyla kuşatılmıştı. Tüm sokaklar dikenli telle çevrilmişti.
Dubasov, “üç kişiden daha fazla olan gruplara” ateş edileceğini açıkladı. Ama süvariler tek tek gezenlere dahi ateş ettiler. Önce insanları arıyorlardı; hiç silah bulamayıp gitmelerine izin veriyorlardı ve sonra da arkalarından ateş ediyorlardı. Hatta Dubasov’un bildirisini okuyanlara bile ateş ettiler. Bir pencereden atılacak tek bir mermi –çoğunlukla bariz biçimde bir ajan provokatör tarafından atılan– topçuların silahlarını derhal o eve çevirmeleri için yeterliydi. Şarapnellerin geçtiği yerlerde kan gölleri ve dükkânların tabelalarında beyin ve saç parçaları görülüyordu. Birçok evde büyük delikler açılmıştı. Hasar görmüş bir binanın dışında –ayaklanmanın korkunç aleniyeti!– üzerinde insan eti parçaları bulunan bir levha ve bir yazı: “Yaralılar için para verin.”
İki ya da üç gün sonra Moskova garnizonunun isyancılara karşı tavrı tümüyle olumsuz bir hal aldı. Karışıklığın başladığı ilk günden itibaren, askeri yetkililer kışlalarda bazı önlemler almışlardı: yedek askerleri, gönüllüleri ve güvenilmez olarak düşündüklerini uzaklaştırmış, geri kalanlar için daha iyi yemekler sağlamışlardı. Ayaklanmayı bastırmak için ilk başta sadece en güvenilir birimler kullanıldı. Daha şüpheli alaylar, bu alaylardaki politik bilince sahip unsurlar uzaklaştırıldı, kışlalara hapsedildi ve onlara sadece ikinci aşamada görev verildi. Önceleri bu birlikler isteksiz ve güvensiz bir şekilde görev yaptılar. Fakat bir serseri kurşun ya da bir subayın askerlerin yorgunluğu ya da açlığını istismar eden sözleri, onları daha fazla acımasız olmaya zorluyordu. Dubasov bol bol bedava votka dağıtarak tüm bu faktörleri güçlendirdi; süvariler her zaman yarı sarhoştular.
Bununla birlikte, gerilla saldırıları yalnızca öfkeye değil, yorgunluğa da neden olur; halkın genel düşmanlığı, askerler üzerinde moral bozucu bir etkendi. 13 ve 14 Aralık kriz günleriydi. Çok yorgun olan birlikler, göremedikleri ve güçleri söylentilerle müthiş bir şekilde abartılmış olan bir düşmana karşı savaşmayı reddettiler. O günlerde, subaylar arasında birçok intihar olayı yaşandı.
Dubasov, Petersburg’a, Moskova garnizonundaki 15.000 kişiden 5.000’ini kullanabildiğini, çünkü geri kalanların güvenilemez kişiler olduğunu ve yedek taburlar olarak ayrıldığını rapor etti. Ona, Petersburg garnizonunun bir kısmının Baltık ülkelerine gönderildiği, diğer bir kısmının güvenilmez olduğu ve geri kalanına da bölgede ihtiyaç duyulduğu söylendi. Bu haberleşmeler ordu karargâhından çalınan belgeler sayesinde tüm şehir tarafından öğrenildi ve büyük bir cesaret ve umut kaynağı oldu. Fakat Dubasov kazandı. Tsarskoye Selo ile telefon görüşmesi yapmakta ısrar etti ve “otokrasinin zarar görmeyeceğini” garanti edemediğini söyledi. Semyonovski muhafız alayının Moskova’ya sevk edilmesi için derhal emir verildi.
15 Aralıkta durum birdenbire değişti. Muhafızların geleceği umudu Moskova’daki gerici grupları çabucak canlandırdı. Rus Halkının Birliği tarafından kenar mahallelerdeki insanlardan oluşturulan silahlı bir “milis” sokaklarda görünüyordu. Yakın şehirlerden gönderilen birliklerle hükümetin aktif güçleri arttırıldı. Drujinniki yorulmuştu. Sokaktaki adama belirsizlik ve korku yeterince hakim durumdaydı. İşçi yığınlarının morali çökmüştü, zafer umutları gözden kaybolmuştu. Dükkânlar, bankalar, bürolar ve borsa yeniden açıldı. Sokaklardaki trafik giderek canlandı. Gazetelerden biri tekrar çıkmaya başladı. Herkes barikatların ömrünün bittiğini düşünüyordu. Şehrin birçok kesiminde ateş kesildi. Ayın on altısında, Petersburg ve Varşova’dan birliklerin gelmesiyle Dubasov durumun tek hakimi oldu. Saldırıya geçti ve şehir merkezini barikatlardan tümüyle temizledi. Durumun ümitsiz olduğunun farkına varan Sovyet ve parti, 19 Aralıkta greve son verme kararı aldı.
