Mektuplardan[1] Seçmeler
3 Ocak 1907. İki, üç saattir transit cezaevindeyiz. “Ön Tutukevi”ndeki hücremden endişeli bir şekilde ayrıldığımı itiraf etmeliyim. Çalışma fırsatına sahip olduğum bu küçük gemi kamarasına öyle alışmıştım ki! Transit cezaevinde ortak bir hücrede kalmak zorunda olduğumuzu biliyoruz; bundan daha yorucu ne olabilir? Ardından, çok iyi bildiğim sürgün yolculuğunun pisliği, dağınıklığı, karmaşası gelecekti. Gideceğimiz yere ulaşmamız kim bilir ne kadar sürecek? Ne zaman geri döneceğimizi kim söyleyebilir? 462 numaralı hücrede kalmak, okumak, yazmak, beklemek daha iyi olmaz mıydı? Bildiğin gibi, bir evden diğerine taşınmak benim için moral bir cesaret eylemidir. Bir cezaevinden diğerine taşınmaksa yüz kat beter. Yeni bir cezaevi yönetimi, yeni zorluklar, katlanılabilir ilişkiler kurmak için yeni çabalar. Önümüzde, buradaki, yani Petersburg’daki transit cezaevi yöneticisiyle başlayan ve sürgün yerimiz olacak Sibirya köyündeki yerel polisle son bulan sürekli bir yetkililer değişimi uzanıyor. Bu seyahati daha önce de yaptım ve yinelemenin çok tatsız olacağını tahmin ediyorum.
Bugün, önceden haber vermeksizin birdenbire buraya getirildik. Bekleme salonunda bizlere mahkûm giysileri giydirildi. Bunu okul çocuklarına özgü bir merakla yaptık. Birbirimizi bu gri pantolonlar, gri ceketler ve gri kasketler içinde görmek çok garipti. Ama ceketlerin arkasındaki çok bildik “karo ası” yoktu. Kendi iç çamaşırlarımızı ve ayakkabılarımızı kullanmamıza izin verdiler. Ardından yeni elbiseler içindeki büyük, heyecanlı bir kalabalık oluşturan bizler hücrelerimize tıkıldık…
Transit cezaevine ilişkin ters söylentilere rağmen, yönetim oldukça nazik, belli yönlerden de gerçekten saygılı bir tutum içinde görünüyor. Tüm bunlar, yakından izleneceğimize, ama çatışmalardan kaçınılacağına dair özel talimatların yayınlandığına inanmak için bir neden teşkil ediyor.
Gerçek hareket tarihi, hâlâ büyük bir giz olarak tutuluyor; belli ki gösterilerden ve yolda bizi kurtarma girişimlerinden korkuyorlar. Korkularından gerekli önlemleri alıyorlar; yine de mevcut koşullar altında böyle bir girişim akılsızca olurdu.
10 Ocak. Trende yazıyorum.… Bu yüzden yazımın kötülüğünün kusuruna bakma. Saat sabah 9:00.
Gecenin ortasında, üç buçukta baş muhafız tarafından uyandırıldık (satranç oynamaya öyle dalmıştık ki, çoğumuz daha yeni yatmıştık) ve bize sabah 6:00’da hareket edeceğimiz söylendi. Bu anı o kadar uzun süre beklemiştik ki, hareket saati bize … ani gibi geldi.
Sonra herşey alışıldık şekilde oldu. Eşyalarımızı çabucak ve düzensiz bir biçimde valizlere doldurduk. Daha sonra kadınların ve çocukların bize katıldığı bekleme salonuna indik. Eskortumuza teslim edildik ve valizlerimiz hızlı bir şekilde arandı. Uykulu bir muhafız paralarımızı bir subaya teslim etti. Ardından cezaevinin at arabasına yerleştirildik ve askerlerin desteğindeki bir konvoyla Nikolayevski İstasyonuna götürüldük. Nereye gittiğimizi henüz bilmiyorduk. Eskortumuzun bugün özellikle Moskova’dan getirildiğini not etmek ilginçtir: herhalde Petersburg birliklerine güvenemediler. Subay yol boyunca çok cana yakındı, ama tüm sorularımıza yanıt olarak, görevli kişinin tüm talimatları yayınlayan bir jandarma albayı olduğunu, kendisinin bizi istasyona götürme emri aldığını ve hepsinin bu olduğunu söyleyip, tümüyle bilgisiz olduğunu iddia etti. Kuşkusuz hükümetin ihtiyatı bu noktaya kadar uzatması mümkün, ama öte yandan bunun subayın payına basit bir diplomasi olması da oldukça mümkün.
Yaklaşık bir saattir yoldayız ve hâlâ trenin Moskova’ya mı yoksa Vologda’ya mı gideceğini bilmiyoruz. Askerler de bunu bilmiyor; ve onlara kalırsa bu gerçekten doğru.
Oldukça rahat, herkes için bir uyuma kuşetinin bulunduğu üçüncü sınıf bir vagonda yolculuk yapıyoruz. Bagajlarımız için başka bir vagon verildi, ve eskortun askerleri bize, bu vagonun bize eşlik eden on jandarma ve bir albayı da taşıdığını söylüyor.
Sakinleştik ve hangi yoldan gittiğimiz çok da umurumuzda değil: sonuçta bizi oraya götürecekler, o ya da bu şekilde…
Öyle görünüyor ki, Vologda üzerinden gidiyoruz: içimizden biri istasyonların adını bildiğini söylüyor. Tyumen’e dört günde varacağımız anlamına geliyor bu.
Herkes çok neşeli; hapishanedeki on üç aydan sonra, yolculuk bir eğlence ve heyecan kaynağı. Pencereler parmaklık olduğu doğru; ama demirlerin hemen arkası, özgürlük, hayat, hareket.… Bu raylardan ne zaman geri döneceğiz? Elveda sevgili dostum.
11 Ocak. Eskort subayı saygılı ve nazik, askerler daha da öyle: neredeyse hepsi dava raporlarımızı okudular ve bize karşı son derece sempatikler. İlginç bir ayrıntı: askerler son ana kadar kime eşlik ettiklerini ve nereye götürdüklerini bilmiyorlardı. Moskova’dan apar topar Petersburg’a getirilirlerken alınan önlemler, onlara bizi idam için Schlüsselburg’a götüreceklerini düşündürtmüş. Transit cezaevinin bekleme salonunda, bir suçluluk duygusuyla, çok huzursuz ve nedense alışılmadık bir şekilde nazik göründükleri dikkatimden kaçmamıştı. Trene kadar bunun nedenini anlamamıştım.… Bizlerin ölüme değil yalnızca sürgüne gönderilen “işçi temsilcileri” olduğumuzu keşfettiklerinde nasıl da sevindiler!
Eskorttaki jandarmalar bizim vagonumuza asla uğramadılar. Onlar dış muhafız görevleriyle yükümlüler; istasyonlarda vagonun etrafını kuşatmak, vagon kapısının dışında nöbet tutmak, ama özellikle de eskorttaki askerleri izlemek. En azından askerlerin düşündükleri bu.
Bize yiyecek ile yıkanmak ve içmek için su sağlama talimatları, telgrafla önceden gönderiliyor. Buna kalırsa, mükemmel bir konfor içinde yolculuk yapıyoruz. Tevekkeli değil, geçtiğimiz istasyonların birindeki büfe yöneticisi bizi öyle görmüş ki, eskorta gidip otuz istiridye isteyip istemediğimizi sormuş! Bunu hatırladıkça güldük, ama istiridyeleri yine de reddettik.
12 Ocak. Seni giderek daha fazla arkada bırakıyoruz.
İlk günden çeşitli “aile” gruplarına ayrıldık ve vagon kalabalık olduğu için gruplar birbirlerinden ayrı yaşamak zorunda kaldı. Yalnızca doktorumuz (Feit, bir sosyalist devrimci) herhangi bir gruba dahil değil. Hareketli, yorulmak bilmez, sıvanmış kollarıyla o, hepimize komuta ediyormuş gibi görünüyor.
