3. Değer Biçimi veya Mübadele Değeri
Üretilen bir şey hem bir kullanım değerine hem de bir mübadele değerine (değişim değerine) sahip olduğu takdirde bir metadır. Kullanım değerleri olarak metalar, örneğin demir, buğday, kitap vb. gibi farklı özelliklere, biçimlere sahiptirler. Ancak değişim değerleri olarak hepsi para biçiminde ortak bir değere bürünürler. Marx tam burada okuyucunun dikkatini önemli bir noktaya çeker: “Şimdi, bugüne kadar burjuva iktisadı tarafından el sürülmeden bırakılmış bir işe girişeceğiz; yani, bu para biçiminin doğuşunu gösterecek ve dolayısıyla, metaların değer ilişkilerinin içerdiği değer ifadesinin gelişimini, en basit ve en fark edilmez biçiminden itibaren, göz alıcı para biçimine gelinceye kadar izleyeceğiz. Böylece, aynı zamanda, para bilmecesi de çözülecek.” Marx’ın takip eden satırları, meta mübadelesinde basit değer ilişkisinden başlar ve adım adım para biçiminin analizine uzanır. Kapital’deki bu açıklamalar, Marx’ın para bilmecesini nasıl çözdüğünü ortaya koymaktadır. Bunun anlaşılabilmesi için, Marx’ın açıklama sistematiğini bozmadan ve kullandığı kavramları atlamadan konuyu özetlemek isabetli olacaktır.
A. Basit, tek başına veya rastlantısal değer biçimi
Metalar arasındaki
basit değer ilişkisi, herhangi bir metayla bir diğer meta arasındaki ilişkidir. Örneğin “x kadar A metası = y kadar B metası” şeklindeki değer ilişkisi bize bir metanın basit değer ifadesini verir. Bu basit değer ifadesini herhangi iki metayla somutlamak istersek, örneğin 1 ceket = 20 metre keten bezi diyebiliriz. Kuşkusuz bu eşitliği tersinden, yani 20 metre keten bezi = 1 ceket şeklinde de ifade edebiliriz. Burada Marx basit değer ilişkisini dile getiren eşitliği daha yakından inceler. 20 metre keten bezi = 1 ceket ilişkisinde keten bezi kendi değerini ceketle, yani bir başka metaya göre (göreli) ifade etmektedir. O nedenle eşitliğin sol tarafında yer alan
göreli değer biçimi diye adlandırılır. Eşitliğin sağ tarafında yer alan ise
eş değer biçimi diye nitelenir. Örneğimizi başka metalar üzerinden de versek, benzer tüm eşitliklerde sol taraf göreli değer biçimi, sağ taraf eş değer biçimi olarak adlandırılacaktır. Burada eşitliği sağlayan faktör, aslında her iki metanın da mübadele değeri büyüklüğünün eşit olmasıdır.
Mübadele değerleri açısından metalar, fiziksel biçimlerinden ve onu yaratan emeğin özelliklerinden soyutlanmış ve böylece
aynılaştırılmış insan emeğidir. Ceket ve keten bezi üzerinden ifade edecek olursak, söz konusu soyutlama terzilik emeğiyle dokumacılık emeğini her ikisinde de ortak olan soyut emeğe (ortalama insan emeği) indirger. Böylece her bir metanın ayrı ayrı değeri aynı ölçü birimiyle, her birinin üretimi için toplumsal açıdan gerekli emek-zamanla belirlenmiş olacaktır. Metaların değerleri bu emek-zamanla ifade edildiğine göre, göreli değeri ya da eş değeri temsil eden metanın üretimi için gereken emek-zaman şu ya da bu nedenle değiştiğinde, eşitlik denklemi de değişecektir. Marx bu problemi,
“göreli değer biçiminin nicel bakımdan belirlenmesi” olarak adlandırır.
Bu bağlamda, 20 metre keten bezi = 1 ceket denklemindeki farklı yönlü değişimlerin sonuçları gözden geçirilebilir. İhtimaller şunlardır: Ceketin değeri sabit kalırken keten bezinin değeri değişebilir; ceketin değeri değişirken keten bezinin değeri sabit kalabilir; ceket ile keten bezinin değeri aynı anda, aynı yönde ve aynı oranda değişebilir. Örneğin ceketin değer büyüklüğü sabit kalırken (diyelim 2x emek-zamanı), verimlilik düşüşü nedeniyle 20 metre keten bezi daha fazla emek-zamanda üretilirse (diyelim 3x emek-zamanı), haliyle eşitlik denklemi de buna göre değişecektir. Aynı akıl yürütme, keten bezinin değer büyüklüğünün sabit kalması durumunda ceketin değer büyüklüğünün değişmesi üzerinden de yapılabilir. Üçüncü şık olarak, şayet keten bezi ve ceketin üretimi için gereken emek-zaman miktarları aynı anda, aynı yönde ve aynı oranda değişirse eşitlik denklemi değişmeyecektir. Bu durumu genelleyerek ifade edecek olursak, bütün metaların değerleri aynı zamanda ve aynı oranlarda yükselir ya da düşerse bunların göreli değerleri değişmez.
