Bölüm 17: Ticari Kâr
Sermayenin dolaşım alanındaki saf işlevlerinin, yani meta-sermayenin metadan paraya ve paradan metaya dönüşümünü sağlayan alım ve satım işlemlerinin, yeni değer de artı-değer de yaratmadığını Kapital ikinci ciltte görmüştük. Dolaşımda geçen zamanın yeni meta üretimi ve artı-değer üretimi için sınırlar yarattığını da hatırlayalım. “Meta-sermayenin bir kısmının meta ticareti sermayesi şeklini alması ya da meta-sermayenin başkalaşımına aracılık eden işlemlerin, kapitalistlerin özel bir kesiminin özel işi ya da sadece ve sadece para-sermayenin bir kısmının bir işlevi olarak görünmesi, doğal olarak, meta-sermayenin başkalaşımı için özünde geçerli olan şeyi hiçbir şekilde değiştirmez.” Metaların sanayici kapitalistlerin kendileri tarafından alım satımı yeni değer ya da artı-değer yaratan işlemler olmadığına göre, şu kişiler yerine başka kişiler tarafından gerçekleştirilmeleri de bu durumu farklılaştırmaz. Ayrıca, yeniden üretim sürecinin dolaşım süreci tarafından kesintiye uğratılmadan sürekli olabilmesi için toplumsal toplam sermayenin bir kısmının para-sermaye olarak her zaman elde bulunması gerektiği açıktır. Bu para-sermaye kısmı dolaşım işlevlerini yerine getirmek üzere sanayici kapitalist yerine tüccar kapitalistlerin elinde bulunup durmadan dolaşıma sokulabilir.
O halde, (saklama, gönderme, taşıma, dağıtma, perakende ticaretini yapma gibi onunla bağlantılı olabilecek olan tüm heterojen işlevlerden arındırılmış ve satmak için satın almak şeklindeki gerçek işleviyle sınırlandırılmış olan) meta ticareti sermayesi artı-değer yaratmaz. Ama yaratılmış değerin gerçekleştirilmesine ve dolayısıyla da metaların fiili mübadelesine, bir elden bir başkasına geçmelerine, toplumsal metabolizmaya aracılık eder. Ancak, sanayi sermayesinin dolaşım evresi de yeniden üretim sürecinin bir evresini oluşturur ve dolaşım sürecinde iş gören sermaye, tıpkı üretimin farklı dallarında iş gören sermaye gibi yıllık ortalama kârı getirmek zorundadır. Marx burada önemli bir gerçekliğe işaret eder: “Tüccar sermayesi sanayi sermayesine göre daha yüksek bir ortalama kâr yüzdesi sağlasaydı, sanayi sermayesinin bir kısmı tüccar sermayesine dönüşürdü. Daha düşük bir ortalama kâr yüzdesi sağlasaydı, bunun tersi gerçekleşirdi. Tüccar sermayesinin bir kısmı sanayi sermayesine dönüşürdü. Sermayenin hiçbir türü, amacını, işlevini, tüccar sermayesine göre daha kolay bir şekilde değiştiremez.”
Tüccar sermayesinin kendisi yeni bir artı-değer üretmediğinden, ortalama kâr biçiminde cebe indirdiği artı-değer payının, toplam üretken sermayenin ürettiği artı-değerin bir kısmını oluşturduğu açıktır. “Ama bu durumda soru şudur: Tüccar sermayesi, üretken sermayenin ürettiği artık değerin ya da kârın kendisine düşen kısmını kendisine nasıl çeker?”
Marx’ın, burjuva iktisatçıların ticari kâr konusundaki çarpıtmalarını esastan çürüten analizleri neticesinde ortaya koymuş olduğu gerçeklik şudur: Ticari kârın, metaların fiyatlarına, onların değerlerini aşan bir ekten ya da nominal bir artıştan ibaret olduğu düşüncesi tam bir hayaldir. Doğrusu şudur: Tüccarın metaları satarak elde ettiği kâr, satın alma fiyatı ile satış fiyatı arasındaki farka, yani birincisine göre ikincisindeki fazlalığa eşittir. Çünkü diğer faktörlerden soyutlandığında, meta ister doğrudan sanayici ister tüccar tarafından satılsın, satış fiyatı metanın içerdiği artı-değerle birlikte gerçek değerinin realize edilmesi anlamına gelir.