Bildiğin gibi bu vagonda bizimle birlikte dört çocuk yolculuk ediyor. Ama davranışları ideal, öyle ki, varlıkları unutuluyor. Onlarla eskortun askerleri arasında çok sevecen bir arkadaşlık var. Sıska askerler onlara son derece nazik davranıyorlar …
… “Onlar” bize nasıl muhafızlık yapıyorlar! Her istasyonda vagon jandarmalar ve daha çok da polisler tarafından kuşatılıyor. Tüfeklerine ek olarak, jandarmalar, kazara ya da meraktan vagona yaklaşan herkesi tehdit ettikleri revolver taşıyorlar. Bu tür koruma bu günlerde iki kategorideki insanlara uygulanıyor: başlıca önemli “suçlulara” ve başlıca tanınmış bakanlara.
Bize yönelik taktikleri dikkatle hazırlanmış. Bunun farkına transit cezaevinde vardık. Bir taraftan aşırı ihtiyatlılık, öte taraftan yasal sınırlar içinde kibar tutum. Bu, Stolipin’in anayasal dehasını yansıtıyor. Ama hiç şüphe yok ki, bu kurnaz sistem parçalanacak. Tek sorun ilkin hangisinin parçalanacağı; ihtiyatlılık mı, kibar tutum mu?
Vyatka’ya geldik. Tren duruyor. Vyatka bürokrasisinden nasıl da kabul gördük! Görebilmeni isterdim. Yarım bölük asker vagonun her iki yanına dizildi, bunların arkasında ikinci bir sıra tüfekli yerel polis bulunuyordu. Subaylar, polis müfettişleri, çavuşlar, vs. Vagonun hemen yanında her zaman olduğu gibi jandarmalar. Kısacası, tam bir askeri gösteri. Öyle görünüyor ki, Prens Gorçakov, bu yerel pompadour, Petersburg’dan gelen talimatlara kendi özel üslubunu eklemiş. İçimizden bazıları, topçular olmadığı için gücendiklerini söylediler. Doğrusu daha anlamsız ya da daha alçakça bir şey düşünmek güç. Gerçek bir “güçlü” iktidar karikatürü. Gurur duymamız için neden var: belli ki “ölü” bir Sovyet bile onları hâlâ korkutuyor.
Korkaklık ve aptallık; bunlar sık sık nasıl da ihtiyatlılık ve kibarlığın diğer yüzü oluyorlar! Gittiğimiz güzergâhın bilinmesini engellemek için –sebebin bu olduğuna eminiz, başka bir şey olamaz– yolda mektup yazmamıza izin verilmiyor. Görünmez albayın Petersburg’dan gelen “talimatlara” dayanarak verdiği emirler böyle. Ama biz, postalamanın bir yolunu bulma umudu içinde daha ilk günden mektup yazmaya başladık. “Talimatlar,” yetkililerin hiçbir sadık hizmetkârlarının olmadığı, oysa bizim her yanımızdan dostlarla kuşatılmış oluşumuz gerçeğini hesaba katmadılar.
16 Ocak. Şu koşullarda yazıyorum: Tyumen’den yirmi verst uzaklıktaki bir köyde mola verdik. Gece. Bir köylü kulübesi. Basık tavanlı pis bir oda. Giriş katı, hiç boşluk kalmaksızın, İşçi Temsilcileri Sovyetinin üyelerinin bedenleriyle kaplı.
Hiç kimse henüz uyumuyor, konuşmalar ve gülüşmeler var.… Üçümüz geniş bir bank (divan gibi bir şey) için kura çektik ve ben kazandım. Hayatta hep şanslıyım. Tyumen’de üç günlüğüne durduk. Atlı ve yayan çok sayıda askerle karşılandık (şimdiye kadar alışık olduğumuz gibi). Atlı olanlar sokak çocuklarını ürkütüp kaçırmak için atlarını şaha kaldırıyorlardı. İstasyondan cezaevine yürümek zorundaydık.
Bize karşı son derece saygılı davranışlar, adeta aşırıya vararak devam ediyor, ama aynı zamanda ihtiyati önlemler, adeta batıl inanç noktasına vararak sürekli daha da sertleşiyor.
Örneğin bize tüm yerel mağazalardan telefonla mal getirtme olanağı sunuldu, ama cezaevi avlusunda idman yapmamıza izin verilmedi. İlki istisnai bir ayrıcalık, sonuncusu bir yasa ihlâli. Tyumen’den atlı kızaklarla devam ettik, bizden 14 mahkûma 52 (elli iki) eskort askeri eşlik ediyordu, yüzbaşıyı, bir polis müfettişini ve bir çavuşu saymıyorum. Bu iştilmemiş bir şey. Askerler, yüzbaşı, müfettiş ve çavuş da dahil herkes hayretler içinde. Ama “talimatlar” böyle. Şu anda Tobulsk’a doğru yol alıyoruz ve son derece yavaş ilerliyoruz. Söz gelişi, bugün buraya öğleden sonra 1:00’da ulaşarak, ancak yirmi verst katettik. Neden devam etmiyoruz? Olanaksız. Neden? Talimatlar! Firarlardan sakınmak için gece yolculuk yapmamızı istemiyorlar, bir parça akla yatkın. Ama Petersburg’daki aileler, her gün katedilecek verst sayısını önceden söyleyen yerel yetkililerin inisiyatifine çok az güveniyorlar. Polis Departmanı adına ne verim ama! Bu nedenle şimdi günde üç, dört saat yolculuk yapıyoruz ve yirmi saat mola veriyoruz. Bu gidişle Tobolsk’a (250 verst) yaklaşık on günde, bir ihtimal 25 ya da 26 Ocak’ta varırız. Orada ne kadar duracağımız ve daha sonra nereye gideceğimiz bilinmiyor, ya da daha doğrusu bize söylenmiyor.
Konvoy yaklaşık kırk kızaktan oluşuyor. Öndekiler bagajları taşımak için kullanılıyor. Daha sonra çiftler halinde biz “temsilciler”inkiler geliyor. Her kızağı bir at çekiyor. Bizim arkamızda sadece askerleri taşıyan bir kızak sırası var. Subaylar ve polis müfettişi, gizli bir kızak içinde konvoyun önünden gidiyorlar. Yürüyüş adımlarıyla ilerliyoruz. Tyumen’den sonra birkaç verstliğine bize yirmi ya da otuz “süvari” eşlik etti. Kısacası, bu daha önce işitilmemiş ve görülmemiş türden önlemlerin Petersburg’dan gelen emirlerin sonucu olduğu gerçeğini hesaba katarsak, bunların bizi ne pahasına olursa olsun mümkün olan en ücra yere göndermeyi akıllarına koydukları sonucuna varılıyor. Herşeyden önce, bu kadar büyük eskortlu bir sefer sadece bazı kâtiplerin kaprislerinin sonucu olamaz.… Bu, ciddi güçlüklerin yattığı anlamına gelebilir …
Şu anda herkes uyuyor. Bitişik mutfaktaki (kapı aralık) askerler nöbette. Nöbetçiler pencerelerin dışında bir aşağı bir yukarı dolaşıyorlar. Bu gece muhteşem, mehtaplı, karlı, gök mavisi. Ne ilginç bir manzara; yere serilmiş derin uykuda bedenler, kapılarda ve pencerelerde askerler.… Ama ben tüm bunları ikinci kez gördüğüm için, izlenimlerim artık pek taze değil … ve tıpkı aynı tarzda inşa edilen Kresti cezaevinin bana Odesa cezaevinin bir kopyasını andırması gibi, bu yolculuk da, İrkutsk eyaletine eskort eşliğindeki o ilk seyahatin geçici olarak ara verilmiş bir devamı gibi görünüyor.
