
Venezuela’nın aylardır kilitlendiği ve son dönemde ülkedeki tansiyonu giderek yükselten anayasa referandumu 2 Aralıkta gerçekleşti. Söz konusu referandumun konusu, 1999 Anayasasında değişiklikler yapılmasını öngören 69 maddelik reform paketinin oylanmasıydı. Venezuela’nın ABD’deki büyükelçiliği tarafından kaleme alınan bir tanıtım metninde, anayasa reformunun amacı şöyle açıklanıyordu: “Başkan Chavez 15 Ağustos 2007’de 1999 Anayasasında bazı iyileştirmeler yapılmasını önerdi. 350 maddeden yalnız küçük bir bölümünü değiştirecek olan reformun amacı, ülke kaynaklarını hızla yoksulların yararına tekrar dağıtmak ve yurttaşların demokratik sürece dolaysız katılımını sağlamak. Aynı zamanda, amaç Venezüella’da barış ve demokrasi içinde «21. Yüzyılın Sosyalizmi» diye bilinen yeni bir kalkınma modeli geliştirmek. Bu model katılımcı demokrasi, karma ekonomi, ülkenin sosyal gereksinimlerini karşılama ve çok kutuplu bir dünya içeriyor.” (abç) Ağırlıklı olarak Chavez’in önerileri doğrultusunda hazırlanan bu reform paketi, nihayetinde %49,2 evet oyuna karşı %50,7 hayır oyuyla reddedildi. Karşı-devrimci burjuva kamp kadar Chavez kuyrukçusu sosyalistlerin de “sosyalizm oylaması” olarak lanse ettikleri söz konusu referandumun kaybedilmesi, dokuz yıldır alınan ilk yenilgi olarak Chavez cephesinde şok etkisi yarattı. Bunun burjuva cephedeki karşılığı ise tam bir bayram havasıydı. Dünyanın dört bir yanında burjuva medya referandum sonucunu, “Venezuela’da halk sosyalizme hayır dedi” türünden spotlarla “flaş”ladı. Chavez ve avenesi nerede hata yaptıklarını düşünedursunlar, gelinen nokta, Venezuela’da dokuz yıldır yaşanan sürecin ciddiyetle değerlendirilmesinin komünistler açısından ne kadar elzem olduğunu bir kez daha göstermiştir. Aksi takdirde, sosyalist hareket, burjuva reformizmine yeşil ışık yakarak ve Chavez’in kuyruğuna takılarak, kaçınılmaz “kader”in temel sorumlularından biri olacak ve kimilerinin şimdi yaşadıkları şok, ilerde yaşanacakların yanında ehemmiyetsiz kalacaktır. Sosyalist saflarda sergilenen sorumsuzluk, işçi ve emekçiler cephesinde sosyalizme güvensizlik ve karamsarlık doğuracağı gibi, olası bir karşı-devrimin emekçi kitle hareketini bütünüyle ezmesine de yol açabilir. Nitekim dokuz yıldır oynanan “Bolivarcı devrim” parodisinin Venezuelalı emekçilerde şimdiden bu tür bir karamsarlık dalgası yarattığı, referandum vesilesiyle açıkça gözler önüne serilmiştir. Anayasa referandumuna katılım oranının %56’yla sınırlı kalması, Chavezci “devrim”e duyulmaya başlanan güvensizliğin ve beklemenin getirdiği bıkkınlığın tipik göstergelerinden biridir. Sosyalizme kararnamelerle geçileceğini, devrimin referandumları ve seçimleri kazanmak, devrimciliğinse ateşli konuşmalar yapmak olduğunu düşünenlerin tersine, Venezuela’da yaşananlar, bu ülkede gerçekte bir devrim olmadığını fazlasıyla kanıtlamaktadır. Bunun da ötesinde, 2002’de ortaya çıkan devrimci durumun reformist politikalarla çoktan tavsatılıp sönümlendirilmiş olduğu açığa çıkmıştır. Referandum sonuçlarına bakıldığında, dikkat çekici en temel