31 Mart yerel seçimleri, özellikle son iki yılda ağır bir yoksullaşma süreci yaşayan emekçi kitlelerin biriken tepkilerinin sandığa yansımasıyla öngörülenin ötesinde bir tablo ortaya çıkardı. Faşist AKP-MHP bloku bariz şekilde oy kaybına uğrarken, AKP Türkiye genelinde 22 yıldır ilk kez ikinci parti durumuna düştü. Yoksullaşma dalgasının altında kalan AKP-MHP bloku başta İstanbul ve Ankara olmak üzere pek çok ilde hezimet yaşarken, düzen içi muhalefetin ana adresi konumundaki CHP çok sayıda kentte belediye başkanlıklarını açık ara farkla kazandı ve 1977’den bu yana ilk kez bir seçimden birinci parti olarak çıktı. 2019 yerel seçimlerine göre AKP 4 milyon 250 bine yakın oy kaybederek 16 milyon 339 bine geriledi, CHP ise oyunu 3 milyon 400 bin arttırarak 17 milyon 385 bine çıkardı.
Tepkinin böylesine artmış olmasının temel nedeni elbette çeşitli yönleriyle ekonomik yıkım ve beklentileri boşa çıkan yığınların iktidara bir ders verme isteğidir. Hoşnutsuz ve tepkili olmalarına rağmen 2023 Mayıs seçimlerinde AKP’ye oy veren emekçilerin beklentilerinin takip eden dönemde suya düşmesi, hiç de küçük olmayan bir kesim açısından “son kredi”nin dolmasına yol açmıştır. Emekliler sefalete mahkûm edilirken öfke derinden derine büyümüş ve nihayetinde AKP oy tabanının önemli bir kesimini oluşturan emeklilerden de güçlü bir tokat yemiştir. Bunun yanı sıra rejimin ezilenlerin tüm kesimleri üzerinde artan baskıları, hayatı boğması, eğitim, sağlık ve yargı sisteminin çökmesi, gençlerin kitlesel işsizliğe mahkûm kılınması, geleceksizliklerini görür hale gelmeleri toplumsal tepkinin sandığa yansımasında rol oynamıştır. AKP’nin oylarındaki çarpıcı düşüşün bir nedeni de bir kesimin bunun yerel seçim olmasının da rahatlığıyla “ders vermek” için sandığa gitmemesidir. Nitekim bu seçimlere katılım oranı geçtiğimiz genel seçimlere göre dokuz puan düşerek yüzde 78’de kalmıştır.
İşçi sınıfının yükselen öfkesi sanayi bölgelerinde sandığa yansımıştır. Bursa’da onyıllardır ilk kez CHP kazanmıştır. Manisa’da durum aynıdır. Balıkesir ve Çorlu’da CHP kazanırken, Gebze’de AKP oylarında keskin bir düşüş yaşanmıştır.
AKP (ve ortağı MHP) Anadolu’da içlerinde “kale” diye nitelenebilecek kentlerin de olduğu Afyon, Denizli, Uşak, Kütahya, Yalova, Sinop, Kastamonu, Bartın, Zonguldak, Giresun, Artvin, Kırşehir, Kırıkkale, Nevşehir, Çorum, Amasya, Kilis, Urfa, Yozgat gibi çok sayıda ili kaybetmiştir. Depremin unutulan kenti Adıyaman’daki değişim ise bu seçimlerin en büyük sürprizlerinden biridir. Menzil tarikatının merkezi olan, AKP’nin depremden sonraki genel seçimlerde bile %52 oy aldığı bu kentte CHP oyunu neredeyse üç katına çıkararak belediyeyi açık ara farkla kazanmıştır.
Yeniden Refah Partisinin (YRP) dikkat çeken yükseliş gösterdiği bu seçimlerde, Meral Akşener ve İYİP’i “hür ve müstakil” bir pespayelikle dibi görmüştür. Eski İYİP’li Durmuş Yılmaz’ın yerel seçimlerin ardından yaptığı “Anlaşıldı ki Mayıs 2023 seçimlerinde iktidar Meral Akşener tarafından altın tepside sunuldu” paylaşımı, Akşener’in o seçimlerdeki rolünün de itirafıdır. Bu seçimler Deva, Gelecek ve Saadet’in tabela partisinin ötesine geçemeyeceklerini de göstermiştir.