Tyumen’deki cezaevinde pek çok politik mahkûm, özellikle de “idari” sürgünler vardı. Egzersiz sırasında bunlar pencerelerimizin dışında toplandılar, şarkılar söylediler ve hatta “Yaşasın Devrim” yazılı bir kızıl bayrak çıkardılar. Koro hiç de fena değildi; belli ki uzun süredir birlikteydiler ve bol bol pratik yapma fırsatları olmuştu.… Manzara oldukça etkileyici, hatta dokunaklıydı bile denebilir. Biz de küçücük bir havalandırma penceresinden birkaç selam sözcüğüyle yanıt verdik. Aynı cezaevindeki adli mahkûmlar, bazı yönlerden kendilerine yardımcı olmamız için bize, yani “Petersburg’dan gelen seçkin devrimcilere” yalvaran çok uzun bir dilekçe verdiler elimize. Siyasiler arasında en yoksul olanlara biraz para verebileceğimizi düşündük, bunların bazılarının iç çamaşırları ve kalın giysileri yoktu. Ancak cezaevi yönetimi bunu kesinlikle reddetti. “Talimatlar”, “temsilciler”le diğer siyasiler arasında herhangi bir teması yasaklamaktaydı. Kişisel olmayan kağıt paralar aracılığıyla teması bile mi? Evet. Ne basiret!
Hiç kimsenin ne zaman nerede olduğumuzu bilmemesi için, Tyumen’den telgraf göndermemize izin verilmedi. Ne aptallık! Sanki tüm güzergâh boyunca yapılan askeri gösteriler, bunu yolculuk yaptığımız yoldan gelip geçen herkese mükemmelen açık etmiyormuş gibi!
18 Ocak. Pokrovkoye. Üçüncü molamızdan yazıyorum. Saatte altı verstten fazla olmayan bir hızla yolculuk ediyoruz ve günde dört ya da beş saatten fazla yol almıyoruz. Bereket versin sıcaklık sıfırın altında 20, 25 ya da 30 dereceden (Réaumur[2]) daha kötü değil. Üç hafta önce sıcaklık sıfırın altında 52 dereceye düşmüştü. Bu koşullar altında küçük çocuklarla yolculuk yaptığımızı düşün!
Tobolsk’a daha bir hafta var. Ne gazete, ne mektup, ne de herhangi bir haber. Mektuplarımızın gideceği yerlere ulaşacağı hiç de kesin olmaksızın yazıyoruz: yolda mektupları postalamamız hâlâ yasak ve bu nedenle her zaman çok da güvenilir olmayan fırsatlardan yararlanmak zorundayız. Ama aslında tüm bunların bir önemi yok. Hepimiz kalın giyinmiş durumdayız ve tek kişilik hücrelerin pis kokulu havasından sonra harika soğuk havayı solumak hoşumuza gidiyor. Ne dersen de, insan organizması tek başına hapsedilme koşulları için tasarlanmamış.
Heine, 1843’te, Paris Mektupları’nda şunları yazıyor:
Bu toplumcul ülkede, tek başına hapsedilmek –Pennsylvania yöntemi– işitilmemiş bir gaddarlık olurdu ve Fransız halkı kamu güvenliğini bu fiyata satın almaya razı olmak için çok yüce gönüllü. Sonuç olarak inanıyorum ki, mahkemeler izin verseler bile, korkunç, insanlık dışı, evet, gaddarca tek başına hapsedilme sistemi yürürlüğe koyulamazdı ve gerekli binaları inşa etmek için harcanan milyonlar, Tanrıya şükür, boşa giden paralardır. Halk, soyluluğun Bastille’ini paramparça ettiği gibi, yeni burjuva şövalyelerin bu şatolarını da aynı öfkeyle parçalayacaktır. Bastille’in amansız ve korkutucu yüzüne rağmen, ancak kalın kafalı bir dindarın icat edebileceği ve ancak mülkü için titreyen kalpsiz bir dükkâncının onaylayabileceği bu küçük, sessiz Amerikan mağaralarına kıyasla o, aydınlık bir kulübe, neşeli bir barakaydı.
Tüm bunlar çok doğru ve güzel. Ama ben yine de tek başına kalmayı tercih ederim.
Sibirya’da herşey aynen beş-altı yıl önce olduğu gibi durmakta, ama yine de herşey değişmiş: yalnızca Sibiryalı askerler değil (hem de ne biçim!), Sibiryalı köylüler yani “çeldoni” de. Herkes politika konuşuyor, herkes “bu”nun ne zaman sona ereceğini bilmek istiyor. Atlı kızak sürücüsü yaklaşık on üç yaşında (on beş yaşında olduğuna dair yemin ediyor) bir oğlan, yüksek sesle şarkı söylüyor: “Ayağa kalk, ayağa kalk sen çalışan halk! Mücadeleye gir, açlıktan ölen halk!” Askerler, subaya rapor etmekle tehdit ederek ona takılıyorlar, belli ki şarkı söyleyenlere karşı iyi niyetliler. Ama delikanlı çok iyi biliyor ki, herkes onun tarafında ve ceza görmeksizin çalışanları “ayağa kalkmaya” çağırabilir …
Sana yazdığım ilk molamız, perişan haldeki bir köylü kulübesindeydi. Diğer iki mola ise devlet binalarında oldu, bunlar daha az pis değiller ama daha rahatlar. Erkekler ve kadınlar için ayrı binalar var, mutfaklar var. Sıralar halindeki uzun sedirlerde uyuyoruz. Temizlik ölçütümüz, ister istemez, son derece göreli. Zannediyorum bu, yolculuğun en tatsız tarafı.
Köylü kadınlar ve erkekler buraya, bu devlet transit binalarına gelerek, bize süt, lor, süt domuzu, gözleme (“şangi”) ve başka yiyecekler getiriyorlar. Aslında yasaya aykırı ama girmelerine izin veriliyor. “Talimatlar” dış dünya ile her türden teması yasaklıyor. Ancak yiyecek kaynağımızı başka bir yoldan organize etmek, eskort için çok zor olurdu.
Aramızdaki düzen, herkesin –biz mahkûmlar, subay, askerler, polis, yiyecek satan köylü kadınlar– kısaca “Doktor” dediği başkanımız F. tarafından sağlanıyor. Kendisi, valizlerin hazırlanması, alışveriş yapılması, pişirme, besleme, şarkı söylemeyi öğretme, vs., vs. konularında tükenmez enerji kaynaklarına sahipmiş gibi görünüyor. Diğerleri sırayla ona yardım ediyor ve hepsi pratik olarak hiçbir şey yapmıyora benziyorlar.… Şu anda akşam yemeği pişiriliyor ve bu da bol neşe ve gürültü demek. “Doktor bir bıçak istiyor …” “Doktorun biraz tereyağına ihtiyacı var …” “Baksana, arkadaş, lütfen yemek artıklarını taşır mısın?” … Doktorun sesi: “Hey, balığı yemeyin? Benim için fark etmez, balık yerine tavada sizi kızartırım.…” Akşam yemeğinden sonra yataklara çay servisi yapılıyor. Çaydan kadınlarımız sorumlu: Doktor Feit öyle emretti.
23 Ocak. Tobolsk’tan önceki son mola yerinden yazıyorum. Buradaki transit ev mükemmel, yeni yapılmış, geniş ve temiz. Diğer mola yerlerinin pisliğinden sonra, burası bedene ve ruha iyi geliyor. Tobolsk’a varmamıza altmış verstten fazla var. Şu son günlerde, sonunda adamakıllı yıkanabileceğimiz ve dinlenebileceğimiz gerçek bir “cezaevi”ni nasıl özlediğimizi bir bilsen! Burada sadece bir politik sürgün var, eskiden Odesa’da bir içki dükkânı sahibiymiş ve askerler arasında propaganda yapmaktan mahkûm olmuş. Bize yiyecek getirmek için geliyor ve Tobolsk eyaletindeki yaşam koşullarından söz ediyor. Sürgünlerin çoğu, Tobolsk’a 100 ilâ 150 verst mesafedeki köylerde yaşıyor, Berezov bölgesinde de birkaç sürgün var. Oradaki yaşam son derece zor ve yoksulluk çok büyük. Firarlar her yerden daha sık. Kaçan mahkûmlar çoğunlukla Tyumen’de (en yakın tren istasyonu) ve genellikle tren yolu boyunca yakalanıyorlar. Ama yakalananların oranı düşük.
