Bölüm 9: Genel Bir Kâr Oranının (Ortalama Kâr Oranının) Oluşması ve Meta Değerlerinin Üretim Fiyatlarına Dönüşmesi
Marx, verili olan her anda sermayenin organik bileşiminin iki koşula bağlı olduğunu vurgular. Birincisi, kullanılan emek gücü ile kullanılan üretim araçlarının miktarı arasındaki teknik orandır; ikincisi ise bu üretim faktörlerinin fiyatıdır. Örneğin, 100 birim üzerinden 4/5’i değişmeyen ve 1/5’i değişen sermayeden oluşan bir sermayenin organik bileşimini 80c+20v formülüyle gösterebiliriz. Ayrıca, karşılaştırma yapabilmek için sabit bir artı-değer oranı alınır ve bu herhangi bir oran, diyelim %100 olabilir. Bu durumda, 80c+20v’lik sermaye 20m’lik bir artı-değer sağlar ve bu da toplam sermaye üzerinden %20’lik bir kâr oranı anlamına gelir. Yatırılan sermayenin ürününün gerçek değerinin büyüklüğü, değişmeyen sermayenin sabit kısmının büyüklüğüne ve bunun ne kadarının aşınma ve yıpranma payı olarak ürüne girdiğine bağlıdır. Bu kâr oranı ve dolayısıyla buradaki inceleme açısından tümüyle önemsiz olduğundan, basitlik sağlamak için bir varsayımda bulunur Marx. Şöyle ki, değişmeyen sermayenin her yerde bu sermayelerin yıllık ürünlerine bir bütün olarak girdiği varsayılacaktır. Ayrıca, farklı üretim alanlarındaki sermayelerin kendi değişen kısımlarının büyüklüğüyle orantılı olarak, her yıl aynı miktarda artı-değer gerçekleştirdiği de varsayılacaktır. Devir zamanlarının farklılığının bu konuda yaratabileceği farklılık da geçici olarak göz ardı edilecektir.
Marx rakamlarla örnekleyerek, artı-değer oranı hepsinde %100 olmak üzere, diyelim beş farklı üretim alanı için sermayelerin farklı organik bileşimlerine karşılık gelen çok farklı kâr oranlarıyla karşılaşacağımızı gösterir. Bu farklı alanlarda üretilen metalar kendi değerlerinden fazlasına ya da azına satılabilir. Ama toplamda bakıldığında, metaların bir bölümü değerlerinden ne ölçüde fazlasına satılıyorsa, bir başka bölümünün değerlerinden o ölçüde azına satıldığı, yani artı ve eksi farkların birbirini götürdüğü varsayılır. Marx buradan hareketle,
üretim fiyatları diye adlandırdığı olguyu açıklar. Farklı üretim alanlarında çeşitli kâr oranlarının ortalamasının alınarak, bu ortalamanın metaların kendi maliyet fiyatlarına eklenmesi yoluyla ortaya çıkan fiyatlar, üretim fiyatlarıdır. Bu varsayımın ön şartı, genel bir kâr oranının varlığıdır ve bu da tek tek tüm üretim alanlarındaki kâr oranlarının, ortalama kâr oranına indirgenmiş olmasını gerektirir. Tekrar vurgulanacak olursa,
metanın üretim fiyatı, onun maliyet fiyatı ile ortalama kârın toplamına eşittir.
Farklı üretim dallarına yatırılan sermayelerin farklı organik bileşimleri (bu sermayelerin değişen kısımlarının farklı oluşu) nedeniyle, aynı büyüklükteki sermayeler tarafından harekete geçirilen emek miktarları farklıdır. Dolayısıyla, bunlar tarafından el koyulan artı-emek miktarları ya da bunlar tarafından üretilen artı-değer miktarları da çok farklıdır. Bu yüzden, farklı üretim dallarında hüküm süren fiili kâr oranları aslında çok farklıdır. Fakat bu
farklı kâr oranları,
rekabet yoluyla,
bunların ortalaması olan genel bir kâr oranına doğru eşitlenir. İşte, organik bileşimi ne olursa olsun, verili büyüklükteki bir sermayeye
bu genel kâr oranına uygun olarak düşen kâra
ortalama kâr denir.