Şimdi de metaların eş değer biçimini daha yakından kavramak için tekrar örneğimize dönelim. Bir A metasının değerini bir B metasıyla ifade ettiğimizde, ikincisini sanki para gibi bir eş değer biçimine sokmuş oluruz. 20 metre keten bezi = 1 ceket eşitliğinde, ceket burada yalnızca keten bezinin mübadele değerini ifade eden bir kullanım nesnesidir. Marx, eş değer biçiminin tam gelişip tarihin ilerleyişi içinde nihayet para olarak boy göstermesine dek esrarlı bir niteliğe sahip olduğunu vurgular. Zaten bu yüzden kaba burjuva iktisatçıları bu konuda hep yanılmışlardır. Eş değer rolünü altın ve gümüş oynamaya başladığında ise, onlar mübadelenin sırrını yine çözememiş ve bu kez de sırrın değerli madenlerden kaynaklandığını düşünmüşlerdir.
Eş değer biçiminin özelliği, Marx’ın açıkladığı üzere, çok uzun yıllar önce büyük araştırmacı ve düşünür Aristoteles (MÖ 384-322) tarafından dile getirilmiştir. Aristoteles’e göre, “5 yatak = 1 ev” ifadesiyle, “5 yatak = şu kadar para” ifadesinin içerik bakımından hiçbir farkı yoktur. “Eşitlik olmadan mübadele, ölçekdeşlik olmadan da eşitlik olamaz” diyen Aristoteles, metanın para biçiminin, yalnızca, basit değer biçiminin daha gelişmiş durumu olduğunu da açıkça belirtmiştir. Fakat o, bu noktadan öteye gidememiş ve eşitliği sağlayan ortak özün ortalama insan emeği olduğunu açıklayamamıştır.
Marx bunun nesnel nedenini açıklar. Aristoteles’in yaşadığı dönem antik Yunan’ın köleci toplumudur ve o nedenle kuşkusuz ondan kapitalist toplumdaki genelleşmiş meta değişiminin sırrını çözmüş olması beklenemezdi. Değer ifadesinin sırrı, ancak
meta biçiminin emek ürününün genel biçimi halini aldığı ve dolayısıyla insanlar arasındaki meta aracılıklı ilişkinin egemen toplumsal ilişki haline geldiği bir toplumda çözülebilmiştir. “Aristoteles’in dehası, metaların değer ifadesinde bir eşitlik ilişkisinin olduğunu görmesindedir. Yalnızca, içinde yaşadığı toplumun tarihsel sınırları, onun bu eşitlik ilişkisinin «gerçekte» nerede olduğunu bulmasına engel olmuştur”.
Marx bu açıklamalardan sonra
“bir bütün olarak basit değer biçimi” üzerinde durur. Hatırlanacağı üzere bir metanın basit değer biçimi, onunla bir başka meta arasındaki eş değer ilişkisinde ifadesini bulmaktadır. Buradan hareketle, tek bir metayla diğer tüm metalar arasındaki basit değer biçimlerinin bir dizisini oluşturabiliriz. Bu dizi temelinde meseleye bir bütün olarak bakıldığında, metaların karşılıklı ilişkide kendilerini iki farklı yönleriyle (biri mübadele değeri, diğeri kullanım değeri) ortaya koydukları anlaşılır. Aslında tüm farklı üretim tarzlarında emek ürünleri birer kullanım nesnesidirler, fakat yalnızca belirli bir tarihsel gelişim çağı emek ürünlerini metaya dönüştürmüştür. Bir emek ürününün metaya dönüşmesi, onun bir kullanım değerinin yanı sıra bir de mübadele değeri kazanması anlamına gelir. Buradan anlaşılacağı üzere, tarihsel akış içinde meta biçimin gelişmesi aslında mübadele değeri biçiminin gelişmesi demektir. Metanın basit değer biçimi, mübadelenin tarihî gelişimi içinde bir dizi dönüşümden sonra nihayet fiyat biçiminde olgunluğa erişmiştir.
B. Toplam veya genişlemiş değer biçimi
Basit değer biçimini, bir ve aynı metanın (örneğin keten bezi) diğer tüm metalar üzerinden (örneğin, ceket, çay, demir vb.) eş değerinin ifade edildiği bir dizi şeklinde de düşünebiliriz. Bu durumda bir metanın, örneğin keten bezinin değeri metalar dünyasının sayısız diğer unsuruyla ifade edilmektedir. Marx bunu ise
genişlemiş göreli değer biçimi olarak adlandırır. Keten bezinin genişlemiş göreli değer biçiminin bize anlattığı önemli bir gerçeklik vardır. Demek ki, keten bezinin mübadele değerinin eş değeri olan şu ya da bu kullanım nesnesi üzerinden ifade edilmesinin, onun mübadele değerinin belirlenmesi açısından hiçbir önemi yoktur. Böylece mübadele değerini belirleyenin
rastlantısal bir olgu olmadığı ortaya çıkar. O halde,
eş değer denklemini kuran bir yasa (harcanan emek-zamanı yasası) vardır! Böylece, metanın değer büyüklüğünü şu ya da bu nesneyle mübadele edilmesinin belirlemediği, tam tersine metanın harcanan emek-zamanı yasasına göre
verili değer büyüklüğünün onun mübadele ilişkilerini düzenlediği kavranabilir hale gelir.