Dün tesadüfen eski bir Tyumen gazetesinde Tyumen transit cezaevindeki S.’ye ve bana gönderilen ama hiçbir zaman teslim edilmeyen iki telgraf okuduk. Bu telgraflar tam da biz oradayken gelmiş olmalı, fakat cezaevi yetkilileri, yine ne onların ne de bizim anlayabileceğimiz şu garip gizlilik nedenleri yüzünden bunları almayı reddetmişler. Bütün yol boyunca çok yakın korumaya alındık. Yüzbaşı, yalnızca bizim kapatıldığımız binaların dışında değil köydeki her yerde çok uzun nöbet saatleriyle adamlarının canını çıkardı. Yine de biz kuzeye yolculuk ettikçe “rejim”in yavaş yavaş çözülmesi dikkate değer: yavaş yavaş eskort eşliğinde buradaki dükkânlara gitmemize izin veriliyor, köyde küçük gruplar halinde dolaşıyoruz, bazen bölgedeki sürgünleri ziyaret ediyoruz. Askerler bize ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlar; yüzbaşıya ortak muhalefetimiz sayesinde bizi müttefik gibi görüyorlar. En zor konumda olan kişi, subayla insanlar arasındaki bağlantıyı sağlayan çavuş.
“Beyler, biliyorsunuz” diyordu ilk kez askerlerin önünde bize, “bugünün çavuşu eskiden bu değildi.”
“Burada tam da eski günlerde olduğu gibi olmayı isteyen bazıları var” diye yapıştırdı cevabı bir asker, “ama kuyruklarını kıvırdığımız zaman fikirlerini değiştirirler.”
Herkes kahkahayı patlattı. Çavuş da güldü, ama pek de mutlu olarak değil.
26 Ocak. Tobolsk cezaevi. Tobolsk’tan önceki iki molada, bir yandan daha fazla güvenlik sağlamak, öte yandan bize nezaketle davranıldığını vurgulamak için, görevli bir polis müfettişi bizi karşıladı. Muhafız takviye edildi. Artık dükkânlara gitmemize izin verilmiyordu. Aramızdaki aileler, üstü kapalı kızaklara yerleştirildiler. İhtiyat ve centilmenlik! Şehirden yaklaşık on verst uzaklıkta iki sürgün bizi karşılamaya geldi. Subay onları görür görmez derhal “önlemler aldı”: tüm konvoyumuzu atla geçti ve askerlere inme emri (o zamana kadar kızaklara biniyorlardı) verdi. Ve geri kalan on versti böyle katettik. Askerler, subaya sürekli küfrederek, yolun iki yanında omuzlarında tüfekleriyle yürüdüler.
Ancak tasvirimi burada kesmeliyim: büroya çağrılmış olan doktor bize, hepimizin Obdorskoye köyüne gönderildiğimizi söylüyor; askeri eskort eşliğinde günde kırk-elli verst yolculuk yapmak zorundayız. Obdorskoye’ye 1.200 verstten fazla karlı bir yol var. Eğer her aktarma aşamasında at varsa ve hastalık nedeniyle hiç zaman kaybedilmezse, en iyi koşullarda bir aydan fazla yolda olacağımız anlamına geliyor bu. Ulaştığımızda ayda 1 ruble 80 kopeklik bir devlet yardımı alacağız.
Küçük çocuklarla bir aylık yolculuk özellikle şimdi daha da zor. Berezov’la Obdorsk arasında ren geyiği kullanılması gerekeceğini söylüyorlar. Aileleriyle yolculuk yapanlarımız için, bu özellikle endişe vericiydi. Yerel yönetim, yolculuğumuzun diğer tüm ayrıntıları gibi, Petersburg tarafından günde 100 yerine kırk verstlik anlamsız programın emredilmiş olmasına da küfrediyor. Çok bilmişler bürolarında oturup kaçmamızı engellemek için herşeyi düşünmüşler; ve haklarını yemeyelim, buyurdukları on önlemden dokuzu anlamsız. Sürgündeki kocalarının peşinden gönüllü olarak gelen kadınlar, Tobolsk’ta mola verdiğimiz üç gün boyunca cezaevinden salıverilmek istediler. Vali bunu kesinlikle reddetti ve bu reddediş sadece anlamsız değil tümüyle yasadışı da. Yerel kamuoyu bir parça rahatsız ve bir protesto kaleme alınıyor. Ama her durumda yanıt aynıyken protesto etmenin ne yararı var: üzgünüz, Petersburg’dan gelen talimatlar.
Böylece en uğursuz gazete söylentileri haklı çıktı: sürgün yerimiz eyaletin en kuzey noktası. Kararda ifade bulan “eşitlik”in sürgün yerinin seçimini de etkilediğinin farkına varmak tuhaf: hepimiz aynı yere gidiyoruz.
Tobolsk’taki halkın Obdorsk hakkındaki düşüncesi, tıpkı Petersburg’da bulunan sizler kadar belirsiz. Bildikleri tek şey, onun Kuzey Kutup dairesinde bir yerlerde bir köy olduğu. İnsanın aklına şu soru geliyor: bunlar, sırf bize muhafızlık etmeleri için askerleri de Obdorsk’a mı yerleştirecekler? Bu son derece mantıklı olurdu. Peki, bir kaçışı örgütlemek hiçbir şekilde mümkün olmayacak mı, ya da devrimin daha ileri gitmesini ve genel politik durumda değişiklikleri beklerken Kuzey Kutbu ile Kuzey Kutup dairesi arasında oturmak zorunda mı kalacağız? Salıverilmemizin teknik bir sorundan politik bir soruna dönüşmesinden korkmak için nedenler var. O zaman da, Obdorsk’ta oturup bekleyeceğiz. Ve çalışacağız. Kitap ve gazeteleri göndermeye aynen devam et. Olayların gelecekte nasıl gelişeceğini kim bilebilir? Hesaplarımızın ne kadar kısa zamanda doğru çıkacağını kim bilebilir? Belki de Obdorsk’da geçirmek zorunda kalacağımız yıl, bilgi eksiklerimizi gidermek ve silahlarımızı daha da bilemek için tarihin bize bahşedeceği son devrimci soluklanma zamanı olacak. bu düşüncelerin çok kaderci olduğunu mu düşünüyorsun? Sevgili dostum, eskort eşliğinde Obdorsk’a yolculuk yaparken bir parça kadercilikten hiç zarar gelmez.
29 Ocak. Tobolsk’tan ayrılalı iki gün oluyor: eskortumuz bir çavuşun komutası altındaki otuz askerden oluşuyor. Pazartesi sabahı büyük troykalarla[3] hareket ettik, ama ikinci moladan sonra her bir kızağı çeken at sayısı üçten ikiye indi. Harika bir sabahtı, açık, aydınlık ve soğuk. Her taraf orman, sessiz ve beyaz, açık gökyüzüne rağmen soğuk. Bir peri masalı dekoru. Atlar çılgın bir hızla dört nala gidiyorlardı; alışıldık Sibirya ritmi. Biz şehri terk ederken(cezaevi şehrin dışında), oradaki sürgünlerden oluşan kırk-elli kişilik bir kalabalık ayakta bizi bekliyordu; selamlar, el sallamalar, birkaç sözcüklük karşılıklı konuşma girişimleri.… Ama büyük bir hızla uzaklaştık. Oradaki halk bizim hakkımızda çoktan efsaneler uydurmuş: bazıları beş general ve iki eyalet valisinin sürgüne götürüldüğünü, bazıları bunun ailesiyle birlikte bir kont olduğunu, bazılarıysa bizim Devlet Dumasının üyeleri olduğumuzu söylüyor. Son gece evinde kaldığımız kadın, doktora şunu sordu: “Sizler de mi siyasisiniz?” “Evet siyasiyiz.” “O halde siz kesin tüm siyasilerin şeflerisiniz!”