Farklı üretim alanlarının kapitalistleri, metaların üretimi sırasında tüketilen sermaye değerlerini bu metaların satışı sayesinde geri çeker, artı-değeri gerçekleştirir ve kâr elde ederler. Genel işleyiş açısından bakıldığında, aslında elde ettikleri kâr bir başka şekilde açıklanabilir. Bu kâr, toplumun toplam sermayesi tarafından belirli bir süre içinde tüm üretim alanlarında üretilen toplam kârın, toplam sermayeye bölünmesi yoluyla bulunan birim kârdan kendi sermaye ölçeklerine göre elde ettikleri miktardır. Buradan bakıldığında,
kapitalistler, kâr paylarının her 100 birime eşit olarak dağıtıldığı
bir anonim şirketin hissedarları gibi hareket ederler. Fakat kapitalistler birbirlerinden, her birinin toplam girişime soktuğu sermayenin büyüklüğüne, toplam girişimdeki göreli katılımına, hisselerinin sayısına göre de ayrılırlar.
Tüm üretim dallarının bütünlüğü ele alındığında,
sonuçta o toplumda üretilen metaların üretim fiyatlarının toplamı, metaların değerlerinin toplamına eşit olur. Bu önerme, ilk bakışta bazı açılardan çelişkili gelebilir. Ne var ki, bir ülkenin tüm metalarının maliyet fiyatlarının toplamına kârlarının (ya da artı-değerlerinin) toplamını eklersek, hesabın doğru çıkmak zorunda olacağı açıktır. Tek tek kapitalistlerin yaptıkları alım-satımlar, üretim harcamaları vb. açısından akıl yürütmeye kalkışıldığında bu konu karışık görünebilir. Ancak kapitalist işleyişin bütünü açısından bakıldığında durum netleşir, çünkü metaların üretim fiyatlarının onların kendi öz değerlerinden sapmaları karşılıklı olarak birbirlerini götürürler. “Zaten, kapitalist üretimin bütününde, genel yasa kendisini her zaman, yalnızca çok çapraşık ve yaklaşık bir şekilde, sonsuz dalgalanmaların hiçbir zaman sabitlenemeyecek olan ortalaması olarak, egemen eğilim haline getirir.”
Genel kâr oranı, yatırılmış olan sermayenin her 100 birimine belirli bir zaman aralığında düşen farklı kâr oranlarının ortalamasıyla oluştuğundan, farklı sermayelerin devir zamanlarının farklılığından kaynaklanan farklılık da bu oranın içinde silinir. Her bir üretim alanında üretilen artı-değerlerin gerçek miktarları, kullanılan sermayelerin büyüklüğüne bağlıdır. Ayrıca da,
genel ortalama her ne olursa olsun, her ayrı üretim alanının kendisine özgü kâr oranı neyse odur.
Biliyoruz ki, her ayrı yatırım noktasında üretilen toplam değer miktarı, diyelim A, B, C ve D’nin her birinde yatırılmış olan toplam sermayelerin farklı büyüklüklerine göre farklılaşır. Bu nedenle, genel kâr oranının oluşumunda önem taşıyan şey, yalnızca, farklı üretim alanlarındaki kâr oranlarının basit ortalaması değil, ortalamanın oluşumuna katılan bu farklı kâr oranlarının göreli ağırlıklarıdır. “Bu da, her bir alana yatırılmış olan sermayenin göreli büyüklüğüne ya da her bir üretim alanına yatırılmış olan sermayenin, toplumsal toplam sermayenin hangi özdeş parçasını oluşturduğuna bağlıdır. Kuşkusuz, toplam sermayenin daha büyük ya da daha küçük bir kısmının daha yüksek ya da daha düşük bir kâr oranı üretmesine bağlı olarak, çok büyük bir farklılık ortaya çıkacaktır.”
Bu açıklamalardan sonra, Marx, genel kâr oranının iki etmenle belirlendiğini vurgular: 1. Farklı üretim alanlarındaki sermayelerin organik bileşimleriyle, yani tek tek alanların farklı kâr oranlarıyla; 2. Toplumsal toplam sermayenin söz konusu farklı alanlara dağılımıyla, yani toplumsal toplam sermayenin her bir üretim alanı tarafından yutulan göreli payıyla.
Marx burgu gibi derinlere inen analiz yöntemi temelinde, daha önce metaların yalnızca değerleriyle ilgilenilmişken şimdi daha ileri bir noktaya varıldığını belirtir. Daha önceki açıklamalarda meta değerinin artı-değer haricindeki parçasını oluşturan
maliyet fiyatı üzerinde durulmuştur. Şimdiyse, değerin dönüşmüş bir biçimi olarak metanın
üretim fiyatı ortaya çıkmıştır.