Hatırlarsak, keten bezinin genişlemiş göreli değer ifadesinde çeşitli metalar eş değer cismi olarak yer almaktadır. Bunlardan her birini ise
özel eş değer biçimi olarak adlandırabiliriz. Marx, “genişlemiş göreli değer biçimi” denen şeyin de aslında
yalnızca akıl yürütmenin bir parçası olduğunu ve dolayısıyla bütünsel gerçekliğe oranla kusurlu bulunacağını vurgular. Çünkü gerçek yaşamda yalnızca tek bir meta diğer metalar dünyasıyla karşı karşıya gelmemekte, tüm metalar zincirleme ilişkiler içinde birbirleriyle şu ya da bu şekilde ilişkiye girmektedirler. Burada önemli bir hususa dikkat çekelim. Şayet bu bölümdeki açıklamalara, Marx’ın burgu gibi derinlere inen analizini kavrama tutkusuyla yaklaşılmazsa, tüm bu soyutlamalar ve peş peşe gelen kavramlar kafa karıştırıcı bir yığın gibi görünebilir. Oysa işte bu soyutlamalar bizi adım adım bütünsel gerçekliğe ilerletmekte, kapitalist işleyişi kavramaya yaklaştırmaktadır.
C. Genel değer biçimi
Mübadele ilişkisinde para biçiminin açıklanmasına doğru ilerlerken, Marx şimdi tüm metaların değerinin tek bir metayla (örneğin keten beziyle) ifade edildiği bir durumu varsayar. Böylece metalar değerlerini hem basit biçimde hem de birlik halinde ifade etmektedirler. Bu şekilde ifade edilen değer biçimleri artık tüm metalar için ortak olduğundan
genel değer biçimi olarak adlandırılır. Genel değer biçimi, metalar dünyasının toplumsal ifadesidir. Çünkü genel değer biçiminde tüm metalar kendi kullanım değerlerinden sıyrılmış ve tümü için ortak olan bir şeyle (örneğimizde keten bezi ) ifade edilmiştir. Örneğimizde keten bezi, geri kalan tüm metalar için genel eş değer olmuştur. Böylece metalar artık birbirleriyle bu genel eş değer üzerinden ilişkiye girmekte ve o sayede birbirlerinin karşısına eşit mübadele değerleri olarak çıkmaktadırlar. Eşitliği sağlayan unsur, aslında tümünün aynı miktarda harcanmış emek-zamanı içermesidir. İşte soyutlamalar neticesinde gelinen bu noktada, artık metaların değişimine egemen olan gerçekliğe yaklaşılacak ve genel bir eş değer olarak para biçimine geçiş kavranabilecektir. Tarihte para işlevini görecek özgül bir meta türünün (altın, gümüş gibi bir para-meta ) diğer tüm metalar için kesin olarak eş değer rolünü oynamaya başlamasıyla,
genel eş değer biçiminden para biçimine geçiş gerçekleşmiştir.
D. Para biçimi
Mübadelede para biçimine geçişle birlikte, şimdi eşitlik denklemlerinde 20 metre keten bezi veya 1 ceketin karşısında, diyelim “x miktar altın” eş değer olarak yer alır. Altın (ya da gümüş vb.) şimdi tüm öteki metaların karşısına para-meta niteliğiyle eş değer olarak çıkar. Bu noktada Marx’ın Kapital’de yer alan satırlarına değinmeden önce, onun Katkı’da yer alan bir açıklamasını hatırlamak yararlı olacaktır. Doğrudan değiş-tokuşun (trampa), değişim sürecinin ilkel biçimi olduğunu belirtir Marx. O dönemlerin farklılığı, yalnızca bazı kullanım değerlerinin meta biçimine girmesidir. Üretilen bir kullanım değerinin meta olabilmesi için, onun üreticinin kendi tüketiminin emdiği miktarı aşmış olması gerekir. Fakat şurası önemli ki, üreticinin kendi tüketimi için fazla olan kullanım değeri bir başka üreticinin kullanım değeri fazlasıyla değişilse bile, bu ürünler daha baştan meta olarak üretilmemiştir. İşte o nedenle, bunlar henüz doğrudan kullanım değerleri sınırları içinde ancak trampa yoluyla metalaşmaktadırlar. Marx, değiş-tokuşun tarihte eski toplulukları dağıtıcı bir rol oynadığına değinir: “Metaların değişim süreci, ilkel toplumların bağrında değil, bu toplumların sona erdikleri yerde, sınırlarında, öteki toplumlarla temasa geçtikleri tek tük noktalarda belirir. Değiş-tokuşun başladığı yer orasıdır. Değiş-tokuşun topluluğun içine atlayarak, o toplumun üzerinde dağıtıcı etkide bulunduğu yer orasıdır.” (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yay, 2011, s.70-71)
Mübadelenin başlangıçta aynı topluluğun insanları arasındaki ilişkilerden çok, ayrı ayrı toplulukların aralarındaki ilişkilerde görüldüğünü belirtir Marx. “Üstelik” der, “her yerde başlardan beri rol oynamasına karşın para, gene de, antikçağda yalnızca bazı tek-yanlı gelişmiş uluslarla, tüccar uluslarla sınırlı egemen öğedir. Antik dünyanın en gelişmiş kısımlarında, Yunanlılarda ve Romalılarda bile para, modern burjuva toplumun önkoşulu olan tam gelişmesine, ancak bu toplulukların dağılma dönemlerinde erişebilmiştir. Demek ki, tamamen basit olmakla birlikte bu kategori, tarihsel olarak, ancak toplumun en gelişmiş aşamalarında bütün gücüyle görülmektedir. Para hiç de bütün ekonomik ilişkilere nüfuz etmez. Örneğin Roma imparatorluğunda, bu imparatorluğun en yüksek gelişme noktasında, aynî vergi ve aynî yükümlülükler temel olarak kalmıştır. Para sistemi, ancak orduda tam olarak gelişmiştir.” (age, s.261)
Paranın tarihini hatırlayacak olursak, Marx’ın aktardığı üzere, 5. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında yaşayan çeşitli Cermen ırklarının gelenek ve göreneklerine ilişkin kayıtlar, onların itibarî parasının gerçek maddesinin altın ya da gümüş olmayıp, öküz ve inek olduğunu ortaya koymaktadır. Modern zamanlara geldiğimizde ise, para olarak eski kullanım nesnelerinin yerini, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin aldığını görürüz. Örneğin paranın altına endekslendiği durumda, metaların değişim değerini artık eş değeri olan altın miktarıyla belirtiriz (örneğin 20 metre keten bezi = x miktar altın gibi). Böylece metanın değerini altın-para biçiminde ifade etmiş oluruz. Marx’ın Kapital’deki ifadesiyle, “eş değer biçiminin toplumsallık kazanmasına aracılık eden özgül meta türü, şimdi, para-meta haline gelmiş olur ya da para olarak işlev görür. Metalar dünyasında genel eş değer rolünü oynamak artık onun özgül toplumsal işlevi ve dolayısıyla toplumsal tekeli haline gelir.”