Sanayici kapitalist ile meta tüccarı arasındaki farkbilinmelidir. Sanayici kapitalist piyasaya satılabilir meta sürmeden önce sermayesiyle üretim araçları, emek gücü satın alır ve bunlar yeni metalara dönüşmek üzere üretim sürecinden geçerler. Üretilen metaların fiyatlarının daha sonra piyasada kâr olarak gerçekleştirilecek olan bileşeni yalnızca bu süreçte üretilir. “Oysa meta tüccarı için durum farklıdır.” Metalar ancak kendi dolaşım süreçleri içindeyken tüccarın elinde bulunur. Tüccar, üretilen metaların, üretim sürecinde üretilen artı-değeri de içeren fiyatlarının gerçekleştirilmesine aracılık eder. Tüccarın bu faaliyeti metaların yeniden artı-değer emecekleri herhangi bir ara süreçten geçmelerine yol açmaz. Tüccarın dolaşım aracılığıyla kendi tüccar kârını elde edebilmesi için, sanayici kapitalistin ona metaları üretim fiyatları ile satmış olması gerekir. Sanayici kapitalist metaları tüccara üretim fiyatlarından fazlasına satarsa, bunun anlamı ürettiği metaların fiyatlarını nominal olarak arttırmasıdır; toplam meta-sermaye açısından bakıldığında, onları değerlerinden fazlasına satarak aradaki fazlayı cebe indirmesi demektir. Böyle bir örnek, ticari kârın, metaların fiyatlarının arttırılmasından kaynaklandığı şeklinde algılanabilir. Bu tür yanlış düşünceler, bir bütün olarak ticari sermayenin bakış açısından kaynaklanmıştır.
Marx toplumda genel geçer bir algı olarak varlığını sürdüren bu yaklaşımı çürütmüştür. Şöyle der: “Ne var ki, daha yakından bakıldığında, bunun bir görüntüden ibaret olduğu ve kapitalist üretim tarzının egemen üretim tarzı olduğu varsayıldığında, ticari kârın kendisini bu şekilde gerçekleştirmediği kısa sürede anlaşılır.” Kuşkusuz, vurguladığı üzere, burada önemli olan şey tek tek bazı örnekler değil, her zaman ve yalnızca ortalamalardır. Teoride meta tüccarının elde ettiği kârın açıklaması, sanayici kapitalistin metayı tüccara üretim fiyatlarıyla sattığı varsayımından kaynaklanır. Bu varsayım Marx’ın soyutlamalarında, genel kâr oranının oluşumunu kavrayabilmek için, henüz işin içine ticaret sermayesinin katılmaması bağlamında kullanılmıştır. Fakat şimdi tüccar sermayesi söz konusudur ve üretimine katılmadığı kâra ortak olan bir sermayeyle karşı karşıya bulunuruz. İşin aslında, tüccar metaları sanayici kapitalistten üretim fiyatlarından bile azına satın alabilir.
Toplam işleyişte sanayici kapitalistin kârı, metanın üretim fiyatının onun maliyet fiyatını aşan kısmına eşittir. Ticari kâr ise, metanın satış fiyatının, tüccarın satın alma fiyatı olan üretim fiyatını aşan kısmına eşittir. Toplam işleyiş açısından bakıldığında, metaların piyasadaki fiyatının, onların üretim fiyatı + ticari kâr’a eşit olduğu açıktır. Sanayici kapitalist metasını tüccara sattığında, metanın değerinde artı-değer olarak saklı olan kârı, tüccar payı hariç gerçekleştirmiş olur. Tüccar sermayesi artı-değer üretimine dahil olmasa bile, artı-değerin ortalama kâra eşitlenmesine katılır. Bu nedenle sınai kâr oranı, artı-değerden tüccar sermayesinin payına düşen bir kesintiyi, yani sanayici kapitalistin kârından yapılan bir kesintiyi içerir. Buraya kadar belirtilenlerden şu sonuçlar çıkar: Birincisi, “tüccar sermayesi sanayi sermayesine oranla ne kadar büyük olursa, sınai kâr oranı o kadar küçük olur ve bunun tersi de doğrudur”. “İkincisi, doğrudan doğruya sömüren kapitalistin ortalama kâr oranı, kâr oranını, gerçekte olduğundan küçük gösterir.”
