
Amerika’nın Afganistan’ı ve Irak’ı işgal ederek Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmek üzere tetiklediği süreç, son iki yıldır daha yüksek bir ivmeyle yol alıyor. Afrika’dan Afganistan’a çok geniş bir alanı kapsayan bu coğrafyada, ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projesine her geçen gün biraz daha yaklaşan bir bölünmüşlük yaşanıyor. Irak’ın ve Suriye’nin bir bölümünü içeren bir Sünni devleti, Irak’ın güneyinde bir Şii devleti ve kuzeyde bir Kürt devletini öngören bu harita giderek daha net bir görünüm kazanırken, IŞİD’in burada büyük bir rol üstlendiği görülüyor. Libya’dan Yemen’e, Irak’tan Suriye’ye karşımızda böyle bir tablonun oluşmasını tesadüf olarak yorumlamak mümkün değildir. Sadece son on beş gün içinde Tunus’ta çoğu turist 23 kişiyi, Yemen’de iki Şii camiine gerçekleştirdiği bombalı saldırıyla 142 kişiyi, Rojava’da Newroz’u kutlayan Kürtlere yönelik saldırılarda ise 52 kişiyi katleden IŞİD, halklar açısından tam bir vahşet makinesiyken, emperyalist-kapitalist güçler için son derece kullanışlı bir araca dönüşmüştür. Bir zamanlar El Kaide’nin yaptığı gibi irili ufaklı pek çok İslamcı örgütü kendi bünyesine katan IŞİD, Tunus’tan Yemen’e tüm Arap coğrafyasında en güçlü radikal İslamcı örgüt olmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde, kullandığı yöntemlerde ve uyguladığı vahşette ortaklaştığı Boko Haram’ı da bünyesine katan bu örgüt, böylece Nijerya, Nijer ve Çad’ı kapsayan çok geniş bir bölgeyi de faaliyet alanına dahil etti. Bunların yanı sıra, Afganistan, Pakistan ve çeşitli Türki cumhuriyetler gibi bizzat Rusya ve Çin’in sınır boylarındaki ülkelerde giderek daha fazla yer tutmaya başladı. Bugünlerdeki en temel işlevi Irak ve Suriye haritalarının yeniden şekillendirilmesi olan IŞİD, ABD öncülüğündeki emperyalist güçler için adeta sihirli bir anahtar görevi görmektedir. Hiç gözünü kırpmadan insanların kafalarını kesen, cesetlerini sokaklarda sallandıran, ele geçirdiği bölgelerde Sünni olmayan halkları katleden, kadınlara tecavüz edip köleleştiren, Suriye ve Irak’ta Kürt halkına saldırıp Kobanê’de taş üstünde taş bırakmayan, Musul’da üç bin yıllık tarihi eserleri barbarca yok eden bu garabet yapı, en vahşi eylemleri gerçekleştirip görüntülerini internette zaman kaybetmeksizin yayınlayarak, adeta “gelin bana saldırın” mesajları veriyor. Her türlü yolla beslenen bu örgütün önü, Musul gibi büyük bir kenti bile iki hafta içinde ele geçirebilecek şekilde açılıyor; mevcut dengeleri bozma işlevini yerine getirdikten sonra ise bu kez, “IŞİD belâsına karşı” emperyalist müdahale planları devreye sokuluyor. Nitekim ABD öncülüğünde oluşturulan “IŞİD’e karşı küresel koalisyon”, önümüzdeki haftalarda Irak ve Suriye’ye kara ve hava operasyonları başlatmak üzere hazırlıklarını hızlandırmıştır. Oysa Türkiye’nin de dahil olduğu bu güçlerin IŞİD’in bu hale gelmesinden birinci dereceden sorumlu oldukları tartışmasızdır. Kaddafi’nin devrilmesinin ardından eski Libya ordusunun silahları Suriye’de Esad’a karşı savaşan IŞİD gibi örgütlere akıtılmış, tırlar dolusu silah MİT aracılığıyla bunlara taşınmış, bizzat istihbarat teşkilatları aracılığıyla Avrupa’dan Kanada’ya, Türkiye’den Özbekistan’a pek çok ülkeden kadınlı erkekli binlerce insan IŞİD’e militan olarak devşirilmiştir. Gerek Avrupa’dan