Meta değişiminin gelişim tarihi içinde, altın, diğer metaların karşısına para olarak çıkmış ve giderek daha geniş çevrelerde eş değer olma işlevini üstlenmiştir. Altın bu işleviyle metalar dünyasında tekelini kurduğunda para-meta haline gelmiş ve tarih içinde işte ancak bu noktada genel değer biçimi para biçimine dönüşmüştür. Meta değişiminde paranın ortaya çıkışı ve işlevi açıklığa kavuşturulduktan sonra, buradan
fiyat biçimi’ne geçişi kavramak ise son derece kolaydır. Çünkü bir metanın, diyelim altın cinsinden basit değer ifadesi aslında onun fiyat biçimidir. Bunu keten bezi üzerinden örnekleyecek olursak: “20 metre keten bezi = x miktar altın” ya da x miktar altının karşılığı diyelim 200 liraysa, “20 metre keten bezi = 200 lira”dır. Meta fetişizmine geçmeden önce, Kapital’de buraya kadar anlatılanları özetle vurgulayacak olursak, demek ki “basit değer biçimi” gerçekte “para biçimi”nin çekirdeğidir.
4. Metanın Fetiş Karakteri ve Bunun Sırrı
Meta analizinin metayı karmaşıkmış gibi göstermesine karşın, aslında meta ilk bakışta ve kolayca anlaşılabilecek bir şeydir. İnsan emeğinin ürünü ve insan ihtiyaçlarını karşılayan bir kullanım değeri olarak baktığımızda metada hiçbir esrarengiz taraf yoktur. Neticede insan, kendi üretim faaliyetiyle doğadaki maddeleri kendisi için yararlı olacak şekilde dönüştürmektedir. Örneğin bu şekilde ortaya çıkan bir tahta masa, bir kullanım nesnesi olarak sıradan bir şeydir. Fakat aynı tahta masa bir meta kisvesine bürünür bürünmez, artık o duyularla kavranamayan ve sırlarını çözmemiz gereken mistik bir karakter kazanır. Bunun sırrı, geçim araçlarının üretimi için harcanan
emek-zamanın niteliğinde saklıdır.
Mübadele değerini harcanan emekle açıklayan ilk kişi, Marx’ın deyişiyle “burjuva üretim ilişkilerinin etkenleriyle birlikte ithal edilip, hızla geliştikleri, tarihsel gelenek yoksunluğunu aşırı bir bolluğun dengelediği humuslu bir toprak”tan, Amerika’dan çıkan Benjamin Franklin’dir. Franklin 1719’da yazdığı ve 1721’de baskıya gönderdiği gençlik yapıtında, modern ekonomi politiğin temel yasasını formüle etmiştir. O, mübadele değerinin değerli madenlerle açıklanamayacağını, başka bir değer ölçüsü araştırmanın gerekli olduğunu ileri sürmüş ve bu ölçünün emek olduğunu belirtmiştir. Franklin “emekle, herhangi bir başka şeyin olduğu gibi, paranın değeri de ölçülebilir” demiştir. (Aktaran: Marx, Katkı, s.77) Fakat Franklin’in çözümlemesi eksiktir; ayrıca da Franklin’in mübadele değeri tahlili ekonomi politiğin yalnızca bazı özel noktalarını incelemekle sınırlı kalmış ve klasik ekonomi politiğin inşasına doğrudan bir etkide bulunamamıştır.