Bu gece, geniş, temiz, duvarları kâğıt kaplı, masasının üzerinde Amerikan bezi bulunan, yerleri boyalı, geniş pencereleri, iki lambası olan bir odada kalıyoruz. Öteki pis yerlerden sonra tüm bunlar çok hoş. Ama yerde uyumak zorundayız, çünkü odada dokuz kişiyiz. Eskortumuz Tobolsk’ta değiştirildi ve Tyumen eskortu bize karşı ne kadar nazik ve iyi niyetli ise yeni eskortun o kadar kaba ve bayağı olduğu anlaşıldı. Bu, bir subayın bulunmamasından ileri geliyor; askerler kendilerini yanlış gidecek herşeyden sorumlu hissediyorlar. Ama eklemeliyim ki, topu topu iki gün sonra epeyce kaynaştık ve çoğuyla çok iyi ilişkiler kurduk. Böyle uzun bir yolculukta bu yalnızca bir ayrıntı olmaktan öte bir anlam taşıyor.
Tobolsk’tan beri neredeyse her köyde politik sürgünler bulunuyor, bunların çoğu “toprak yasası taraftarları” (ayaklanma yüzünden sürgün edilen köylüler), askerler, işçiler ve bazen de entelektüeller. Bazıları “idari”, birkaçı “yerleşimci”, yani burada yerleşmeye mahkûm edilen sürgünler. Geçtiğimiz köylerden ikisinde, “siyasiler”, küçük bir gelir getiren kooperatif işler örgütlemişler. Şimdiye kadar sürgünler arasında gerçekten aşırı yoksulluğa rastlamadık. Çünkü bu bölgelerde yaşam son derece ucuz; siyasiler yemek ve pansiyon ücreti olarak köylülere ayda altı ruble ödüyorlar, asgari miktar buradaki sürgünlerin örgütü tarafından kararlaştırmış. Zira ayda on rubleyle “oldukça iyi” yaşanabilir. Kuzeye gidildikçe hayat pahalanıyor ve iş bulmak güçleşiyor. Obdorsk’ta yaşamaya alışmış bazı yoldaşlarla karşılaştık. Hepsi de ora hakkında iyi şeylerden söz ediyorlar. Köy büyük, bin kişiden fazla insan yaşıyor ve on iki dükkân bulunuyor. Evler şehir tarzında inşa edilmiş ve iyi pansiyonlar bulmak kolay. Kırlar dağlık ve çok güzel, iklim sağlıklı. Aramızdaki işçiler iş bulacaklar. Ders vererek biraz para kazanmak mümkün. Doğru, hayat oldukça pahalı, ama kazançlar da daha yüksek. Bu eşsiz yerin tek dezavantajı var: dünyadan neredeyse tamamen kopuk olmak. Tren yolundan bin beş yüz verst, en yakın telgraf bürosu sekiz yüz verst uzaklıkta. Posta iki haftada bir geliyor, ama ilkbaharda ve sonbaharda yollar kötü olunca, bir buçuk iki ay boyunca hiç gelmiyor. Bugün Petersburg’da geçici bir hükümet kurulacak olsa, yerel polis Obdorsk’ta daha uzun bir süre kral olmaya devam eder: Obdorsk’un Tobolsk anayolundan çok uzak olması gerçeği onun görece canlılığını açıklıyor, zira muazzam bir alanın bağımsız merkezi olarak işlev görüyor.
Sürgünler uzun süre bir yerde kalmıyorlar. Eyaletin her tarafını sürekli olarak dolaşıyorlar. Obi Nehri üzerinde düzenli çalışan vapurlar siyasileri bedelsiz taşıyor. Siyasiler bütün gemiyi işgal ederlerken, bedelli yolcular köşelere toplanmak zorundalar. Bu senin için şaşırtıcı olabilir sevgili dostum, ama kaskatı yerleşmiş gelenek böyle. Herkes Obdorsk’a gittiğimizi duyan köylü kızak sürücülerimizin, bize şunu söylemesine alışmış durumda: “Boş verin, uzun sürmez, gelecek bahar gemilerle tekrar geri dönersiniz.” Ama biz Sovyet üyeleri kim bilir hangi koşullar altında Obdorsk’a yerleştirileceğiz? Şimdilik en iyi kızaklar ve yoldaki en iyi konaklama yerlerinin bize verilmesi için talimatlar yayınlandı.
Obdorsk! Dünya üzerinde küçücük bir nokta … belki de Obdorsk koşullarına yıllarca uyum sağlamak zorunda olacağız. Kaderci ruh halim huzurlu olmama yetmiyor yine de. Dişlerimi sıkıyorum ve sokak lambalarını, tramvayların gürültüsünü, dünyadaki en iyi şeyi, yani yeni basılmış gazete kokusunu özlüyorum.
1 Şubat. Yurovskoye. Bugün dünle tıpatıp aynıydı. Elli verstten fazla yol katetttik. Kızaktaki arkadaşım beni Mançurya’daki savaş hikâyeleriyle eğlendiren bir askerdi. Bize, savaşın ardından neredeyse tümüyle yeniden oluşturulan Sibirski alayının adamları eşlik ediyor. Bu alay diğerlerinden daha fazla kayıp verdi. alayın bir bölümü Tyumen’e, diğer bölümü ise Tobolsk’a yerleştirildi. Tyumen askerleri, sana daha önce söylediğim gibi bize karşı çok iyi niyetliydi, Tobolsk’takiler ise daha kabalar; bunlar arasında büyücek bir grup “bilinçli” Kara Yüzler destekçisi var. Alay, Kutuplardan, Ukraynalılardan ve Sibiryalılardan oluşuyor. En cahil unsurlar yerli Sibiryalılar. Ama bunlar arasında çok iyi birkaç adam da var.… Yeni eskortumuz ancak iki gün sonra bize karşı yumuşamaya başladı. Bu önemsiz bir ayrıntı değil, çünkü şu anda bizim yaşamamıza ve ölümümüze hükmedenler bu savaşçılar.
Arkadaşım Çinli kadınlara çok hevesliydi. “Çok tatlı şeyler onlar. Erkekleri normalden daha küçüktür, gerçek erkeklerle kıyaslanamazlar, ama kadınlar çok güzel, beyaz ve dolgun …”
“Peki” diye sordu eski bir asker olan kızak sürücümüz, “bizim çocuklar Çinli kızlarla arkadaşlık kurdular mı?” “Hayır … kurmalarına izin verilmedi, anlatabildim mi. Önce Çinli kadınları götürdüler, birlikleri daha sonra içeri aldılar. Yine de aramızdan bazıları mısır tarlasında Çinli bir kızı yakaladı ve tadına baktı. Ve bunlardan biri, anlatabildim mi, kepini orada bıraktı. Çinli erkekler bu kepi getirdiler ve subayımıza gösterdiler. O da tüm alayı sıraya soktu ve sordu: «Bu kimin kepi?» Hiç kimseden ses çıkmadı, kepini kaybetmek bu tür bir belâdan daha iyidir, anlatabildim mi? Sonunda hiçbir şey çıkmadı. Ama Çinli kızlar çok tatlılar …”
Tobolsk’tan troykalarla hareket ettik, ama ikinci moladan beri kızaklar iki at tarafından çekiliyor, çünkü yol giderek daralıyor.
