
Yakın zamanda Tarım ve Orman Bakanlığı “taklit, tağşiş yapılan ve sağlığı tehlikeye düşürecek gıdalar” başlıklı iki ayrı liste yayımladı. Bu listelerin yayımlanması 2012 yılında başlamış ve en son Mart 2022’de kamuoyu ile paylaşılmıştı. En çok ses getiren olay, Türkiye’nin ünlü restoran zincirlerinden Köfteci Yusuf’un da bu listede yer alması oldu. Bu firmanın köfte ve döner ürünlerine domuz eti karıştırdığı iddiası medyada çokça yer aldı. Özellikle dinî hassasiyetler açısından önem taşıyan bu iddialar tüketiciler arasında büyük bir tartışma ve güvensizlik dalgası yarattı. Öyle ki bu olayın duyulmasıyla, birçok kişi Diyanet’in Alo Fetva hattını arayarak “domuz eti yediysek ne yapmalıyız?” sorusunu sordu ve hat telefon yoğunluğundan çöktü. Domuz eti kullanımı bir yana, yediğimiz içtiğimiz birçok üründe sağlıksız maddeler kullanılıyor veya ürünlerin kendisi insan sağlığına uygun değil. Hemen her gün marketlerden ürünlerini aldığımız onlarca firma bakanlığın listesinde bulunuyor. Domuz eti meselesinin bu denli öne çıkartılması, bir anlamda diğer usulsüzlüklerin ve sağlıksız ürünlerin arada kaynamasına neden oldu. İlgili denetim kurumlarının halk sağlığını korumak gibi bir görevi ve sorumluluğu vardır. Bu gıdalar, denetimlerden geçmeden veya geçtiği halde piyasaya bu kadar rahat bir şekilde sürülebiliyorsa, bunun anlamı denetim mekanizmasının çalışmadığı veya bilerek göz yumulduğudur. Tağşişli gıdalar, içine yabancı madde veya düşük kaliteli ürünler karıştırılarak kalite ve saflıkları bozulan yiyecekler anlamına gelmektedir. Bakanlığın 2 Ekimden bu yana yayımladığı “Taklit veya Tağşiş Yapılan Gıdalar” listesinde toplam 762 kalem, “Sağlığı Tehlikeye Düşürecek Gıdalar” listesinde ise 151 kalem kayıt bulunmaktadır. Türkiye’nin çeşitli illerinde yapılan denetimlerden çıkan sonuçlardan bir kez daha anlıyoruz ki ne bu firmalar ne de kapitalist düzen emekçilerin sağlığını zerre kadar umursamıyor. Tek önemsedikleri şey tatlı kârlarıdır. Gıdanın içine giremeyecek birçok maddeyi eklemekte bir sakınca görmeyen, vicdanını paraya satmış irili ufaklı kapitalistlerin suç batağını görüyoruz. Örneğin, gıdada izin verilmeyen boya kullanımı, gıdanın ve takviye edici gıdanın içine ilaç etken maddesi eklenmesi, yabancı maddeler bulunması, zeytinyağlarına tohum yağları eklenmesi gibi liste uzayıp gidiyor. Büyükbaş hayvan etine tek tırnaklı etin karıştırılması, kıymalı harçlara ve köfteye sakatat veya kanatlı hayvan eti eklenmesi gibi birçok üründe hile bulunuyor. Etiketlere şaşaalı bir şekilde yazılan veya restoranlarda belirtilen ürünlerin birçoğunun hileli olduğunu, gerçeği yansıtmadığını görüyoruz. Et, süt, peynir, zeytinyağı, baharat, takviye edici gıda, içecekler, bal, çay, salça, baharat yani yüzlerce kalemde oynanan oyunlar hem kısa vadede hem de uzun vadede emekçilerin sağlık sorunu yaşamalarına neden oluyor. Soframıza ve mutfağımıza giren pek çok yiyeceğin ardında, sağlığımızı tehdit eden tehlikeler yatıyor ve bu durumun toplumsal