Aslında geçim araçlarının üretimi için harcanan emek-zaman, farklı gelişme aşamalarında aynı derecede olmasa bile, her toplumda insanları ilgilendirmiştir. Konumuz açısından önemli olan husus ise şudur: İnsanlar herhangi bir biçimde
birbirleri için çalışmaya başlar başlamaz, emekleri de
toplumsal bir biçim kazanır. Meta biçiminin gizemlere bürünmesi de zaten bu toplumsal niteliğe bağlıdır. Çünkü meta ortaya çıktığında, insanlara kendi emeklerinin toplumsal niteliği artık kendilerinin dışında ve emek ürünlerinin ne hikmetse kendiliğinden sahip olduğu bir özellik olarak görünür. Dolayısıyla, üreticilerle toplam emek arasındaki toplumsal ilişki de sırlara bürünür ve sanki üretici insanlar arasında değil de üretilen şeyler arasında kurulan bir toplumsal ilişki gibi yansır. Oysa altını çizmek gerekir ki, üretilen şeyler arasındaki hayal ürünü ilişkilermiş biçimini alan, aslında bizzat insanların kendilerinin belirli toplumsal ilişkisinden başka bir şey değildir. Nasıl ki insan kafasının ürünleri din dünyasında insanın dışında uhrevi bir görünüm kazanıyorsa, aynı bilinç çarpılması insan elinin yarattığı metalar dünyasında da gerçekleşir. Marx, “emek ürünleri metalar olarak üretilmeye başlar başlamaz onlara yapışan ve dolayısıyla da meta üretiminden ayrılmaz olan bu şeye
fetişizm adını veriyorum” der. Buraya kadarki analizlerin ortaya koyduğu gibi, metalar dünyasının bu fetiş karakteri, meta üreten emeğin kendine özgü toplumsal karakterinden kaynaklanır.
Kullanım nesneleri, birbirlerinden bağımsız olarak harcanan kişisel emeklerin ürünleridir. Metalar böyle üretilir ama bu kişisel emeklerin bütünü de
toplam toplumsal emek’i oluşturur. Meta üretiminin egemen olduğu bir yerde, üreticiler arasındaki toplumsal ilişki de ancak bu toplumsal emeğin ürünlerinin mübadelesi yoluyla kurulur. Bu yüzden, üretici bireyler arasındaki ilişkiler onlara, doğrudan insanlar arasındaki toplumsal ilişkiler olarak değil de paraya bağlı maddi ilişkiler, bir başka deyişle
metalar arasındaki toplumsal ilişkiler olarak görünür. Gözden kaçırmamak gerekir, meta üretiminde her bir üreticinin kendi emeği, ancak toplam toplumsal emeğin bir unsuru olarak ve yalnızca mübadele ilişkileri temelinde kendini ortaya koyar. İşte bundan dolayı, üreticiler kendi emek ürünlerinin toplumsal ilişkilerine
yabancılaşırlar. Üretilen şeyler daha baştan mübadele için üretildiğinde, emek ürünlerinin karakterindeki kullanım değeri ve mübadele değeri şeklindeki bölünme (adeta bir kişilik parçalanması!) genelleşir.
Marx, bu andan itibaren üreticilerin kişisel emeklerinin de iki yönlü bir toplumsal karakter kazandığına dikkat çeker. Üretici bir yandan toplumsal işbölümü sisteminin bir unsuru olarak belirli bir yararlı kişisel emek harcamaktadır, diğer yandan her bir yararlı kişisel emek bir diğer tür yararlı emekle mübadele edilmektedir. İşte
ortalama toplumsal emek soyutlaması da tam bu noktada, farklı emeklerin gerçekte sahip oldukları eşitsiz özelliklerinden (çalışkan-tembel, güçlü-güçsüz, vasıflı-vasıfsız gibi özelliklerinden) soyutlanarak ortak bir niteliğe indirgenmesiyle gerçekleştirilir. Böylece mübadelenin ve mübadele değerinin sırrını kavramayı mümkün kılacak şekilde,
emek ürünlerinin hepsinde ortak olan değer ölçütü elde edilmiş olur. Üreticiler farklı türden ürünlerini mübadele sırasında birbiriyle eşitlerken, aslında kendi farklı emeklerini de eşitlemiş olurlar. Fakat kuşkusuz, bu onların bilmeden yaptıkları bir şeydir ve ancak onların bilmeden yaptıklarının bilimsel analizi sayesinde bu gerçeklik ortaya çıkartılabilmiştir.
Demek ki mübadele değerinin sırrı, metaya bakanın dıştan hemen kolaylıkla çözebileceği türden değildir. Marx, “aksine, değer her emek ürününü toplumsal bir hiyeroglife çevirir. İnsanlar, sonradan, kendi toplumsal ürünlerinin gerisinde yatan sırra ulaşmak için, hiyeroglifin anlamını çözmeye çalışır” der. “Çünkü kullanım nesnelerinin değerler olarak belirlenmeleri, insanların dilleri kadar toplumsal bir üründür.” Fakat ancak kapitalizmin gelişimine bağlı olarak çok sonraları gerçekleşen bilimsel iktisadi keşif, mübadele değerleri olarak emek ürünlerinin, kendilerinin üretimi için harcanan insan emeğinin nesnel ifadeleri olduğunu ortaya koyabilmiştir. Kuşkusuz burada kastedilen, yalnızca göze görünen son üretim safhasında harcanan insan emeği değil, ürünün baştan sona emdiği ortalama toplumsal emektir.
Bilimsel iktisadi keşifler, teoride mübadele dünyasının sırlarını aydınlatmıştır. Ne var ki, ürünleri mübadele eden insanların pratikte en çok ilgilendikleri husus, kuşkusuz, kendi ürünleri için ne kadar yabancı ürün elde edecekleridir. Bunun anlamı, ürünlerin hangi oranlarda birbiriyle mübadele edileceğidir. İşte Marx’ın mübadele değerine ilişkin analizleri bu sorunun yanıtını ortaya koyar. Fakat dikkat edilsin, bu yanıt zaten tarih içinde çoktan o şekilde gerçekleşmiş olan mübadele oranlarının iç sırlarının çözümü anlamına gelir. Yoksa birileri oturup bazı bilimsel hesaplamalarla mübadele oranlarını belirlemiş değildir! Kısacası, metaların birbirleriyle hangi oranlarda değişileceği, mübadelenin gelişimi içinde oluşan ve artık neden öyle olduğu sorgulanmadan kabul gören bir karaktere sahiptir. O nedenle Marx, “Bu oranlar, alışkanlık yoluyla belli bir kararlılık düzeyine ulaşır ulaşmaz, emek ürünlerinin doğasından kaynaklanıyormuş gibi görünür” der.