Ayaklanma sırasında, Moskova’nın Montmartre’ı olan Presnya mahallesi, kendi hayatını yaşıyordu. 10 Aralıkta silah sesleri şehrin merkezinde duyulurken bile, Presnya sakindi. Politik mitingler düzenleniyordu, ama bunlar artık yığınlar için tatmin edici değildi. Halk hareket istiyordu ve isteklerini açıkça temsilcilere ilettiler. En sonunda öğleden sonra saat 4:00’da merkezden barikat yapma emri geldi. Presnya canlanmıştı. Burada, şehrin diğer kesimlerinde hakim olan örgütsüzlük hiçbir şekilde mevcut değildi. İşçiler onlu gruplar oluşturuyor, önderlerini seçiyor, kürek, kazma ve baltalarla silahlanıyor ve adeta yol yapım ekipleri gibi sokaklarda yürüyorlardı. Hiç kimse işsiz bırakılmamıştı. Kadınlar kızakları, kapıları, odun kütüklerini sokaklara taşıyorlardı. İşçiler telgraf ve elektrik direklerini kesip biçiyorlardı. Bütün Presnya’da balta sesleri duyuluyordu: bu, bir ormanın olduğu gibi yere yıkılmasına benziyordu.
Birlikler tarafından şehirle ilişkisi kesilen, sürekli olarak bir barikat ağıyla çevrilen Presnya, bir proletarya ordugâhı olmuştu. Drujinniki her yerde görev başındaydı; geceleri silahlı nöbetçiler barikatlar arasında nöbet tutuyor ve gelen geçene parolayı soruyorlardı. En büyük coşkuyu gösterenler işçi kızlardı. Keşfe çıkıyorlar, polis memurlarıyla konuşarak önemli bilgiler elde ediyorlardı.
Presnya’da kaç aktif drujinniki vardı? 200 civarında, daha fazla değil. Yanlarında 80 kadar Mavzer revolver ve tüfek vardı. Bu küçük sayılara rağmen birliklerle çarpışmaları aralıksız sürüyordu. Askerlerin silahları alındı, direnenler öldürüldü. İşçiler hasar görmüş barikatları onardılar. Drujinniki tam anlamıyla gerilla taktikleri uyguluyordu: iki ya da üç kişilik gruplar oluşturuyor, Kazaklara ve topçu birliklerine evlerden, kereste depolarından, boş vagonlardan ateş ediyordu ve hızlı bir şekilde yer değiştiriyor, düşmanı yeniden mermi yağmuruna tutuyordu. 12 Aralıkta, drujinniki bir top ele geçirdi. On beş dakika kadar, onu ne yapacaklarını bilmeden çevresinde dönüp durdular. Topu geri alan süvari birliği ve Kazakların gelmesi ile ikilem çözüldü.
On üç Aralık akşamı, Presnya drujinnikisi altı topçuyu yakaladı ve bir fabrikaya götürdü. Onlara ortaklaşa kullanılan masada yemek verildi. Yemek sırasında, politik nitelik taşıyan konuşmalar yapıldı. Askerler dikkatle ve sempatiyle dinlediler. Yemekten sonra, aranmadan ya da silahları alınmadan geri dönmelerine izin verildi; işçiler dost kalmaya can atıyorlardı.
On beş Aralık gecesi, drujinniki, gizli polis şefi olan Voyloşnikov’u sokakta tutukladı, evinde arama yaptı ve polis gözetimindeki insanların fotoğraflarına ve 600 rublelik kamu parasına el koydu. Voyloşnikov hemen ölüme mahkûm edildi ve Prohorov fabrikasının avlusunda vuruldu. Kararı sakince dinledi ve ölümü cesurca karşıladı, yaşadığından daha soylu bir şekilde ölmüştü.
Ayın on altısında presnya bombalanmaya başlandı. Drujinniki güçlü bir ateşle karşılık verdi ve topçu birliklerini geri çekilmeye zorladı. Fakat aynı gün, Dubasov’un Petersburg ve Varşova’dan büyük takviyeler aldığı öğrenildi ve moraller çökmeye başladı. Dokumacılar kırsal bölgeye göç etmeye başladı. Yollar, beyaz sırt çantaları taşıyan yaya mültecilerle doldu.