Yaşanan değişim, enflasyonun ve hayat pahalılığının sadece metropolleri etkilediği, Anadolu kentlerinde geçinmenin kolay olduğu, asgari ücretin orada büyük para sayıldığı, işçinin, köylünün halinden memnun olduğu ve AKP’yi taşrada sarsmanın mümkün olmadığı şeklindeki sözde ekonomik-sosyolojik tahlillerin ne kadar gerçeklikten kopuk olduğunu da çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Seçim demokratik miydi?
CHP’nin kazanması ya da faşist blokun ciddi oy kaybına uğraması bu seçimlerin demokratik, adil seçimler olduğunu göstermiyor elbette. Rejim bu seçimleri her türlü baskıya, yalana, şantaja, çirkefliğe rağmen kaybetmiştir. Bizzat Erdoğan’ın depremin en fazla vurduğu Hatay’daki tehditleri, seçim çalışmalarına katılan bakanların tehditleri bir yana Kürt illerinde yapılan baskılar vakayı adiye haline gelmiştir. Rejimin on binlerce askeri ve polisi bölgeye kaydırarak giriştiği büyük operasyonun sonuçları başta Şırnak, Kars ve Bitlis olmak üzere çıplak biçimde görülmüştür. Van büyükşehir belediye başkanlığını kazanan DEM Partili Abdullah Zeydan’ın seçilme hakkının elinden alınmasına dair seçimden önceki son çalışma günü mesai saati bitimine doğru mahkeme kararı çıkarılması ise faşist rejimin bildik gasp politikasından vazgeçmeyeceğinin ilk işareti olmuştur. Nitekim seçimden sonraki ikinci gün başkanlık mazbatası AKP’li adaya verilmiştir. Üstelik DEM Parti Van’ın bütün ilçelerinde tulum çıkarmasına rağmen yapılmıştır bu hamle. Bunun kabul edilemez olduğu açıktır ve Kürt halkının demokratik haklarına yönelik bu açık saldırıya gereken yanıt her mecrada verilmelidir. Bölgedeki müdahalenin yanı sıra, birbirine yakın oyların ortaya çıktığı Hatay’da ve başka il ve ilçelerde de rejimin hile ve müdahaleleri sonuçları kendi lehine çevirmesiyle sonuçlanmıştır. Farkın çok büyük olduğu ana merkezlerde ise rejim tüm gücüne rağmen bu oyunu oynayamamış ya da sonucuna ulaştıramamıştır.
DEM Partinin bütün baskılara rağmen Kürt illerinde kayyum atanan belediyeleri bir kez daha kazanması Kürt emekçi kitlelerinin direngenliğini bir kez daha göstermiştir. Kayyum tarafından gasp edilen Diyarbakır, Van, Hakkâri, Mardin, Batman, Siirt ve Iğdır Belediyelerini geri alan DEM, 2019 yerel seçimlerinde kazanamadığı Dersim, Muş ve Ağrı Belediye Başkanlıklarını da kazanmıştır.
Özgür Özel’in, bu seçimi kazanmamız onun adil bir seçim olduğu anlamına gelmiyor vurgusuyla Şırnak’ta ve genel olarak bölgede yaşananlara işaret etmesi bir kenara kaydedilmeli. Bu sözlerin test sahası, bundan sonra yaşanabilecek kayyum atamalarında CHP’nin aktif bir karşı duruş sergileyip sergilememesi olacaktır.
Seçimden sonra…
Genel seçimlerin yarattığı umutsuzluk ve yılgınlık atmosferinin ardından, bu yerel seçim sonuçlarının iktidara muhalif kitlelerde moral bir toparlanmaya yol açtığı açıktır ve bu olumlu bir durumdur. Ancak buna kendi başına büyük anlamlar yükleyip, pasifçe büyük beklentiler içine girmek yanlış olur.
Daha ilk günden yaratılmaya çalışılan yanılsamalara prim verilmemelidir. Seçim hezimeti faşist rejimin kendiliğinden çökmesine yol açmayacağı gibi, onu demokratik açılımlara da yöneltmeyecektir. Bu tür beklentiler rejimin doğasına aykırıdır. Seçim gecesi Erdoğan’ın yaptığı konuşma olsun, onun öncesinde iç kabinenin kilit unsurlarından Mehmet Uçum’un yayınladığı mesaj olsun, rejimin seçimi nasıl ele aldığını, başka türlü ele alınmasına izin vermeye niyetlerinin olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Kalem oynatan ve politik yorum yapan birçok çevre ve kişinin dile getirdiği erken seçim beklentisinin rejim tarafından zerrece dikkate alınmadığı ve alınmayacağı açıktır. 2028 gelmeden önce bir seçim gündeme gelecek olsa bile, bu şimdi sonuçlanmış yerel seçimin sonuçları nedeniyle olmayacaktır.