nokta, evet ya da hayır oylarının oranlarından ziyade, devrim yaşandığı ve sosyalizme geçileceği iddia edilen bir ülkede halkın %44’ünün kilit önem atfedilen bu oylamaya katılmamış olmasıdır. Bir yıl önce gerçekleştirilen başkanlık seçimlerine kıyasla muhalefet cephesinin oyları 200 bin artarken, Chavezci cephe 3 milyon oy kaybetmiştir. “Yine de Venezuela halkının yarısı Chavez’e destek verdi” şeklindeki çarpıtmalarsa en hafifinden züğürt tesellisi, gerçekteyse tam bir kandırmacadır. Zira katılım oranı hesaba katıldığında, bu referandumda Venezuelalı seçmenlerin sadece %27’si evet demiştir. Bu da 4 milyon 379 bin oya karşılık gelmektedir. Üstelik Chavez’in yaklaşık bir yıl önce kurdurduğu Venezuela Birleşik Sosyalist Partisinin (PSUV) üye sayısı 5,5 milyona ulaşmışken! Seçimlere bel bağlayarak sosyalizm ve devrim düşü gören reformistlerin mantığıyla hareket edecek olursak, referandumda evet demeyip çekimser kalan 1 milyondan fazla PSUV üyesi “sosyalist”, devrime ihanet edip karşı-devrime hizmet etmişlerdir! Ancak gerçeklik, Venezuela’da, kuyrukçuların skolastik mantığıyla açıklanamayacak kadar diyalektik bir sürecin yaşandığına işaret etmektedir. PSUV’u devrimin partisi olarak yücelten, Chavez’in reformlarını sosyalizme doğru atılan devrimci adımlar olarak değerlendiren ve bunların uzantısı olarak son referandumu sosyalizm oylamasıymış gibi görüp gösteren kuyrukçu reformistlere en büyük yanıtı da yine emekçi kitleler vermişlerdir. “Kitleler Chavez’i destekliyorlar” gerekçesiyle yapılan Chavez kuyrukçuluğunun en tipik örneğini belki de, IMT’nin (International Marxist Tendency – Uluslararası Marksist Eğilim) tavrı oluşturmaktadır. Venezuela’da tümüyle Chavez’e uyarlanarak PSUV’a katılan IMT’ye göre, Chavez’i desteklemek devrimi desteklemek, onun karşısında olmaksa devrimin karşısında olmak demektir. IMT’nin görüşlerini dile getiren Alan Woods, yaptığı değerlendirmelerle son referandumda da aynı tutumun sürdürüldüğünü kanıtlamıştır. Woods, referandumda halk kitlelerinin Chavez’i kesin olarak destekleyeceklerinden o kadar emindir ki, aksini düşünenleri alaylı bir dille küçümsemektedir: “Aralık referandumunda «hayır» oyu mu vereceksin «evet» oyu mu? Bu sorunun altı yaşında bir çocuğun kolayca yanıtlayacağı bir soru olduğunu düşünüyorum. Ama bazı profesörlerin soruları yanıtlarken altı yaşındaki çocuklar kadar iyi olmadıkları görülüyor. İşte birincisiyle doğrudan ilişkili bir başka basit soru: Baduel’den yana mısın Chavez’den yana mı?” (Heinz Dieterich Anayasa Referandumunda Nerede Duruyor?, marxist.com) Burada bir parantez açıp kısa bir açıklama yapalım. Heinz Dieterich, yani “21. yüzyıl sosyalizmi”nin mucidi ve bunu Chavez’in diline dolayan zat, “sosyalizm”, “işçi denetimi”, “devletleştirme” lafları fazla edilir olunca, “bu kadar hızlı gitmek karşı-devrim cephesini azdırır” türünden itirazlarla Chavez’i aklıselime davet eder olmuştu. Aslında Dieterich “21. yüzyıl sosyalizmi”yle hiçbir zaman, devlet destekli bir kalkınma modelinden fazlasını kastetmemişti. Ama reformist profesörlerin