Kapitalizm, feodal ve asyatik toplumları ortadan kaldırarak aynı zamanda insanların gözünde ilahi bir güç tarafından bahşedildiğine inanılan ezen ve ezilen sınıf kavramlarını netleştirdi. Kapitalizmin ürünü olan işçi sınıfı, eski dönemlerin ezilen sınıflarından farklı olarak içinde bulunduğu sömürü koşullarını ortadan kaldırabilecek güçlü bir potansiyele sahiptir. Kapitalizm üretici güçleri geliştirirken diğer taraftan da kendi düzenini ortadan kaldıracak olan potansiyeli de kendiliğinden geliştirmektedir.
Kapitalizm insanlığa birey olmayı, bireysel kurtuluşu propaganda ediyor. Peki birey olmak işçi sınıfı açısından ne anlam ifade eder, burjuvazi açısından ne ifade eder? Burjuvazi açısından birey olmak diğer burjuvalar karşısında var olabilme, varlığını sürdürebilme yani ayakta kalabilmektir. Ama onlar da kendi sınıfsal çıkarlarının tehlikeye girdiğini hissettikleri anda birlikte olmayı, sınıf kardeşi olmayı ihmal etmezler.
Konuyu bir örnekle açmak istiyorum. Ben metal sektöründe çalışan bir işçiyim. Bulunduğumuz sanayi bölgesinde bizimle aynı işi yapan işletmelerin patronları zam aylarında toplanır ve birbirlerine çok yaklaşık zam oranları belirlerler. Ve işçiler tarafından zamma itiraz edildiğinde diğer işletmeleri örnek göstererek işçileri bastırırlar. Ama biz işçiler birçok durumda bireyselliğin ve örgütsüzlüğün içerisine o kadar saplanıp kalırız ki, yanında çalıştığımız, ailemizden çok vakit ayırdığımız işçi arkadaşımıza güvenmeyiz. Böylece bir işçiye 380, diğerine 400 YTL veren işveren, işçilerin arasındaki rekabeti arttırır ve “benden daha az maaş alanlar var, aman ben hiçbir şeye karışmayayım” fikrini yerleştirir.
Aynı toplantılarda işçileri “daha fazla nasıl sömürürüz”ün kararını alan sınıf kardeşi burjuvalar, toplantı bittikten sonra birbirlerinin işlerini kapabilmek, diğerini ortadan kaldırabilmek için gizli kapaklı planlar yaparlar. Daha düşük fiyatlarla ihalelere girerler ve sonra kendi çıkarları doğrultusunda domuz topu gibi birleşirler.
Peki, işçi sınıfı açısından ne anlam ifade eder birey olmak? Şunu bilmeliyiz ki, yaşam koşulları, toplumsal varoluşları, üretimden gelen güçleri, işçi sınıfını kapitalizmi yıkacak, sınıfsız topluma ilerletecek yegâne güç haline getirmektedir. Peki, öyleyse bu güç bugün kendini neden göstermiyor? İşçi sınıfının geçmişte yaşanmış olumlu veya olumsuz örnekleriyle başarıya ulaşamamasının en büyük nedeni, kendisine yol gösterecek bir haritanın, kılavuzun olmayışıdır. Ne olmalıdır, nasıl olmalıdır bu harita? Cevabı bence çok nettir: Bolşevik tarzda örgütlenmiş devrimci Marksist bir önderlik.
İşçi sınıfı açısından birey olmak kavramını yukarıda değindiğimiz konularda açıklayabiliriz. Ya işçi sınıfına yol gösterecek, ona kılavuzluk edecek bir örgütlü mücadelenin içerisinde özgürleşmiş bireyler olarak yer alırsınız ya da kapitalist toplumun aşılamaya çalıştığı bireysellik hastalığıyla burjuvaziye hizmet edersiniz. Tercih bu anlamıyla bizimdir. Tabii özgürleşmek öyle lafla olmuyor, bunun için kişinin önce kendi içerisinde bir silkiniş yaşaması gerekiyor. Unutmamalıyız ki devrim insanın kendisinde başlar.
Örgütlü mücadelenin içerisinde yer alan bireyler, kapitalizmin doğası gereği sınıf mücadelesinin keskinleşeceğini ve buna hazırlanmak gerektiğini unutmamalıdır. Yükselen sınıf mücadeleleri sırasında sıradan işçilerin bile müthiş bilinç sıçramaları yaşadığı aşikârdır. Onlar bu tür dönemlerde, sorunun sadece kendi fabrikasında, kendi ilinde, kendi ülkesinde yaşanmadığının farkına varırlar.