Tüm diğer koşulların aynı kaldığı varsayıldığında, tüccar sermayesinin göreli hacmi, onun devir hızıyla ters orantılıdır. “Bilimsel çözümleme sırasında, genel kâr oranının oluşumu, sanayi sermayelerinden kaynaklanıyor ve ancak daha sonra tüccar sermayesinin araya girmesiyle düzeltiliyor, tamamlanıyor ve değiştiriliyor görünür.” Oysa “tarihsel gelişme sırasında tam tersi söz konusu olur”. Kapitalizmin gelişme sürecinde metaların fiyatlarını az çok değerleriyle belirleyen, ilk olarak, ticaret sermayesidir. “Genel bir kâr oranının ilk oluştuğu alan, yeniden üretim sürecine aracılık eden dolaşım alanıdır. Başlangıçta, sınai kârı ticari kâr belirler.” Ticari kâr, ancak kapitalist üretim tarzı yaygınlaştıktan ve üreticinin kendisi tüccar olduktan sonra, toplam artı-değerden ticaret sermayesine düşen paya indirgenir.
Dolaşım maliyetleri, ister yalnızca tüccar işletmesinden kaynaklansınlar; ister dolaşım sürecine eklenen kargoculuk, taşıma, saklama gibi üretim süreçlerinden kaynaklansınlar, bir ek sermayenin varlığını gerektirir. Bu ek sermaye, meta satın alımı için yatırılmış olan para-sermayenin dışında, söz konusu dolaşım araçlarının satın alınması ve karşılıklarının ödenmesi için yatırılmak zorundadır. Bu maliyet öğesi, döner sermayeden oluştuğu kadarıyla bir bütün olarak, sabit sermayeden oluştuğu kadarıyla da aşınması ve yıpranması ölçüsünde metanın satış fiyatına ek bir öğe olarak katılır. Ancak bunu, tıpkı saf ticari dolaşım maliyetlerinde olduğu gibi, metaya herhangi bir gerçek değer eklemese bile nominal değer oluşturan bir öğe olarak yapar. Döner ya da sabit, bu ek sermayenin tümü genel kâr oranının oluşumuna katılır.
“Saf (yani kargo, taşıma, saklama vb. maliyetleri hariç) ticari dolaşım maliyetleri, metanın değerini gerçekleştirmek, onu metadan paraya ya da paradan metaya dönüştürmek, meta mübadelesine aracılık etmek için gerekli olan maliyetlerden ibarettir.” Marx burada, dolaşım eylemi sırasında sürebilecek olan ve ticaret işinden tümüyle ayrılan muhtemel bazı üretim süreçlerini tümüyle inceleme dışı bıraktığını belirtir. Örneğin asıl ulaştırma sanayii ile kargoculuk, ticaretten tümüyle farklı sanayi dallarıdır. Ayrıca, alınıp satılacak metalar doklarda ve kamuya ait başka yerlerde saklanabilir ve bundan kaynaklanan giderler, tüccarın payına düştüğü ölçüde ondan talep edilebilir. Tüccar sermayesinin en saf ve diğer işlevlerle en az iç içe geçmiş şekilde göründüğü gerçek toptan ticaret alanında bile bunların tümü gerçekleşir. Taşıma şirketi sahibi, demiryolu yöneticisi ve armatör, birer “tüccar” değildir. Nitelikleri açısından bu gibi örnekler dışarıda bırakılacak olursa, ticari dolaşım maliyetleri aslında alım satım maliyetleridir. Bu maliyetler defter tutma, muhasebe, pazarlama, yazışma gibi unsurları içerir. Bunlar için gerekli olan değişmeyen sermaye, bürolardan, kâğıttan, posta ücretlerinden vb. oluşur. Diğer maliyetler ise, ücretli ticaret emekçilerinin kullanımı için yatırılan değişen sermayeden ibarettir. Tüm bu maliyetler, metaların kullanım değerlerinin üretimi sırasında değil, değerlerinin gerçekleştirilmesi sırasında ortaya çıkar; bunlar, saf dolaşım maliyetleridir.