Atları değiştirdiğimiz köylerde evvelce arabaya koşulmuş halde bekleyen kızaklar var. Değişim köylerin dışında, tarlaların ortasında yapılıyor. Çoğu zaman tüm nüfus bizi görmeye geliyor. Bazı neşeli sahneler yaşanıyor. Kadınlar atları yularlarından tutarken, doktorun talimatları altındaki erkekler bagajlarımıza göz kulak oluyorlar ve çocuklar gürültüyle ve neşeyle etrafımızda koşuşuyorlar. Dün, atlarımız değiştirilirken resmimizin çekilmesini isteyen bazı “siyasiler” köydeki idari binanın dışında bizi beklediler, ancak biz dört nala sevk edildik ve onların bir şey yapma şansları olmadı. Bugün, şimdi geceyi geçirdiğimiz köye gelince, bizi kızıl bir bayrak taşıyan yerli “siyasiler” karşıladı. On tanesi ya da daha fazlası Gürcü olan bu sürgünler toplam on dört kişiydiler. Askerler kızıl bayrağı görünce alarma geçtiler, süngülerini çektiler ve vurmakla tehdit ettiler. Sonunda kızıl bayrağı ele geçirmeyi başardılar ve “göstericileri” geri ittiler.
Eskortumuzda, Eski İnanan bir onbaşı etrafında toplanan küçük bir grup asker var. Bu adam son derece adi ve zalim bir hayvan. Hiçbir şey ona, genç bir sürücüye gözdağı vermekten, bir Tatar kadını korkutmaktan ya da tüfeğinin dipçiğiyle bir ata vurmaktan daha büyük zevk veremez. Tuğla kırmızısı bir yüz, sürekli yarı açık bir ağız, kansız dişetleri ve kıpırdamayan gözler, ona aptal bir görünüm veriyor. Bu onbaşı eskorttan sorumlu çavuşla şiddetli bir çatışma halinde. Çavuşun bize yeterince kaba davranmadığını düşünüyor. Kızıl bayrağı alma ya da kızaklarımıza biraz yaklaşan bir siyasiyi geri itme sorunu olduğunda, onbaşı ve küçük çetesi daima oradadır. Keskin bir çatışmadan kaçınmak için hepimiz kendimizi kontrol etmek zorundayız, çünkü bir belâ durumunda, bu onbaşıdan ölümüne korkan çavuşa bel bağlayamayız.
2 Şubat, akşam. Demyanskoye. Dün bizi Yurovskoye’de karşılayan kızıl bayrağın birlikler tarafından ele geçirilmesine rağmen, bu sabah köye ulaştığımızda, kar yığını içindeki uzun bir direğe tutturulmuş yeni bir tane daha vardı. Bu kez ona kimse dokunmadı; askerler kızaklarına daha yeni yerleşmişlerdi ve hiçbiri tekrar çıkmak istemiyordu. Ve böylece onun önünden geçtik. Köyden birkaç yüz metre ötedeki nehre inen yolda, karlı yamaçta kocaman harfli bir yazı gördük: “Yaşasın Devrim!” On sekiz yaşlarında bir çocuk olan sürücüm, yazıyı okuyunca kahkahayı patlattı. “Yaşasın devrimin ne anlama geldiğini biliyor musun? diye sordum ona. “Hayır bilmiyorum” dedi biraz düşündükten sonra, “bütün bildiğim, halkın bu “Yaşasın Devrim!” sözcüklerini haykırarak söylediği.” Ama söylemeye hazırlandığından daha fazlasını bildiğini yüzünden anlayabilirdin. Yerli köylüler, özellikle de genç olanlar, “siyasilere” karşı son derece iyi niyetliler.
Gecelemek için durduğumuz büyük bir köy olan Demyanskoye’ye öğleden sonra 1:00’da ulaştık. Büyük bir sürgün kalabalığı (burada altmıştan fazlalar) bizi karşılamaya geldi. Bu, eskortumuzdan bazıları arasında büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Onbaşı kendisine sadık olanları, ihtiyaç doğabileceği düşüncesiyle derhal etrafına topladı. Bereket versin, belâ çıkmadı. Belli ki, uzun süre ve bir hayli gergin bir biçimde burada bizi beklemişlerdi. Yerel “komün”de muhteşem bir akşam yemeği ve rahat yatacak yerler hazırlanmıştı. Ama oraya gitmemize izin verilmedi ve bir köylü evinde durmak zorunda kaldık; akşam yemeği buraya getirildi. Siyasilerle görüşmek son derece güç; bizi ancak birkaç dakikalığına görmek için, akşam yemeğinin muhtelif kısımlarını taşıyarak, tek tek veya ikişer ya da üçer kişi halinde içeri girebiliyorlardı. Bunun dışında yerel dükkâna askerler eşliğinde sırayla gidiyorduk ve yolda bütün gün sokakta bekleyen yoldaşlarla birkaç söz edebiliyorduk.
Köylü gibi giyinmiş kadın sürgünlerden biri bize süt satmaya geliyordu; rolünü çok iyi oynuyordu, ama ev sahibi onu askerlere ihbar etti ve onlar da onu derhal uzaklaşmaya zorladılar. Aksilik bu ya, onbaşı zamanında görevi başındaydı. Ust-Kot’taki (Lena’da) küçük kolonimizin yeni gelen sürgünlerin geçişlerine hazırlanmayı nasıl adet edindiğini hatırlıyorum: şiçi pişirmeyi, pelmeni yapmayı alışkanlık haline getirdik, kısacası Demyanskoye’deki insanların bugün bizim için yaptıklarını yaptık aynen. Büyük bir sürgün alayının geçişi, güzergâhta yer alan ve tüm üyeleri evden gelecek haberler için sabırsızlanan her küçük koloni için müthiş bir olaydır.
4 Şubat, akşam 8:00. Tsingalinsk Yurts. Bize eşlik eden polis memuru, isteğimiz üzerine, Tobolsk’taki yetkililere yolculuk tempomuzun arttırılıp arttırılamayacağını sordu. Görünüşe göre Tobolsk Petersburg’dan izin istedi ve sonuç olarak polis memuru ona bu konuda hareket özgürlüğü tanıyan bir telgraf aldı. Şu andan itibaren günde yetmiş verst yapacağımızı varsayarsak, Obdorsk’a 18 veya 20 Şubatta ulaşırız. Kuşkusuz bu sadece bir tahmin.
Tsingalinsk Yurts denilen küçük bir köyde duruyoruz. Ama aslında buradaki evler yurt (göçebe çadırı) değil köylü kulübeleri. Nüfusun çoğunu Ostyaklar oluşturuyor, Asyatik tip çok belirgin. Bununla birlikte konuşmaları ve yaşam şekilleri tamamen köylüvari; tek fark Sibiryalı köylülerden daha fazla içmeleri. Her gün sabahın erken saatlerinden itibaren içiyorlar, öğleye doğruysa çoktan sarhoş olmuş oluyorlar.
Yerli bir sürgün olan öğretmen N., bize bazı tuhaf şeyler söyledi. Öyle görünüyor ki, yabancı insanların köylerinden geçeceğini ve bu insanların her yerde büyük bir tantanayla karşılandığını duyan Ostyaklar, çok korkuyorlar, içmekten kaçınıyorlar ve hatta içki stoklarını gizliyorlar. Çoğunun bugün ayık olmasının nedeni bu. Ama akşama doğru Ostyak ev sahibimiz yanılmıyorsam eve sarhoş döndü.
Şimdi balık diyarındayız ve et bulmak güç. Aynı öğretmen sürgünlerden ve yerli köylülerden bir balıkçı takımı örgütledi. Ağlar aldı, çalışmaları bizzat yönetiyor ve tutulanları satmak için Tobolsk’a götürüyor. Geçen yaz takımın her üyesi 100 rubleden fazla kazanmış. Herkes kendisini bu koşullara olabildiğinde uyarlamaya çalışıyor.… Ama N. balıkçılık girişimleri sonucu fıtık olmuş.
6 Şubat. Samarova. Dün altmış beş, bugünse yetmiş üç verst yol katettik. Yarın da yaklaşık olarak aynı mesafeyi katedeceğiz. Şu anda arkamızda bir tarım arazisi uzanıyor; buradaki köylüler, Ruslar gibi Ostyaklar da, yalnız balıkçılıkla uğraşıyorlar.