Örneğin 1917’de Rusya’daki işçi iktidarı ve kendi çapında Türkiye’deki 15-16 Haziran direnişi, kendisi için sınıf olma bilincinin doruğuna çıktığı dönemdir. Peki, neydi aradaki fark? Çok açıktır ki işçi sınıfına yol gösterecek bir kılavuzun olmasıydı. Ekim 1917’de Bolşevik parti işçi sınıfının gerçek önderliğinin, yol göstericiliğin nasıl yapılması gerektiğini tüm dünya burjuvazisine proleterlerine, devrimcisine gösteriyordu. Kurtuluşun formülünün işçi sınıfı açısından küçük-burjuva kuyrukçuluk ve bireycilikte değil toplumcu harekette olduğunu gösteriyordu. 15-16 Haziran direnişinin de kendisi için bir sınıf olabilmeye dönüştürülmesindeki en büyük eksiklik ona yol gösterecek Bolşevik tarzda partinin olmayışıdır.
İşçi sınıfının devrimci ve toplumcu potansiyeli her zaman vardır. Bunun ortaya çıkışı bazen grevlerde olur, bazen savaşlarda ortaya çıkar. Ama bu hareketlerin devrimci ve toplumcu potansiyellere dönüşebilmesi için bahsettiğimiz örgütlü mücadele içerisinde özgür bireyleri o günlere hazırlıklı olmaları gerekmektedir. Lenin’in de söylediği gibi; “her grevin arkasında devrim ejderhası yatar”.
Şu an Türkiye’de işçi sınıfının mücadelesi dibe vurmuş halde. Ve insanları mücadele okuluna girmekten alıkoyan durumlardan bir tanesi de bu. Ama devrimci Marksizmi öğrenmeye çalışan işçiler açısından durumun daha farklı olduğunu düşünüyorum. Kapitalizmi anlama, kapitalizmin krizlerini anlama, sınıf mücadelesi tarihini okuyup kavrama bakımından daha net görüşlere sahiptirler. Bu şu anlama gelmiyor; devrimci Marksizmi öğrenmeye çalışan herkes mücadelenin içerisinde aktif rol oynayacaktır. Örgütlü olmak gereğini kendisinde hissetmeyen, toplumcu fikirlerini başka işçi arkadaşlarına taşımayan bireyler, kendi içlerindeki küçük-burjuva hastalıkları ezip geçemedikleri takdirde öncelikle kendilerine ve de sınıf mücadelesine her zaman zarar verecektir.
Şunu unutmamalıyız ki küçük-burjuva düşünceler bazen sınıf mücadelesi ortada yokken, bazen de sınıf mücadelesi içerisinde kendi pisliklerini dışa vuracaktır. Ailelerimiz de, eşlerimiz dostlarımız da bizim mücadele okuluna girmemizi istemeyeceklerdir. Ama biz onlara mücadele okuluna girmeden, o okulu sahiplenmeden, eşitliğin ve barışın gelmeyeceğini, sömürünün asla bitmeyeceğini, çarkın hep burjuvazi için döneceğini anlatıp izah etmeli, duruşumuzla bunu göstermeliyiz. Ve bunu anlatmak, sosyalist fikirleri öğrenip diğer işçi kardeşlerimize aşılamak istiyorsak örgütlü mücadele içerisinde yer almalı, o mücadeleyi sahiplenmeli ve içselleştirmeliyiz. İşte kapitalist toplumda işçi sınıfı açısından özgür bireyler olmak buraya tekabül eder.
Sınıf mücadelesi dibe vurmuş durumda olabilir. Ama şunu bilmeliyiz ki, bu dönemde bile devrimci Marksist fikirlere sahibiz ve öğrenme ve öğretme özgürlüğüne de sahibiz. Bu fikirler ailemize, arkadaşlarımıza ve fabrikalardaki işçi arkadaşlarımıza imkânsız, hayal, hatta saçma gelebilir. Bu durum bizlere asla geri adım attırmamalı ve mücadeleden alıkoymamalıdır. Marx’ın da belirttiği gibi, mesele insanların söylediklerinden, hayal ettiklerinden değil gerçek ve faal olandan yola çıkılarak gerçek yaşam süreçlerine bakmaktır. Unutmamalıyız ki şu anda imkânsız, hayal, hatta bazı durumlarda saçma gelen devrimci Marksist fikirler ilerde bütün işçilerin ortak fikirleri olacaktır.
Örgütlüysek Her Şeyiz, Örgütsüzsek Hiçbir Şey!
link: Gebze’den MT okuru bir metal işçisi, “Birey” olmak mı, örgütlü olmak mı?, 4 Kasım 2006, https://en.marksist.net/node/1005
Modernleşen Despotizmin Sivilleşme Sancısı /9
Haklı ve Haksız Savaşlar Ayrımı Üzerine