Metalar birbirlerinin karşısına belirli değer büyüklükleri olarak çıkarlar. Bu mübadele değerleri, mübadelede bulunanların iradelerinden, ön bilgilerinden ve eylemlerinden bağımsız olarak, değerleri belirleyen koşullardaki değişmeler nedeniyle sürekli değişir. Kişisel emekler birbirlerinden bağımsız harcanıyormuş gibi görünse de, aslında toplumsal işbölümünün unsurları olarak her açıdan birbirlerine bağımlıdırlar. O nedenle ürünler için harcanan emeğin ölçüsü de, bu karmaşık toplumsal nitelikçe belirlenen toplumsal oranlara tabidir. Ancak, bu önemli hususun bilimsel olarak kavranabilmesi için meta üretiminin tam olarak gelişmiş olması gerekir. Marx, konunun yanlış anlaşılmaması için burada son derece önemli bir noktaya işaret eder. Metanın değer büyüklüğünün emek-zamanla belirlendiğinin keşfi bir sırrın çözümüdür ama tarihte bundan önce metalar zaten belirli oranlara göre değişilegelmiştir. Sırrın çözümü mübadeleye bir yasa koymamış, yalnızca derinde saklı yasayı ortaya çıkarmış ve mübadele değeri büyüklüklerinin sanki rastlantısal olarak belirlendiği görüntüsüne son vermiştir.
Marx şöyle der: “İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolayısıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analize, post festum (iş olup bittikten sonra) ve dolayısıyla gelişim sürecinin tamamlanmış sonuçlarıyla başlanır.” İşte bu nedenle, burjuva iktisadı da değer büyüklüğünün nasıl belirlendiğini anlamak için, zaten çoktan olup bitmiş bir noktadan hareket etmiş ve aslında onca zaman onca tarihsel hareketin sonucu olarak ortaya çıkmış bulunan meta fiyatlarıyla işe başlamıştır. Keza, metaların değer olma niteliklerinin saptanması için yalnızca metaların ortak para ifadelerine başvurmuştur. Zaten derinlerde yatan gerçekleri gizleyen de, işte bu “zaten olup bitmiş gerçekler” bağlamında metalar dünyasının çoktan tamamlanıp ortaya çıkmış olan para biçimidir.
Metalar dünyasına dair mistisizm kuşkusuz kapitalist üretim tarzının ürünüdür. Marx, diğer üretim biçimlerini ele aldığımızda bu tür büyülerin ortadan kalkacağına işaret eder ve bunu örneklemek için “karanlık Avrupa Orta Çağına geçelim” der. “Burada bağımsız adam göremeyiz; herkes bağımlıdır: serfler ve toprak beyleri, vasallar ve metbular, ruhban sınıfından olmayanlar ve papazlar. Kişisel bağımlılık, burada, kendi üzerinde yükselen yaşam alanları kadar, maddi üretimin toplumsal ilişkilerini de karakterize eder. Ancak, kişisel bağımlılık ilişkileri toplumun veri olan temelini oluşturduğundan, emeklerin ve ürünlerin kendi gerçekliklerinden farklı hayal ürünü bir kisveye bürünmelerine gerek olmaz. Bunlar toplumsal işleyişe aynî hizmetler ve aynî ödemeler olarak katılır. Burada emeğin dolaysız toplumsal biçimi, meta üretimi temelinde olduğu gibi emeğin evrenselliği değil, doğal biçimidir. Angarya da meta üreten emek gibi zamanla ölçülür; ama her serf bilir ki, efendisinin hizmetinde harcadığı emek gücü, kendi kişisel emek gücünün belli bir miktarıdır. Rahibe verilen öşür, onun takdisinden çok daha açık bir şeydir. Dolayısıyla, insanların burada birbirleri karşısında büründükleri farklı roller ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin, emek harcayan kişilerin toplumsal ilişkileri, her durumda, kendi kişisel ilişkileri olarak görünmekte ve şeylerin, yani emek ürünlerinin toplumsal ilişkileri kılığına bürünmemektedir.”
Emek ürünlerinin meta kılığına bürünmediği ve
emeğin dolaysız olarak toplumsallaştığı, yani
ortaklaşmacılığın hüküm sürdüğü bir durumu anlamak önemlidir. Bunun için uygar halkların tarihlerinin başlangıcına kadar gerilere gitmeye gerek olmadığını belirtir Marx. (Kapital’in birinci cildinin 2. basımına Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’dan şu dipnot eklenmiştir: “Son zamanlarda, ilkel ortak mülkiyet biçiminin özgül olarak Slavlara, hatta sırf Ruslara özgü bir şey olduğu yolunda, gülünç bir ön yargı yayılmış bulunuyor. Bu, Romalılar, Cermenler, Keltler arasında mevcut olduğunu gösterebileceğimiz, fakat, kısmen kalıntı halinde de olsa, bugün çok çeşitli örnekleriyle Hintliler arasında hâlâ görülegelen ilk biçimidir. Asya’da, özellikle de Hintliler arasında, görülen ortak mülkiyet biçimleri üzerinde yapılacak daha tam bir araştırma, ilkel ortak mülkiyetin değişik biçimlerinden bunun çeşitli yok oluş biçimlerinin nasıl çıktığını ortaya koyacaktır. Böylece, örneğin, Roma ve Cermenlerdeki özel mülkiyetin çeşitli ilk tipleri, Hindistan’daki ortak mülkiyetin çeşitli biçimlerinden çıkarılabilir.” (Karl Marx, “Zur Kritik etc.”, s. 10.)