Emeğin toplumsal üretici gücünün özgül gelişmişlik derecesi, her bir üretim alanında belirli nicelikteki üretim araçlarının ne kadar büyük ya da küçük emek niceliğini gerektirdiğine bağlı olarak farklılaşır ve buna göre daha yüksek ya da daha düşük olur. Marx bu nedenle, ortalama toplumsal sermayeye göre yüzde cinsinden daha fazla değişmeyen ve daha az değişen sermaye içeren sermayelere
yüksek bileşimli sermayeler denildiğini belirtir. Tersine, ortalama toplumsal sermayeye göre, değişmeyen sermayenin görece küçük ve değişen sermayenin daha büyük bir yer kapladığı sermayeler ise
düşük bileşimli sermayeler olarak adlandırılır. Son olarak, bileşimleri ortalama toplumsal sermayenin bileşimiyle çakışan sermayelere ise
ortalama bileşimli sermayeler denir. Bu üç farklı durumu ortalama %20 kâr oranı üzerinden bir örneklemeyle açıklar Marx. Böylece, toplumsal ölçekte oluşan ortalama kâr oranının farklı sermaye yatırımlarına aynı oranda etki etmesi neticesinde oluşan üretim fiyatlarının, metaların değerlerinden farklılaşabileceğini gösterir.
I. 80c + 20v + 20m = 120 değer / Üretim fiyatı = 120
II. 90c + 10v + 10m = 110 değer / Üretim fiyatı = 120
III. 70c + 30v + 30m = 130 değer / Üretim fiyatı = 120
Bu örneklemeden çıkan sonuç şudur: Sermaye II tarafından üretilen metaların üretim fiyatı bunların değerinden büyük, Sermaye III tarafından üretilenlerin üretim fiyatı bunların değerinden küçük ve bileşimleri tesadüfen toplumsal ortalama olan Sermaye I tarafından üretilenlerin üretim fiyatları ise bunların değerleriyle aynı olurdu. Marx, bu açıklamaların daha önceki açıklamalara oranla değişik bir hususu gündeme getirdiğini belirtir. Şöyle ki, başlangıçta bir metanın maliyet fiyatının onun üretiminde tüketilmiş olan değişmeyen ve değişen sermaye değerinin toplamına eşit olduğu varsayılmıştı. Fakat
piyasadaki işleyiş açısından bir metanın üretim fiyatı, alıcı için onun maliyet fiyatıdır ve böylece bu bir başka metanın fiyat oluşumuna maliyet fiyatı olarak girebilir ve bu böyle devam eder.
Netice olarak, aslında metaların kendi değerleri aynı kalırken, her bir üretim alanındaki metaların üretim fiyatları genel kâr oranındaki bir değişimin ürünü olarak büyüklük değişimlerine uğrayabilir. Tek tek üretim alanlarının fiili kâr oranlarında ise sürekli olarak büyük değişimler gerçekleşir. İşte bununla, genel kâr oranındaki değişimi birbirinden ayırt etmek gerekir. Genel kâr oranındaki ani bir değişim, sıra dışı iktisadi gelişmeler tarafından istisnai şekilde ortaya çıkabilir. Bunun dışında, kendilerini sağlamlaştırana ve dengeleyene kadar çok fazla zamana gereksinim duyan dalgalanmaların çok geç bir eseri olabilir. Bu nedenle, her tür kısa dönemde üretim fiyatlarındaki bir değişimin nedeni, metaların değerlerindeki gerçek bir değişim, yani üretimleri için gerekli olan emek-zamanın toplam tutarındaki bir değişimdir.
Toplam toplumsal sermaye söz konusu olduğunda, onun tarafından üretilen metaların değerlerinin toplamı şu şekilde ifade edilir: toplam değişmeyen sermayenin değeri + toplam değişen sermayenin değeri + toplam artı-değer. Emeğin sömürülme derecesi sabit kabul edildiğinde, artı-değer miktarı aynı kalırken, kâr oranı yalnızca değişmeyen ya da değişen sermayenin değerinin değişmesi ya da her ikisinin de değişmesi durumunda değişebilir. Demek ki, genel kâr oranındaki bir değişim, her durumda, değişmeyen sermayeyi ya da değişen sermayeyi oluşturan metaların değerlerindeki bir değişimi gerektirir. Genel kâr oranı, metaların değerleri aynı kalırken emeğin sömürülme derecesi değiştiğinde de değişebilir. Ya da emeğin sömürülme derecesi aynı kalırken, genel kâr oranı, emek sürecindeki teknik değişimler neticesinde kullanılan emek tutarı değişmeyen sermayeye oranla değiştiğinde değişebilir.