On altısı gecesi, Presnya hükümet birliklerinin demir çemberiyle çevrelenmişti. On yedisinde, saat 6:00’dan hemen sonra, bu birlikler acımasız bir top ateşi açtılar. Toplar dakikada yaklaşık yedi kez ateşleniyordu. Bu bir saat ara verilerek saat 16:00’a kadar sürdü. Birçok fabrika ve ev hasar görmüş ve yanmıştı. İki taraftan çapraz ateş devam ediyordu. Evler ve barikatlar alevler içindeydi, kadınlar ve çocuklar siyah duman bulutları içindeki sokaklara fırlamışlardı, hava gürültüyle ve silah sesleri ile dolmuştu. Etraf o kadar aydınlıktı ki, gecenin ilerleyen saatlerinde sokakta gündüzmüşçesine kitap okumak mümkündü. Öğleye kadar, drujina, birliklere karşı başarılı operasyonlar düzenledi, ama devam eden düşman ateşi onları durmak zorunda bıraktı. Sadece küçük bir drujinniki grubu, kendi inisiyatifleriyle ve olabileceklerin sorumluluğunu üzerine alarak silahlı kaldı.
On sekizi sabahına kadar Presnya barikatlardan temizlenmişti. “Barışçıl” halka Presnya’yı terk etmeleri için izin verildi, birlikler arama yapmadan onların gitmelerine izin verecek kadar dikkatsizdiler; ilk terk eden drujinniki oldu, bazıları hâlâ silahlıydı. Daha sonra askerler silah kullandılar ve başka zorbalıklar yaptılar, ama o zamana kadar bölgede tek bir drujinniki kalmamıştı.
Demiryolunda “barışı sağlamak” üzere gönderilen Semyonovski alayının “barış birlikleri”ne, tutuklama yapmamaları ve acımasızca hareket etmeleri emredilmişti. Hiçbir yerde direnişle karşılaşmadılar. Onlara karşı tek bir ateş bile edilmedi, buna karşın demiryolu hattı üzerinde yaklaşık 150 kişiyi öldürdüler. Atışlar hiçbir soruşturma ya da mahkeme olmaksızın gerçekleştiriliyordu. Yaralı insanlar ambulans vagonlarından alınıyor ve öldürülüyorlardı. Cesetler etrafa yayılmıştı ve hiç kimse onları kaldırmaya cesaret edemiyordu. Petersburg muhafızları tarafından vurulanlardan biri de, bir drujinniki grubunu lokomotifine alarak muazzam bir hızla makineli tüfek ateşinden kaçıran ve hayatlarını kurtaran makinist Uktomski idi. Onu öldürmelerinden önce, cellâtlara yaptıklarını anlatmıştı: “Hepsi güvenlik içinde, şimdi onları asla bulamayacaksınız” diye bitiriyordu sözlerini sakin ve gururlu bir tavırla.
Moskova’daki ayaklanma, Aralığın dokuzundan on yedisine kadar dokuz gün sürdü. Ayaklanmanın savaşan güçleri gerçekte ne kadardı? Çok azdı. Drujina tarafı 700-800 civarında insandan oluşuyordu; 500 sosyal demokrat ve 250 ilâ 300 sosyalist devrimci. İstasyonlarda ve demiryolu hattı boyunca, ateşli silahlarla donatılmış yaklaşık 500 demiryolu işçisi görev yapıyordu. Matbaa işçileri ve tezgâhtarlardan oluşan yaklaşık 400 silahlı adam, yardımcı birlikleri oluşturuyorlardı. Bağımsız keskin nişancılardan oluşan gruplar da vardı. Bunlardan söz ederken, Karadağ’lı dört gönüllü de anılmalıdır. Korkusuz ve yorulmak bilmeyen mükemmel nişancılar olan bu dört insan, grup halinde çalışıyor, sadece polisleri ve subayları öldürüyordu. İki tanesi öldürüldü, üçüncüsü yaralandı, dördüncüsünün Winchester tüfeği haraboldu. Ona başka bir tüfek verildi ve tehlikeli görevine devam etti. Kendisine her sabah 50 fişek veriliyordu, ama o bu miktarın çok az olduğundan yakınıyordu. Sersemlemiş bir haldeydi, kaybettiği yoldaşları için ağlıyor ve korkunç bir şekilde öç almaya çalışıyordu.