gelip Türkiye üzerinden Suriye’ye geçenler gerekse bizzat IŞİD’in kafa kesici kimi elemanları hakkında ortaya saçılan bilgiler, bu süreçte Batılı çeşitli istihbarat örgütlerinin nasıl devrede olduklarını gözler önüne sermektedir. Bütün bunları tertipleyip IŞİD’i yaratan emperyalist güçler şimdi de onu yok etmekten dem vurarak yeni bir saldırı hamlesine girişmişlerdir. Bunlar içinde Türkiye belki de en ikiyüzlü olanıdır. “Öfkeli çocuklar” diyerek canilerin sırtını sıvazlayan, kamyon kamyon silah taşıyan, Kobanê’yi haritadan silmeleri için her türlü yardımı yapan TC, şimdi de emperyalist paylaşım sürecinin tümüyle dışında kalmamak için, sözde IŞİD’e karşı mücadele amacıyla “küresel koalisyon” adı verilen emperyalist cepheye dahil olmuştur. Koalisyon güçlerinin operasyonlarına istihbari ve lojistik destek vereceğini fakat asker göndermeyeceğini açıklayan Türkiye, 19 Şubatta imzaladığı anlaşmayla ABD’nin “eğit-donat” projesinin temel yürütücülerinden biri olmayı kabul ederek, üç yıl sürmesi beklenen bu proje kapsamında çeşitli askeri üslerde sözde ılımlı muhalif grupları eğitmeye de başlamıştır. ABD ile Türkiye’nin Suriye politikaları arasındaki farklılık dikkate alındığında, “ılımlı İslamcı” grupları biraraya getirip askeri eğitimden geçirme ve bunları IŞİD’e ve Esad’a karşı kullanmayı öngören “eğit-donat” projesini her iki devletin kendi çıkarları ve planları çerçevesinde kullanacağı ortadadır. Bunun yanı sıra Esad’ı devirme planlarının yürürlükte olduğu son dört yıldır, ABD’nin ya da Türkiye’nin ılımlı diye adlandırdığı tüm güçler ya El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra’ya ya da IŞİD’e katılmışlardır. Finanse edilip önleri açılan bu güçler, bugün bizzat Amerika öncülüğündeki koalisyon güçlerinin temin ettiği silahlarla terör estirmektedirler. Bütün bunlar, şimdilerde Türkiye’deki askeri üslerde “eğitilip donatılan” yüzlerce İslamcı militanın ne iş göreceğini de aslında göstermektedir. AKP hükümeti iki yıl boyunca, Esad’ı devirmeyi öncelikli hedef olarak koyup, bu hedefe IŞİD ve diğer İslamcı gruplarla işbirliği temelinde ulaşma stratejisini benimsedi. Bu projenin başarıya ulaşmasının imkânsız olduğu ortaya çıkmasına rağmen inadında ısrar eden Erdoğan, bu süreçte ABD ve diğer emperyalist güçleri karşısına alarak tümüyle yalıtık bir pozisyona düştü. Büyük oynayarak Ortadoğu’nun hamiliğine soyunmaya kalkan Erdoğan ve AKP, sonuçta iyot gibi açıkta kaldı. Şimdilerde oyuna bu kez ABD’nin kurallarını kabul eder görünerek yeniden dahil olmaya çalışıp, yeni şekillenmede şu ya da bu ölçüde söz hakkına sahip olma fırsatını tümüyle kaybetmemeye çalışıyor. Elbette Erdoğan öncülüğündeki TC, çapından büyük hesaplarla el altından bildiğini okumaya çalışmaktan tümüyle vazgeçmiş değildir. Bir yandan ABD’nin yeni politikası çerçevesinde hareket eder görünürken öte yandan Batılı emperyalist güçleri Esad’ı öncelikli hedef yapmaya iknaya çalışmaktan geri durmaması da bunun bir ifadesidir. Ne var ki ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ardından CIA Başkanı Brennan’ın da “hiçbirimiz, ne Rusya, ne ABD, ne koalisyon ne de bölgedeki devletler, Şam’daki hükümetin ve siyasi kurumların çökmesini istemiyoruz” diyerek Esad’ın öncelikli hedef olmadığını vurgulaması, Erdoğan ve AKP’nin boşa düştüğünü tescillemektedir.