ağzından saçılan sosyalizm lafları bile, kimi “Marksistleri” Venezuela’nın sosyalizme gidiyor olduğuna inandırmaya yetmişti. Keza son aylarda Dieterich gibi Baduel (Chavez’in Temmuz ayında görevinden istifa eden Savunma Bakanı) de, “devletleştirme”, “işçi denetimi” gibi kavramların sıkça kullanılır hale gelmesinden son derece rahatsızdı ve bu nedenle de Chavez karşıtı saflara geçmişti. Chavez’in 1980’lerden beri en yakın dava arkadaşlarından biri olan Baduel’in saf değiştirmesi ve “Venezuela ordu mensuplarının analiz etme ve düşünme yetenekleri küçümsenmemelidir” türü ifadelerle üstü örtük darbe tehditlerinde bulunması, burjuvazi ve bürokrasi cephesinde kapalı kapılar ardında pek çok plan yapıldığının da önemli bir göstergesiydi. Bu planların ne aşamada olduğunuysa kuşkusuz zaman gösterecek. Ancak, Baduel gibi Bolivarcı bir generalin, Chavez’in şu ya da bu yöntemle saf dışı bırakılmasının ardından iktidar koltuğuna oturtulması, Latin Amerika gibi darbeler cenneti bir kıtada, hiç de gözardı edilemeyecek bir olasılık olarak canlılığını korumaktadır. Konumuza dönecek olursak, A. Woods’un satırlarında dile gelen kaba mantığın geçersizliğini görmek için fazla beklemek gerekmemiştir. Söz konusu satırların kaleme alınmasından birkaç gün sonra gerçekleşen anayasa referandumunun sonuçları, bunun için yeterli olmuştur. Daha önce Chavez’e oy veren 3 milyon emekçi bu referanduma katılmayarak evet/hayır kalıbını benimsemediklerini göstermişlerdir. Bu nedenledir ki, referandum öncesinde güllük gülistanlık bir Venezuela tablosu çizen IMT, referandumun ardından, Venezuela’da “çoğunluğun hâlâ yoksulluk içinde yaşadığını”, “evsizlik sorununun devam ettiğini”, “emekçilerin daha az laf, daha fazla icraat istediklerini” dile getirmek zorunda kalmıştır. Sosyalist hareketin önemli bir kesiminin, referandum yenilgisini değerlendirirken, burjuva propagandanın gücünü öne çıkardığını ve yenilgiyi Chavezcilerin değişiklik paketini halka yeterince anlatamamalarına bağladığını görüyoruz. Her şeyden önce şunu belirtelim ki, gerçekten de Venezuela burjuvazisi, başta ABD olmak üzere uluslararası sermayeden her türlü maddi-manevi destek alarak, büyük bir karşı propaganda kampanyası yürütmüştür. Burjuvazinin medyayı, kiliseyi ve ekonomik gücü kullanarak yürüttüğü bu kampanyanın temel iskeletini ise, “referandumda evet çıkarsa sosyalizme geçilecek ve devlet ikinci evinizi, arabanızı, dükkânınızı, çocuklarınızı elinizden alacak, dini yasaklayacak” gibi en bayağısından anti-komünist yalanlar oluşturmuştur. Ancak bize göre, geniş emekçi kitlelerin çekimserliğini, burjuva propagandanın gücüne ya da Chavezcilerin bu propagandanın etkisini kırmaktaki yetersizliklerine bağlamak hiç de doğru değildir. Şunu da belirtmek gerekir ki, bunu iddia eden sosyalist kesimler açısından, dokuz yıldır “devrim” yaşandığı söylenen bir ülkede burjuvazinin bu sığ yalanlarının emekçi kitleleri nasıl böylesine etkilediği de açıklanmaya muhtaçtır. Hele de, milyonlarca üyesi olan bir parti yaratan, televizyon ve radyolarda onlarca saat aralıksız