Tobolsk eyaletine “siyasiler”in yerleştirilmesi şaşılacak boyutta. Kelimenin tam anlamıyla bir tek ücra köy yok ki evinde sürgün olmasın. gecelemek için kaldığımız evin sahibi bize burada yakın zamana kadar hiçbir sürgünün bulunmadığını söyledi; 17 Ekim bildirgesinin ardından çok büyük sayılar halinde gelmeye başlamışlar. “O zamandan beri sel gibi buraya akıyorlar.” Anayasal dönemin bu bölgelere etkisi böyle oldu! Pek çok yerde siyasiler yerli halkla aynı işi sürdürüyor: sedir kozalaklarını topluyor, balık tutuyor, çilek topluyor, avlanıyor. Çoğu girişimci kooperatifler, balıkçı ekipleri, ihtiyaç maddeleri satan dükkânlar örgütledi. Köylülerin sürgünlere karşı tutumu son derece dostça. Örneğin burada, Samarovo’da –büyük bir ticaret köyü– köylüler siyasilere bedava bir ev, ilk gelen kişiye de hediye olarak bir dana ve iki torba un verdiler. Yerleşik bir gelenek nedeniyle dükkânlar sürgünlere köylülere olduğundan daha ucuz fiyata satış yapıyorlar. Bazı sürgünler, çatısında her zaman bir kızıl bayrak dalgalanan kendi evlerinde komün halinde yaşıyorlar burada. Paris’te, Berlin’de ya da Cenova’da kızıl bayrak sallamayı bir dene bakalım!
Geçerken sana şu andaki sürgün koşuluna ilişkin yaptığım iki-üç gözlemimden söz etmek istiyorum.
Sibirya’da cezaevlerindeki politik nüfusun toplumsal bileşiminin tedrici olarak demokratikleşmesi olgusuna, 90’lardan beri yüzlerce değilse bile onlarca kez dikkat çekildi. İşçiler, bir zamanlar Peter ve Paul Kalesi’ni ve Kolimsk’i kendi özel ve kalıtsal tekeli, ya da adeta zorunlu malikanesi gibi görmeye alışmış olan devrimci entelektüellere nihayet sayıca üstün gelerek, “siyasiler”in giderek artan bir yüzdesini temsil etmeye başladılar. Yüzyılın başında, son mahkûm partisiyle birlikte gelen Vilna’lı baca temizleyicilerini ya da Minsk’li yem tacirlerini gördükleri zaman adeta gücenmiş bir tarzda omuz silken Halkın İradesi ve Halkın Hakkı partilerinin üyelerini hala görüyordum. Ama o zamanın sürgün işçisi, çoğu durumda, devrimci bir örgütün üyesiydi ve politik ve ahlâki düzeyi yüksekti. Hemen hemen tüm sürgünler, belki Yahudi Pale’den gelen işçiler hariç, jandarma sorgusunun eleğinden geçmişti ve bu elek ne kadar kaba olursa olsun, genel olarak en ileri işçileri alıkoyuyordu. Bu, sürgün nüfus içinde belirli bir düzeyi muhafaza ediyordu.
Tarihimizin “anayasal” döneminde, sürgün tümüyle farklı bir nitelik taşımaktadır. Şimdi sürgün bir örgüt sorunu değil, başlı başına bir kitle hareketi sorunudur. Artık jandarma sorgusu değil, geniş sokak toplamaları var. En göze batmayan kişi şimdi sürgün için ya da hatta cellâdın kurşunu için seçilebilir. Bir dizi halk hareketinin bastırılmasının ardından, devrimci amaçlar için ya da sadece devrimci bahanelerle yapılan mülksüzleştirmeler, aşırı solcu maceralar ve alelade eşkıyalıklarla dolu bir “gerilla” eylemleri dönemi başladı. Asılamayan herkes yönetim tarafından Sibirya’ya gönderildi. Böyle muazzam boyutlarda bir kavganın, büyük şehirlerimizin yeraltı dünyasından gelen maceracılar bir yana, devrime yalnızca bir parmağıyla dokunmuş olan ya da masum seyirciler olan pek çok insanı içine almasını anlamak kolay. Bunun sürgünlerin genel düzeyi üzerine nasıl bir etki yaptığını tasavvur edebilirsin.
Aynı yönde etki eden bir başka faktör daha var: firarlar. Ne tür insanların kaçtığı gün gibi ortada: partilerinin ve işlerinin kendilerini beklediğini bilen en aktif, en bilinçli kişiler. Tobolsk eyaletinin belli bir bölgesindeki 450 sürgünden sadece yaklaşık 100 tanesinin kalması, başarı yüzdesi hakkında bir fikir verebilir. Ancak tembeller kalıyor. Sonuç olarak, kalan sürgünlerin çoğu, oraya kazara gelmiş olan, kişiliksiz, politik olarak belirsiz tipler. Bazı nedenlerle kaçmayı beceremeyen birkaç aktif insan, bazen zor durumda kalıyor, çünkü tüm siyasiler karşılıklı teminat sistemiyle manen birbirlerine bağlılar.
8 Şubat. Karimkrinsk Yurts. Dün yetmiş beş, bugün doksan verst yaptık. Mola yerlerine bitkin halde varıyor ve erkenden yatıyoruz.
Bu gece bir Ostyak köyünde, küçük, kirli bir kulübede bulunuyoruz. İliklerine kadar donan eskorttaki askerler, bazı sarhoş Ostyaklarla birlikte pis mutfağa doluşuyorlar. Duvarın öteki tarafında bir kuzu meliyor.… Köyde bir düğün var –şu anda düğün sezonu– ve tüm Otsyaklar içiyor ve bir sarhoş kulübemize girmeye çalışıyor.
Saratov’dan gelen küçük, yaşlı bir adam olan bir “idari” sürgün, hem de sarhoş, bizi görmeye gelmiş. Sonunda, o ve diğer adamın Berezov’dan buraya et almak için geldikleri ve daha sonra aldıklarını tekrar sattıkları anlaşılıyor. Her ikisi de siyasi.
Ulaşımımızı sağlamak için burada yapılmak zorunda olunan hazırlık işi olağanüstü. Konvoyumuz, sana söylediğim gibi, yaklaşık elli atla çekilen yirmi iki üstü örtülü kızaktan oluşuyor. Çok az köy bu kadar at veriyor, bu yüzden atlar kırın her tarafından toplanıyor. Durakladığımız bazı yerlerde, oraya 100 verst öteden getirilen atlar verildi bize. Ancak burada araba konakları arasındaki mesafe çok kısa, genellikle 10-15 verst. Böylece bir Otsyak, İşçi Temsilcileri Sovyetinin iki üyesini 10 verst taşımak için atını 100 verst sürmek zorunda. Üstelik tam olarak ne zaman varacağımız bilinmediği için, bazı sürücüler atlarına ihtiyaç duyulmadan önce on beş gün beklemek zorundaymış. Onlar böyle bir durumu önceden ancak bizzat eyalet valisi bu bölgelere gezi yaptığı zaman hatırlayabilirler …
Yerli köylülerin genel olarak siyasilere ve özel olarak da bize ne kadar dostça davrandıklarından pek çok kez bahsettim. Berezov bölgesinde küçük bir köy olan Belegorye’de başımıza olağanüstü bir şey geldi. Bir grup köylü bizim için kolektif olarak çaylı ve soğuk yiyecekli bir karşılama töreni örgütlediler ve bize vermek için altı ruble topladılar. Doğal olarak parayı kabul etmedik, ama çay davetini kabul ettik. Ama eskortumuz itiraz etti ve parti sona erdi. Yani çavuş razı oldu, ama onbaşı, köydeki herkesin duyacağı kadar yüksek sesle bağırarak ve çavuşu ihbar etmekle tehdit ederek korkunç bir yaygara kopardı. Bu nedenle çayımızı almaksızın bir kez daha ayrıldık. Neredeyse tüm köy bizi izledi; bu çok güzel bir gösteriydi.