Marx, daha önce gördüğümüz bir hususu hatırlatır. Artı-değer ve kâr, miktarları bakımından özdeştir. Ne var ki, hesaplanmasındaki farklılık nedeniyle kâr oranı artı-değer oranından farklıdır. Kapitalist, pratikte sadece kâr oranıyla ilgilenir. Bu bakış açısı artı-değerin gerçek kökenini tümüyle karanlıkta bırakır ve gizemlileştirir. Buraya kadar, kâr ile artı-değer arasındaki farklılık yalnızca bir biçim değişimiyle ilişkiliydi. Fakat genel kâr oranı ve kullanılan sermayenin farklı üretim alanlarındaki verili büyüklüğüne karşılık gelen ortalama kâr ortaya çıkar çıkmaz durum değişir.
Belirli bir üretim alanında fiilen üretilen
artı-değerin ve dolayısıyla kârın,
metanın piyasadaki satış fiyatının içerdiği kârla çakışması, artık yalnızca bir rastlantı olabilir. Böylece gerçek işleyişe bakıldığında, yalnızca kâr oranı ve artı-değer oranı değil, kâr ve artı-değer de, kural olarak, gerçekten farklı büyüklüklerdir. Emeğin sömürülme derecesi veriliyken, artık, belirli bir üretim alanında üretilen artı-değer miktarı, o üretim dalındaki kapitalistler için olduğundan çok, toplumsal sermayenin ortalama toplam kârının unsuru olarak bütün kapitalist sınıf için önemlidir. İlgili üretim dalındaki kapitalist için ise, artı-değer oranı, yalnızca, kendi dalında üretilen artı-değer miktarının, ortalama kârın düzenlenmesinde pay sahibi olması ölçüsünde önem taşır. Ama bu, o kapitalistin haberi olmadan gerçekleşen, onun görmediği ve anlamadığı ve aslında onu ilgilendirmeyen bir süreçtir. Tek tek üretim alanlarında yalnızca kâr oranı ile artı-değer oranı arasında değil,
fiili işleyişte aslında
kâr ile artı-değer arasında gerçek bir büyüklük farkının bulunması,
kârın gerçek doğasını ve kökenini işçiden de tümüyle gizler. “Değerlerin üretim fiyatlarına dönüşmesiyle birlikte, değerin belirlenmesinin temeli gözden uzaklaşır.”
Kapitalistin gözünde, metanın üretiminin gerektirdiği
toplam emek değil, toplam emeğin karşılığı ödenmeyen parçası hariç
üretim araçlarına ve emek gücüne ödediği maliyet parçası bulunur. Bu nedenle de, kâr ona metanın içerdiği toplam değerin dışındaki bir şeymiş gibi görünür.
Marx,
değerin bu iç bağlantısının ilk kez burada açığa çıkarıldığını belirtir. Daha sonra da üstünde duracağı üzere, o güne kadarki iktisat, ya artı-değer ile kâr, artı-değer oranı ile kâr oranı arasındaki farklılıklardan inatla uzaklaşmış ya da göze çarpan farklılıklar karşısında zorlandığında her tür bilimsel yaklaşım zemininden vazgeçmiştir. Teorisyenlerin bu kafa karışıklığı, rekabet savaşında gözü kararmış, bunun ardındaki görüngüleri hiçbir şekilde sorgulamayan pratik kapitalistin, gözle görünür olanın ardında bu sürecin asıl özünü ve içyapısını kavramakta ne denli aciz kalacağının en iyi kanıtıdır.
Kâr oranının yükselişi ve düşüşüyle ilgili olarak daha önce açıklanmış olan tüm yasaların aslında iki anlama geldiğini vurgular Marx.
“1. Bir kere, bunlar, genel kâr oranı yasalarıdır. Yapılan açıklamalara göre kâr oranını yükselten ya da düşüren bu kadar çok sayıda farklı neden varken, genel kâr oranının her gün değişmesi gerektiği sanılabilir. Ama bir üretim alanındaki hareket bir başkasındakini götürecek, etkiler kesişecek ve birbirlerini felce uğratacaktır.” Dalgalanmaların en sonunda hangi tarafa yönelecekleri konusu daha sonra incelenecektir, ama şimdiden belirtilmesi gerekir ki bunlar yavaştır. Her bir üretim alanında, belirli bir zaman aralığı içinde birbirlerini dengeleyen ve bu nedenle genel kâr oranı üzerinde etkide bulunmayan sapmalar olur. Genel kâr oranı yalnızca her bir alandaki ortalama kâr oranıyla değil, aynı zamanda toplam sermayenin her bir farklı alana dağılımıyla belirlenmektedir. Bu dağılım sürekli olarak değiştiğinden, bu da yine genel kâr oranındaki değişmenin sürekli bir nedeni olur. Ama bu değişim nedeni, söz konusu hareketin kesintisizliği ve çok yönlülüğü nedeniyle çoğu zaman kendi kendisini felce uğratır.
