
Gencecik bir fidan, Adana’nın eski, sokakları dar bir yoksul mahallesinde, sokak ortasında, güpegündüz bir vakitte devletin, düzenin koruyucusu polis tarafından kalbinden vurularak öldürüldü. Sebebi “dur” ihtarına uymaması, sebebi güya insan sağlığını önemsedikleri için getirilen sokağa çıkma yasağına uymaması... Bu ne yaman çelişki! İnsan sağlığını önemsiyoruz diyorlar ama gencecik bir insanı vahşice katlediyorlar. Ali El Hemdan, 19 yaşında Suriyeli bir göçmen işçi. 7 yıldır Adana’da yaşamaktaydı. Bunun 6 senesini de bir tekstil atölyesinde çalışarak geçirmişti. Sigortasız, emek gücünün karşılığının çok altında bir ücrete çalışarak ailesine destek sağlıyordu. Sucuzade Mahallesi tekstil atölyelerinin yoğun olduğu bir işçi mahallesidir. O bölgede yaşayan Suriyeli gençler de daha çok bu atölyelerde çalışıyor. Yakınları Ali’nin çalışmakta olduğunu söylüyordu. Karantina sürecinde yaşı tutmadığı için dışarı çıkamıyordu ama çalışmak zorundaydı. Vurulduğu gün de çalışıyordu ve geçici koruma kimliği yanında olmadığından ve yaşı tutmadığından ceza almamak için polis kontrolüne denk gelince sokak aralarından kaçmaya başladı. Ve acımasız bir biçimde kalbinden vurularak öldürüldü. Egemenler 65 yaş üstüne ve 20 yaş altına sokağa çıkma yasağını getirirken insan sağlığını önemsediklerini dile getiriyorlar! Çalışmak zorunda olan bir gencin kazandığı paradan kat be kat fazlasını ceza olarak ödememek için kaçması suç mudur? Yaşamının ellerinden alınmasının bir gerekçesi olabilir mi? Suriyeli, Türk, Kürt fark etmeksizin işçi sınıfını sömüren kapitalist düzende, alınan önlemlerin salgından korunmak için, insan sağlığı için değil de düzenin bekası için olduğu bir kez daha ortada. Devlet, kendi hizmetinde olan kolluk güçlerini korumaya devam ediyor. Adana Valiliği olayı “kaza” olarak niteledi. Durum örtbas edilmek istendi. Kolluk güçlerinin daha önceki cinayetlerinde olduğu gibi! Polise sınırsız yetki veren, koruyup kollayan, ceza almasını engelleyen, alsa bile bir süre sonra serbest bırakan yasalardan, siyasal iktidardan destek alan kolluk güçleri ellerindeki gücü fütursuzca sergilemekte, kimseden çekinmemekte. Medya da olayı meşrulaştırmak için elinden geleni yaptı: “Polis uygulamasından kaçtı, bacağından vurularak yaralandı.” “Polise başka çare bırakmadı.” Bu arada devletin tepesi, bu cinayetin üstünü örtmek üzere, Ali’nin ailesine vatandaşlık verilmesini buyurdu. “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, Akarsuyun Meyve çağında ağacın, Serpilip gelişen hayatın düşmanı Bursa’da havlucu Receb’e Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman Fakir köylü Hatçe kadına Irgat Süleymana düşman Sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman” Kimlikler değişse de düşmanımız gene ortak: Onlar Dilek Doğan’a düşman, Ali İsmail Korkmaz’a, Kemal Kurkut’a düşman, Tahir Elçi’ye düşman, Alan Kurdi’ye, Ali El Hemdan’a düşman. Sana, bana, koca işçi sınıfına düşmanlar. Geçmişte olduğu gibi bu gencimizin ölümüne sebep olanlar da yine cezalarını almayacaklar. Egemenler sağlığımızı, sıhhatimizi, yaşamımızı, açlığımızı, çoluk çocuğumuzu zerrece önemsemezler. Onların bu ölüm saçan düzenine karşı hafızamızı, sınıf kinimizi diri tutalım. Bizler Suriyeli, Çinli, Avrupalı, Amerikalı olsak da işçi sınıfı olarak çıkarımız da ortak kaderimiz de. “Ne kırlarda direnen çiçekler Ne kentlerde devleşen öfkeler Henüz elveda demediler. Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”