O halde, bu kadar az sayıdaki drujinniki garnizondaki binlerce adama karşı bir buçuk hafta nasıl mücadele edebildi? Devrimin bu sırrının yanıtı, halk yığınlarının genel tavrında yatmaktadır. Sokaklarıyla, evleriyle, duvarlarıyla ve kapılarıyla bütün şehir, hükümet birliklerine karşı bir gizli komplo içine girmişti. Milyona varan insan, gerillalarla hükümet birlikleri arasında canlı bir duvar oluşturuyordu. Sadece birkaç yüz drujinniki vardı. Ama barikatların yapımı ve onarımı kitleler tarafından yapılıyordu. Silâhlı devrimcileri aktif bir sempati atmosferiyle çevirmiş olan insanlar, yapabildikleri her yerde hükümetin planlarını bozuyorlardı. Sempati duyan bu yüz binlerce insan kimdi? Entelijensiya, küçük burjuvazi ve özellikle de işçiler. Çanak yalayıcıların dışında, yalnızca en üst kapitalist tabaka hükümetin yanındaydı. Ayaklanmadan daha iki ay önce gururla radikalizmini sergileyen Moskova şehir duması, şimdi aceleyle Dubasov’un arkasına sığınmıştı. Sadece Oktobrist Guçkov değil, ikinci Dumanın gelecekteki Kadet başkanı olan Golovin de, genel valiler konseyine katılmıştı.
Moskova ayaklanmasındaki kurbanların sayısı neydi? Kesin sayı belli değildi ve daha sonra da araştırılmadı. 47 hastane ve klinikten elde edilen veriler, 885 yaralı, 174 ağır yaralı ya da ölü olduğunu gösteriyordu. Ama öldürülenler genelde hastanelere götürülmüyorlardı; çoğu durumda polis karakollarında bekletiliyor ve gizlice mezarlığa götürülüyorlardı. Bu günler boyunca, 454 ağır yaralı ya da ölü insan mezarlığa gömülmüştü. Bununla birlikte birçok ceset de vagonlarla şehir dışına taşınmıştı. Moskova ayaklanması sonucunda ölü sayısının yaklaşık 1.000 olduğunu ve yaklaşık aynı sayıda da yaralı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu rakamlar 86 çocuğu kapsıyordu ve bunlardan bazıları daha bebekti. Eğer, Prusya mutlakıyetine onarılamaz bir darbe indiren Mart 1848 Berlin ayaklanmasında ölü sayısının sadece 183 olduğunu anımsarsak, bu rakamların önemi ortaya çıkar. Hükümet her iki taraftaki kayıpların sayısını asla tam olarak açıklamadı; bir resmi rapor sadece “onlarca” ölü ve yaralı askerden söz etmektedir. Aslında yüzlerce ölü ve yaralı asker vardı. Bedel çok yüksek değildi, çünkü söz konusu olan Moskova’ydı, yani “Rusya’nın kalbi”.
Sınır bölgelerini (Kafkas ve Baltık bölgeleri) bir yana bırakırsak, Aralık ayaklanması dalgası en yüksek düzeyine Moskova’da ulaştı. Bununla birlikte, Harkov, Aleksandrosk, Nijni Novgorod, Rostov ve Tver’de barikatlar ve askerlerle silahlı çatışmalar vardı.
Bir kez ayaklanma her yerde bastırılınca, gezici cezalandırma heyetleri dönemi başladı. Resmi sıfatlarından da görüldüğü üzere, bunların amaçları bir düşmanla savaşmak değil, yenilginin intikamını almaktı. Ayaklanmanın Moskova’dan on beş gün önce patlak verdiği Baltık bölgesinde, gezici cezalandırma heyetleri küçük müfrezelere ayrılmıştı, bunlar Rus bürokrasisinin en vahşi temsilcileri olan Baltık baronlar kastının kanlı emirlerini yerine getiriyorlardı. Letonyalı işçiler ve köylüler vuruldular, asıldılar, sopalarla ve kütüklerle ölünceye kadar dövüldüler, işkence gördüler, Çarlığın şükran ve sevinç ilahisiyle idam edildiler. Büyük ölçüde yetersiz bilgilere göre, 749 kişi idam edildi, 100’den fazla çiftlik yakıldı ve iki aylık süre içinde Baltık bölgesinde birçok insan dövülerek öldürüldü.
Böylece Tanrının lütfu olan mutlakıyet varlığını sürdürmek için mücadele etti. 9 Ocak ile ilk Devlet Dumasının toplandığı 27 Nisan 1906 tarihleri arasında, yaklaşık fakat kesinlikle abartısız rakamlara göre, Çarlık hükümeti 14.000’den fazla insanı öldürdü, 1.000’den fazlasını idam etti, 20.000’den fazlasını yaraladı (bunların birçoğu yaraları yüzünden öldü), birçok insan tutuklandı ve sürgüne gönderildi, 70.000 insan hapsedildi. Bedel çok fazla değildi, çünkü Çarlığın varlığı tehlikedeydi.
[1] Drujina: Rusya’da milis taburu. Bu sözcük Rusça arkadaş anlamına gelmektedir. (ç.n.)
link: Lev Troçki, Aralık, Ekim 1909, https://en.marksist.net/node/1454