9 Şubat. Kandinskoye. 100 verst daha yaptık. İki gün daha ve Berezovo’ya varacağız (ayın on birinde). Bugün çok yoruldum; dokuz-on saatlik sürekli yolculuk boyunca yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Sürekli Obi Nehrini takip ediyoruz. Sağ kenar dağlık ve ağaçlık, sol kenar basık. Nehir geniş, hava sakin ve görece sıcak. Küçük köknar ağaçları işaret görevi görmek için yolun her iki tarafında da kara saplanmış. Sürücülerimizin çoğu Ostyaklar. Kızaklar birbiri ardına koşulmuş iki ya da üç atla çekiliyor, çünkü yol biz ilerledikçe darlaşıyor. Sürücülerin uzun saplı, uzun ipli kırbaçları var. Konvoy çok büyük bir mesafeye yayıldı. Zaman zaman sürücülerden biri, atları karlı-tozlu yoğun bulutlar kaldırarak dörtnala koşturan çok tiz bir çığlık atıyor. Hız insanın nefesini kesiyor. Kızaklar neredeyse birbiri üzerine yığılıyorlar, omuzlarımızın arkasında ansızın bir atın ağzı beliriveriyor ve yüzümüzde nefesler. Daha sonra kızaklardan biri alabora oluyor ya da koşum takımlarından bazıları kopuyor veya çözülüyor. Tüm konvoy duruyor. Birkaç saatlik sürüşten sonra kendini hipnotize olmuş gibi hissediyorsun. Hava çok durgun. Sürücüler birbirlerine kulak tırmalayıcı sesleriyle sesleniyorlar. Sonra atlar tekrar hareket ediyor ve çok geçmeden yine dörtnala gidiyoruz. Sık molalar bizi büyük ölçüde yavaşlatıyor ve sürücüleri maksimum hıza ulaşmaktan alıkoyuyor. Saatte yaklaşık on beş verst yapıyoruz, oysa burada normal hız on sekiz, yirmi, hatta yirmi beş verst.
Muazzam mesafeler göz önünde bulundurulunca, Sibirya’da hızlı yolculuk normal ve bir anlamda da gerekli bir şey. Ama ben hiçbir zaman Lena’da bile böyle bir sürüş görmedim.
Değişim istasyonuna ulaştık. Köyün dışında, koşuma hazır kızaklar ve yeni atlar bekliyor; sadece, çocuklu aileler için ayrılmış olan iki kızak Berezov’a “ekspres vasıta” olarak gidiyor. Atları hızla değiştiriyoruz ve yolumuzda ilerliyoruz. Buradaki sürücüler garip bir tarzda oturuyorlar. Kızağın ön ucuna enlemesine uzun bir tahta çivilenmiş; bu yere “dingil” deniyor ve sürücü dingile, yani çıplak tahtaya oturuyor, ayakları kızağın kenarından sarkıyor. Atlar dörtnala gittiklerinde ve kızak bir o yana bir bu yana yattığında, sürücü, bir yelkenci gibi kenarlardan sarkarak ve bazen de ayaklarıyla yerden iterek bedeniyle onu dengeliyor.
12 Şubat. Berezov. Cezaevi. Beş, altı gün önce –seni gereksiz yere üzmemek için bunu o zaman yazmamıştım– tifüs salgınının olduğu bir bölgeden geçtik. Şimdi bu bölgeler çok geride kaldı. Sana sözünü ettiğim Çingalinsk Yurts’ta, altmış evden otuzunda tifüs vardı. Diğer köylerde de durum aynı. Pek çok ölü. Akrabalarından birini kaybetmeyen sürücü neredeyse yoktu. Yolculuğumuzun hızlanması ve orijinal programdaki değişiklik, doğrudan tifüsle bağlantılı: polis memuru, gönderdiği telgrafla yetkililere tehlikeli bölgeyi olabildiğince çabuk geçme zorunluluğunu gerekçelendirdi.
Son iki gün, günde 90 ya da 100 verstlik bir hızla kuzeye doğru yol aldık, yani neredeyse tam bir derece. Sonuç olarak, uygarlık belirtileri –eğer burada uygarlıktan söz edilebilirse– çok açık bir şekilde siliniyor. Vahşetin ve soğuğun alemine her gün bir derece daha iniyoruz. Bir dağcı da, bir yükseklik kuşağından diğerine geçerek yüksek bir dağa çıkarken benzer bir izlenime sahip olsa gerek.… Önce zengin Rus köylüleri vardı. Ardından karışık evlilikler sonucunda Moğol görünümlerini neredeyse kaybetmiş olan Ruslaşmış Ostyaklar. Daha sonra tarım bölgesini terk ettik ve Ostyak avcılarının ve balıkçılarının, Rusçayı güçlükle konuşan kısa, pösteki gibi kabarık başlı yaratıkların topraklarına girdik. Atlar daha ender bulunur oldu ve daha kötü durumdalar; atlı taşıma burada önemli bir rol oynamıyor ve av köpekleri atlardan çok daha değerli. Yol giderek daha kötü, dar ve tümüyle engebeli hale geldi.… Yine de polis çavuşu bize buradaki “anayol” Ostyaklarının Obi’nin kolları boyunca yaşayanlara kıyasla uygarlık numuneleri olduğunu söylüyor.
Bunların bize karşı tutumları muğlak ve anlaşılmaz; galiba bizi geçici olarak gözden düşmüş kodamanlar olarak tasavvur ediyorlar. Bir Ostyak bugün sürekli şunu sordu: “Generaliniz nerede? Generalinizi gösterin bana … keşke onu görebilsem … hiç general görmedim.”
Bugün bir Ostyak kızaklarımızdan birine bitkin bir at koşarken bir başkası da ona sesleniyordu: “Onlara bundan daha iyi bir tanesini ver, onların kim olduklarını düşünüyorsun, polis memurları mı?” Ama, sadece bir kez olsa da, bir Ostyak’ın bizden “pek önemli olmayan yolcular, öyle değil mi?” diye söz ettiği bunun tersi bir durum da olmadı değil.
Berezov’a geçen gece ulaştık. “Şehrin” bir tasvirini isteyeceğini sanmıyorum. Burası, 1.000 sakini, bir polis karakolu ve bir maliye binası bulunan Verholensk, Kirensk ve diğer birçok şehire benziyor. Bununla birlikte Osterman’ın mezarını ve Menşikov’un gömüldüğü yeri de (doğruluk garantisi olmaksızın) gösteriyorlar. Yerli nükteciler Menşikov’un içinde yemeklerini yediği yaşlı hanıma ait evi de gösteriyorlar.
Doğrudan cezaevine götürüldük. Elli kişilik yerel garnizon, girişte sıralanmıştı. Öyle görünüyor ki, bizim varışımızdan önce cezaevi on beş gün yıkanıp temizlenmiş, tüm mahkûmlar önceden nakledilmiş. Hücrelerden birinde, üzerinde masa örtüsü bulunan büyük bir masa, yemek sandalyeleri, bir iskambil masası, mumlu iki şamdan ve büyük bir lamba bulduk. Bu kadar düşüncelilik neredeyse dokunaklıydı …
Birkaç gün burada dinleneceğiz ve sonra yola devam edeceğiz.
Devam edeceğiz, evet … ama ben henüz hangi yöne olacağına karar veremedim.
[1] Troçki’nin karısına yazdığı mektuplar. (ç.n.)
[2] Réaumur, 1730’da alkollü bir termometre icat eden Fransız bilgindir. İcat ettiği termometre de kendi adıyla anılmaktadır. (ç.n)
[3] Rusya’da üç atla çekilen kızak ya da araba. (ç.n.)
link: Lev Troçki, Oraya ..., Ocak-Şubat 1907, https://en.marksist.net/node/1442