2. Her bir üretim alanının içinde, kâr oranının dalgalanacağı ve söz konusu dalgalanmanın yükseliş ya da düşüşün ardından, genel kâr oranı üzerindeki etkisini giderme yönünde kararlı hale geleceği kısa ya da daha uzun bir süre dalgalanma aralığı bulunur. Bu nedenle kâr oranı yasaları, bu tür mekânsal ve zamansal sınırlar içinde de geçerlidir.
Dar görüşlü bireysel kapitalist, kârının, tek başına onun çalıştırdığı ya da onun dalında çalıştırılan emekten kaynaklanmadığına inanır. Ortalama kâr söz konusu olduğunda onun bu algısı anlaşılabilir. Çünkü emeğin toplam sermaye, yani tüm kapitalist arkadaşları tarafından toplam sömürüsünün bu kâra ne ölçüde aracılık ettiği onun için tam bir gizemdir. “Burjuva teorisyenlerinin, yani politik iktisatçıların bile onu şu ana dek açığa çıkaramamış olması, bu durumu daha da pekiştirir.” Emek tasarrufu (yalnızca belirli bir ürünü üretmek için zorunlu olan emekte değil, aynı zamanda çalıştırılan işçilerin sayısında yapılan tasarruf) ve ölü emeğin (değişmez sermayenin) daha fazla kullanılması, iktisadi açıdan tümüyle doğru bir işlem olarak görünür. Ve bunun genel kâr oranını ve ortalama kârı hiçbir şekilde etkilemeyeceği sanılır. Bu gibi nedenlerle
kapitalist, canlı emeğin kârın tek kaynağı olduğunu görmez ve buna inanmaz.
Verili bir üretim alanında, maliyet fiyatının değişmeyen sermaye değerini temsil eden parçasının değeri yükselir ya da düşerse, bu parça metanın üretim sürecine değeri büyümüş ya da küçülmüş olarak girer. Öte yandan, aynı sayıda işçi kullanılırken aynı süre içinde daha fazla ya da daha az üretim gerçekleştirilirse, yani işçilerin sayısı aynı kalırken belirli bir miktarda metanın üretilmesi için gerekli olan emek miktarı değişirse, maliyet fiyatının değişen sermayenin değerini temsil eden parçası aynı kalabilir. Ama neticede toplam ürünü oluşturan metaların her birine daha fazla ya da daha az emek ve dolayısıyla aynı zamanda bu emek için yapılan harcamanın daha büyük ya da daha küçük bir bölümü düşer. “Kapitalistin ödediği ücretlerin toplamı aynı kalır, ama her bir parça meta başına ücret farklılaşır.” Yani sonuç olarak her bir metanın maliyet fiyatının değişen sermaye parçasında bir değişim olur.
Kapitalist aynı çalışma süresi içinde aynı sayıda işçiyi aynı değişen sermaye ödemesiyle çalıştırdığında, üretilen meta miktarının değişmesi neticesinde meta başına düşen değişen sermaye maliyetinin değişmesi, kapitalist sömürüyü gizleyen faktörlerden birisidir. Zira burada kapitalistin ve dolayısıyla aynı zamanda politik iktisatçının gördüğü tek şey, yalnızca karşılığı ödenmiş emeğin her bir adet metaya düşen parçasının, emeğin üretici gücüyle birlikte değişmesidir. Fakat onlar, burada aslında her bir adet metanın içerdiği karşılığı ödenmemiş emek için de aynı değişimin geçerli olduğunu görmezler. Böylece, metaların değerlerini düşündüklerinde hesaba yalnızca değişen sermaye harcamasını yani yalnızca karşılığı ödenmiş emek parçasını katarlar. Son olarak belirtmek gerekir ki,
kapitalistin zenginleşmesiyle ilişkisini perdeleyen her şey, sistemin bütününü gizemlileştirir.
(devam edecek)