Zira kendi ihtiyacı için tahıl, hayvan, iplik, keten bezi vb. üreten bir köylü ailesinin ataerkil tarım sanayisi hemen elimizin altında bulunan bir örnektir. Bu köylü ailesinde üretilen farklı şeyler ailenin karşısına aile emeğinin farklı ürünleri olarak çıkar; fakat birbirlerinin karşısında metalar olarak yer almazlar. Bu ürünleri üreten farklı emekler (çiftçilik, hayvancılık, iplikçilik, dokumacılık, terzilik gibi) kendi doğal biçimleriyle toplumsal işlevlerdir ve ailenin işlevleri kendiliğinden gelişen kendi işbölümüne sahiptir. “Emeğin aile içindeki dağılımını ve aile üyelerinin her birinin çalışma sürelerini, emeğin mevsimsel olarak değişen doğal koşullarının yanı sıra cinsiyet ve yaş farkları düzenler. Bireysel emek güçleri burada zaten ailenin ortak emek gücünün organlarından başka bir şey olmadıkları için, bireysel emek güçlerinin zaman süresi ile ölçülen harcanma miktarları da, kendiliğinden, emekleri toplumsal olarak belirleyen unsurlar olarak görünür.”
Şimdi de Marx’ın işaret ettiği üzere, ıssız bir adada tek başına yaşayan Robinson öyküsünü hatırlayabiliriz. Robinson’un bütün ürünleri sırf kendisinin kişisel ürünleridir ve bunlar onun için dolaysız kullanım nesneleridir. Fakat neticede bu bir kurmacadır, hayatın gerçeğinde ise tek başına yaşamını sürdüren insan değil topluluk vardır. Bir topluluğun toplam ürünü toplumsal bir üründür ve bu toplumsal ürünün yeniden üretim aracı olarak iş görecek kısmı toplumsal olarak ayrılır. Diğer kısmı ise topluluğun üyeleri tarafından geçim araçları olarak tüketilir ve bu nedenle bu kısmın onlar arasında paylaştırılması gerekir. İşte “bu paylaşımın türü, toplumsal üretim organizmasının özel türüyle ve üreticilerin buna karşılık gelen tarihsel gelişme dereceleri ile birlikte değişecektir”. Özetle vurgulamak gerekirse,
verili üretim ilişkileri o toplumdaki bölüşüm ilişkilerini de belirleyecektir.
Marx, meta üreticilerinden oluşan bir toplum için en uygun din biçiminin Hıristiyanlık ve özellikle de onun burjuva gelişiminin ürünleri olan Protestanlık, deizm (vahiy esasına dayalı tüm dinleri reddeden tek tanrı inancı) vb. olduğunu vurgular. Marx’ın burada, Eski Asya, Antik vb. üretim tarzlarına ilişkin verdiği bilgi çok önemlidir. “Eski Asya, Antik vb. üretim tarzlarında, ürünün metaya dönüşmesi ve dolayısıyla insanın meta üreticisi olarak varlığı, ikincil bir role sahiptir; bununla beraber, toplulukların çöküş aşamasına girmeleri ölçüsünde, bu rolün önemi de artar. Gerçek tüccar halklar, Epikür’ün tanrıları ya da Polonya toplumunun gözeneklerinde yerleşmiş Yahudiler gibi, ancak eski dünyanın çatlaklıklarında yaşardı. Bu eski üretim organizmaları burjuva üretim organizmasından çok daha basit ve saydamdır. Ne var ki, bunlar, ya diğer insanlarla arasındaki doğal soydaşlık ilişkisinin yarattığı göbek bağını henüz koparmamış olan bireysel insanın olgunlaşmamışlığına, ya da dolaysız efendilik ve kölelik ilişkilerine yaslanır. Bunların varlık koşulları, emeğin üretkenliğinin düşük gelişme düzeyi ve insanların maddi yaşam süreçlerindeki ve dolayısıyla birbirleriyle ve doğayla ilişkilerinin bu gelişme düzeyine uygun gelen darlığıdır. Bu gerçek darlığın tinsel yansıması eski doğa ve halk dinleridir.”
Marx, gerçek dünyanın dinsel yansımasının ancak maddi koşullardaki değişimle ortadan kalkabileceğini belirtir. Gündelik yaşamdaki pratik ilişkilerde gerçekleşen değişim, insanlara kendi aralarında ve kendileriyle doğa arasında gözle görülür akla uygun ilişkiler sunmaya başladığında bu gerçekleşecektir. “Toplumsal yaşam süreci, yani maddi üretim süreci, üzerindeki mistik sis örtüsünden, ancak, özgürce bir araya gelmiş insanların ürünü olarak, onların bilinçli planlı denetimleri altına girdiğinde sıyrılabilir. Ama bu da, toplumun maddi bir temelini ya da kendileri de yine uzun ve ıstıraplı bir gelişim tarihinin kendiliğinden ortaya çıkan ürünleri olan bir dizi maddi varlık koşulunu gerektirir.”