Olağan koşullarda Ankara’daki hezimet ve İstanbul’daki açık ara farkın psikolojik etkileri de dâhil bu yenilgi kısa vadede kuşkusuz önemli siyasi sonuçlar doğururdu. Fakat unutulmamalıdır ki karşımızdaki olağanüstü bir rejimdir ve faşist rejim altında bu sonuçlara dayanarak büyük siyasi değişim beklentilerini ortaya koyan tahliller yapmak doğru değildir.
Diğer taraftan, çeşitli formüllerle dile getirilen ve sonuç olarak rejimin kendine “çeki düzen vermesi” anlamına gelen bir beklenti de mesnetsizdir. Bunlar arasında ekonomik programa son verileceği gibi beklentiler hafif ifadeyle siyasi miyopluktur. Bu seçimde iktidar aleyhine sonuçları açıkça görülmesine rağmen, ekonomik saldırı politikalarına devam edileceği bir numaralı ağızdan ve daha seçim gecesi ilan edilmiştir. Diğer taraftan siyasi yumuşama beklentileri ekonomik beklentilerden bile daha hayalcidir. Daha şimdiden Van’da yapılanlar seçim sonrası politik sürecin nasıl olabileceğine dair güçlü olasılığın ipuçlarını vermektedir. Zaten Erdoğan konuşmasında Kürt halkına karşı savaşın sürdürüleceğini, Uçum da mesajında muhalefetin Türkiye’de demokrasi olmadığı, demokratik seçimlerin yapılmadığına dair söylemlerinin gerçekdışı olduğunun ortaya çıktığını ve bu nedenle muhalefetin, kazanımlarının kıymetini bilip, ülkenin düşmanlarına karşı iktidarla işbirliği halinde hareket etmesi gerektiğini söylemiştir.
Özetle rejim yine milliyetçiliğe ve yapay temellerde kutuplaştırma politikasına sarılıp tabanındaki erimenin önüne geçmeye ve muhalefetin sesini kısmaya çalışacaktır. Daha ilk günden yapılan ve muhtemelen arkası gelecek hamlelerle, rejim hem Kürt hareketini hem de CHP’yi derhal teste tâbi tutmaktadır.
Bu belirti ve işaretler, aynı zamanda ve esas olarak, ekonomik saldırı programının daha acı sonuçları yaşanmaya başladıkça işçi sınıfının vereceği olası tepki açısından önemlidir. Sınıfın örgütsüzlüğüne güvenen rejimin baskıyı arttırmaya yöneleceği şüphesizdir. Bunu püskürtebilmenin yolu, “bak yerel seçimlerde ne oldu” demekten değil, sınıfın örgütlü mücadelesini büyütmekten geçmektedir.
Öte yandan şimdiden dört yıl sonraki genel seçimlerin ve cumhurbaşkanlığı seçiminin hesabını yapan CHP ve İmamoğlu, işçi ve emekçilerin tepki oylarını kendi hanelerine yazmaya çalışacaktır. Oysa yoksulluk girdabına itilen, kemerinin ötesinde ümüğü sıkılan emekçileri hiçbir düzen partisi kurtaramaz.
Özetle, rejimin ve politik güç dengelerinin gerçek durumunu hesaba katmayan abartılı beklentilerin içerdiği tehlikeler konusunda uyanık olmak gerektiği açıktır. Öte yandan, yukarıda belirttiğimiz gibi, seçim sonuçları emekçi kitlelerin çoğunluğunda olumlu bir ruh hali yaratmıştır. Birbiri ardına seçimlerde çıkan sonuçların beslediği umutsuzluk ve moralsizlik hali, mücadeleye yönelme şevkini de kırıcı bir etki yaratmaktaydı. Şimdi oluşan nispi olumlu hava, mücadeleye yönelme konusunda daha elverişli bir toplumsal psikoloji yaratabilir. Sınıf devrimcilerinin yapması gereken de, yanılsamalara mahal vermeden, rehavete kapılmadan, sınıfın özgüvenini ve örgütlülüğünü arttırmak ve toplumsal mücadeleyi yükseltmek için bu durumdan yararlanmaktır. İlk etapta, önümüz 1 Mayıs’tır. 1 Mayıs alanlarını bu inanç ve amaçla mücadeleci bir ruhla dolduralım. Emekçilerin tepkisini faşizme karşı örgütlü mücadeleye dönüştürelim!