boyutları, düşünüldüğünden daha vahim düzeydedir. Sağlıklı görünen ürünlerin bile hangi aşamalardan geçtiğini ve ne kadar zararlı olabileceğini tam olarak bilemiyoruz. Reyonları süsleyen meyvelerin, sebzelerin görselleri göz alıcı olabiliyor. Ancak kapitalist sistemde insan sağlığı düşünülerek üretim yapılmadığı için her geçen gün gıdalarımız daha fazla zehirleniyor. Örneğin, tarımda yaygın olarak pestisit kullanılıyor. Pestisitin, ürün verimliliğini ve kalitesini arttırmak amacıyla kullanıldığı söyleniyor. Firmalar, zararlı böcekler, hastalıklar ve yabancı otlar tarım ürünlerinin verimini düşürmesin diye çeşitli kimyasal zehirleri tercih ediyorlar. Üretilen ürünlerde daha pazarlanabilir bir görünüş elde ediliyor ancak yediğimiz sebze ve meyvelerde kalıntılar oluştuğu için bu maddelerle yavaş yavaş zehirleniyoruz. Üstelik bunlar sadece insan sağlığına değil toprağa, havaya ve suya karışarak geri dönülmez hasarlara yol açıyor. Uzun süreli pestisit kullanımı sadece bitkileri korumak adına bitkiye zarar veren böcekleri değil, aynı zamanda faydalı böcekleri, kuşları, balıkları ve diğer canlıları da etkileyerek ekosistemi bozuyor. Uzun vadede toprakta birikime neden olarak toprağın kalitesini de bozabiliyor. Yağan yağmurlarla yeraltı ve yeryüzü sularına karışmasına ve suyun da kirlenmesine sebep oluyor. Pestisit kalıntılarının kanser, hormonal bozukluklar ve bağışıklık sistemi zayıflığı gibi sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. Satın aldığımız gıda ürünlerinin ihtiva ettiği zararlı yahut yabancı maddeler, maalesef pestisit ile sınırlı değildir. Örneğin, tağşiş listesinde en çok adı geçen ürünlerden olan zeytinyağına ayçiçek yağı veya pamuk yağı, pirina yağı gibi daha ucuz ve kalitesiz yağlar karıştırılıp satışa sunulabiliyor. Süt ve süt ürünlerine margarin, bala glikoz şurubu eklenebiliyor. Kimyasal maddeler, aromalar, raf ömrünü uzatmak amacıyla koruyucular, yapay renklendiriciler derken insan sağlığına zararlı ne varsa kullanılıyor. İlaçlarda bile tağşiş yapıldığına şahit oluyoruz. Tedavi olmak için ilaç alıyorsunuz ama fayda değil zarar bile görebiliyorsunuz. Aktif maddesi eksik veya yanlış olan ilaçlar, tedavi etkisini azaltabiliyor veya yan etkilere yol açabiliyor. Milyonlarca emekçinin sağlığı ve hayatı kâr uğruna hiçe sayılıyor. Yüksek yaşam maliyetleri yüzünden milyonlarca işçi ay sonunu getirebilmek için ucuz ve kalitesiz ürünleri almak zorunda bırakılıyor. Kira, fatura ve diğer yaşam giderlerinin yüksek olması sebebiyle gıda bütçesini kısan emekçiler, genellikle daha ucuz ve kalitesiz gıdaları almak zorunda kalıyor. Kapitalistler organik, hilesiz, sağlıklı ürünleri tüketebilirken, milyonlarca emekçi için yüksek fiyatlı sağlıklı gıdalara ulaşmak mümkün değildir. Türkiye’deki yüksek enflasyonla birlikte kalitesiz gıda ürünlerinin dahi fiyatlarının sürekli artması ise işin cabasıdır. Üstelik kapitalistler etiket oyunlarıyla sağlıksız ürünleri bile sağlıklıymış gibi pazarlayarak insanları kandırabilmektedirler.