Klasik ekonomi politik, değeri ve değer büyüklüğünü eksikli şekilde de olsa analiz etmiş ve bu biçimlerde saklı bulunan içeriğe işaret etmiştir. Fakat bu içeriğin niye o biçimi aldığını, emeğin zaman cinsinden ölçüsünün kendisini neden emek ürününün değer büyüklüğü olarak ortaya koyduğunu açıklayamamıştır. Marx burjuva iktisadının yanlışlarını ve eksiklerini gözden geçirirken, söz etmeye bile değmeyen bayağı iktisadı zaten bir yana bırakmıştır. Yalnızca W. Petty, A. Smith, D. Ricardo gibi önemli örneklerde somutlanan ve burjuva üretim ilişkilerinin iç bağlantılarını araştıran klasik ekonomi politiği dikkate almıştır. Örneğin klasik ekonomi politiğe son biçimini veren ünlü İngiliz iktisatçısı David Ricardo, değerin emek-zaman tarafından belirlendiğini, eksiklerine rağmen en açık biçimde ortaya koyan ve geliştiren iktisatçıdır. O nedenle, kendisinden sonra gelen burjuva iktisatçılar da eleştiri oklarını zaten ona yöneltmişlerdir.
Ricardo benzeri örnekler dışında genelde burjuva iktisadı, değer biçimini, hiç önemi olmayan ve metanın doğasına yabancı bir şey gibi ele alır. Bunun nedeni derinlerde yatmaktadır. Çünkü burjuva iktisadı, kapitalist üretim tarzına üretimin ebediyen varlığını sürdürecek nihai biçimi gözüyle bakar. O nedenle de değer biçiminin, para biçiminin ve sermaye biçiminin özgül yanlarını kaçınılmaz olarak gözden kaçırır. İşte bu sebeple, değer büyüklüğünün emek-zamanla ölçüleceğini benimseyen iktisatçılar arasında bile, para hakkında karmakarışık ve çelişmeli düşüncelere rastlanır.
Marx’ın çözümlemesi, modern kapitalist yaşamdaki egemen ve karakteristik biçimiyle olmasa bile, metanın tarihin daha erken zamanlarında ortaya çıktığını ortaya koymuştur. Fakat kuşkusuz meta biçimi yalnızca burjuva üretimin en genel ve en gelişmiş biçimidir. O nedenle, metanın kapitalizmdeki egemen konumunu kavramak burjuva iktisadı için nispeten kolay olmuştur. Para sistemi söz konusu olduğunda ise burjuva iktisatçıların yanılsamaları çeşitlidir. Örneğin para sisteminde para olarak işlev gören altın ve gümüşe, sanki mübadeleyi sağlamak için kendinde birtakım doğal özellikler saklayan şeyler gözüyle bakılmıştır.
Marx burjuva iktisadın saçma yaklaşımlarını sergilemek üzere, eski Yunanlıların ve Romalıların yalnızca yağmacılıkla yaşadıklarını düşünen Fransız Frederic Bastiat’ı (1801-1850) örnek verir. Kapital’deki dipnotunda Marx, “yüzyıllarca yağmayla yaşanması için, ortada sürekli olarak talan edilecek bir şeyin olması ya da yağma konusu olan şeyin aralıksız olarak yeniden üretilmesi gerekir” der. Şöyle devam eder: “Bundan dolayı, buradan Yunanlılar ve Romalıların da bir üretim süreçlerinin, yani, tıpkı burjuva ekonomisinin bugünkü dünyanın temeli olması gibi, o zamanki dünyanın maddi temeli olan bir ekonomilerinin olduğu anlaşılır. Yoksa Bastiat, köle emeğine dayanan bir üretim tarzının bir yağma sistemine dayandığını mı söylemek istiyor? Böyleyse, tehlikeli bir noktada duruyor demektir. Aristoteles gibi dev bir düşünür köle emeğini değerlendirirken yanıldıysa, Bastiat gibi cüce bir iktisatçı ücretli emeği değerlendirirken niçin doğru düşünüyor olsun?”
Marx, maddi yaşamın üretim tarzının toplumsal, siyasal ve düşünsel yaşam sürecini genel olarak belirlediğini ortaya koymuştur. Onun bu görüşünü eleştiren bir Alman-Amerikan gazetesi, Marx’ın bu söylediklerinin kapitalist dünya için doğru olduğunu, ama Katolikliğin güçlü olduğu Atina ve Roma’da doğru olamayacağını iddia etmiştir. Marx buna bir yanıt vererek bu dayanaksız eleştiriyi çürütür: “Şu kadarı apaçıktır: Ne Orta Çağ Katoliklikle, ne de antik dünya politikayla karnını doyurabilirdi. Tersine, birinde politikanın, diğerinde Katolikliğin başrolleri oynamasını, o toplumların kendi geçimlerini sağlama tarzları açıklar. Bunun dışında, örneğin, onun gizli tarihini toprak mülkiyeti tarihinin meydana getirdiğini bilmek için, Roma Cumhuriyeti tarihi ile bir parça tanışıklık yeter. Diğer yandan, maceracı şövalyeliğin toplumun bütün iktisadi biçimleri ile bağdaşabileceğini sanmakla yaptığı hatanın cezasını Don Kişot çoktan çekmiş bulunuyor.”