konuşma rekorları kıran bir başkana sahip olan, devlet iktidarının tüm avantajlarını elinde bulunduran bir Chavezci hareket varken. Bolivarcı cephe içinde alabildiğine sağa kayan bir diğer kesim, yenilgiyi, Chavez’in fazla aceleci davranmasıyla, reform sürecini hızlandırarak muhalefete kendisine saldırıda bulunma fırsatı sunmasıyla ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Bu kesim, Chavez’in resmi yayın organı gibi çalışan venezuelanalysis.com sitesinin yöneticisi Greg Wilpert’den Heinz Dieterich’e kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Söz konusu reformist kesim, öz olarak, “daha dokuz yıl oldu, bu acele niye” demeye getirmektedir. Buna karşılık, Chavez’in kuyruğuna takılıp onu sola çekmeye çalışan Marksizm kisveli reformistlerse, sorunu, devrimin “çok yüce gönüllü, çok toleranslı, çok sabırlı, çok nazik” olmasında görmektedirler. Oysa asıl sorun, ne burjuvazinin gücünde, ne fazla ileri gidilmesinde, ne de devrimin sabırlı, toleranslı ve nazik olmasındadır. Temel sorun bunun bir devrim olmamasından kaynaklanmaktadır. Her şeyden önce şunu bilmek gerekir ki, tarihte yaşanan hiçbir devrim sabırlı olmamıştır, olamaz. Aksine devrimci önderlikler, pek çok devrimde, ateşli ve plansız çıkışlarla, erken ayaklanma girişimleriyle boğuşmak zorunda kalmışlardır. 1917 Rusya’sında yaşanan Temmuz Günleri bunun en tipik örneğidir. Ancak bu gerçeği gayet iyi bildikleri halde işlerine öyle geldiği için ona gözlerini kapatmayı tercih edenler, suçu Bolivarcı bürokrasiye yüklemektedirler. Eğer Chavez bunlardan bir kurtulabilse, “Marksistleri” daha fazla dinlese, sosyalist devrim tamamlanacaktır! Onlara göre, bir yanda sosyalizm yolunda ilerleyen devrimci Chavez bulunmaktadır, diğer yanda onun altını oymak isteyen, sosyalizme geçilmesini baltalamak için çalışan reformist bürokratlar: “Bürokratlar ciddi bir kitlesel kampanya örgütlemek için tümüyle yetersiz olduklarını bir kez daha göstermişlerdir. Muhalefetin yalanlarına yanıt verememişlerdir. Anayasa reformunda işçi sınıfının çıkarına olacak –36 saatlik iş haftası gibi– pek çok noktayı açıklamayı başaramamışlardır. Bu sosyalist önlemlere bizzat kendileri karşı çıkarken, bunu nasıl yapabilirlerdi ki?” (Alan Woods, Referandum yenildi – Bu ne anlama geliyor?, marxist.com) Merak edenler için hemen belirtelim ki, sözü edilen “sosyalist önlemler”, 36 saatlik iş haftası, kendi hesabına çalışan küçük-burjuvazinin (nüfusun oldukça geniş bir bölümünü oluşturuyor) sosyal güvence kapsamına alınması, yerlilere tanınan kültürel hakların genişletilmesi, parasız eğitimin güvence altına alınması ve bolca “konsey” demagojisinden ibarettir. Chavez’in ve meclisin yetkilerini arttıran maddelerin yanında, bu düzenlemelerin referandum paketinin hiç de ağırlıklı bir kısmını oluşturmadığını da eklemek gerekir. “Konsey” demagojisi bir kenara bırakılacak olursa, bu düzenlemelerin işçi-emekçilerin çıkarına oluğu inkâr edilemez. Ancak bunlar son tahlilde reformlardan ibarettirler ve reformlardan “sosyalist önlemler” olarak bahsetmek reformizmin daniskasıdır.