Dolaşım maliyetleri, ürünün iktisaden meta biçimine sahip olmasından kaynaklanır. Sanayici kapitalistlerin kendilerinin, metalarını birbirlerine doğrudan doğruya satmak için yitirdikleri emek-zaman (yani metaların dolaşım zamanı), söz konusu metalara kesinlikle hiçbir değer eklemez. O halde, aynı emek-zamanın sanayici kapitalist yerine tüccarın payına düşmesi nedeniyle farklı bir nitelik kazanmayacaktır. “Metaların (ürünlerin) paraya ve paranın metalara (üretim araçlarına) çevrilmesi, sanayi sermayesinin gerekli bir işlevi ve bu nedenle de, gerçekte yalnızca kişileşmiş, kendi bilincine ve iradesine sahip kılınmış sermaye olan kapitalistin gerekli bir işlemidir.” Ne var ki, bu işlevler ne değeri artırır ne de artı-değer üretir. Tüccar bu dolaşım işlemlerini gerçekleştirerek, bir başka ifadeyle üretken sermayenin dolaşım alanındaki işlevlerine aracılık etmeyi sürdürerek, yalnızca, sanayici kapitalistin yerini almış olur. “Bu işlemlerin gerektirdiği emek-zaman, sermayenin yeniden üretim sürecindeki gerekli işlemler için kullanılır, ama ek değer yaratmaz.” Tüccar bu işlemleri gerçekleştirmeseydi (dolayısıyla, bunların gerektirdiği emek-zamanı da kullanmasaydı), sanayi sermayesinin kesintiye uğramış olan dolaşım işlevini sürdüremezdi. Bu nedenle de, sanayici kapitalistler sınıfı tarafından üretilen kâr kütlesinden, ticari kapitalist olarak yatırmış olduğu sermayeyle orantılı bir pay da alamazdı. Tüccar kapitalistin, artı-değer kütlesinden pay almak, birikimini sermaye olarak değerlendirmek için, illa ki ücretli emekçi kullanması gerekmez. “İşletmesi ve sermayesi küçükse, kullandığı tek işçi kendisi olabilir. Ona yapılan ödemenin kaynağı, kârın, metaların satın alma fiyatları ile gerçek üretim fiyatları arasındaki fark sayesinde kendisine düşen kısmıdır.”
Fakat tüccarın yatırdığı sermayenin hacmi küçükse, onun gerçekleştirdiği kârın, vasıflı bir işçiye ödenen ücretten daha yüksek olmaması, hatta ondan küçük olması mümkündür. Ayrıca, üretken kapitalistin yanında, ister ücret biçiminde ister her bir satıştan elde edilen bir kâr payı (komisyon, ikramiye) biçiminde olsun, küçük bir tüccardan daha yüksek gelir elde eden alıcılar, satıcılar, gezginler gibi doğrudan ticari aracıları faaliyet gösterir. Şayet söz konusu olan bağımsız tüccar ise, bu durumda o bağımsız bir kapitalist olarak ticari kârı tahsil eder. Diğer durumda ise, sanayici kapitalistin yardımcı elemanına, kârın bir kısmı ya işçi ücreti biçiminde ya da sanayici kapitalistin kârından orantılı bir pay biçiminde ödenir ve bu durumda sanayici patron hem sınai hem de ticari kârı cebine indirir. Ama dolaşım aracısının karşılığı ister ücret ister kâr payı şeklinde ödensin, bu durumların tümünde elde edilen gelirin tek kaynağı ticari kârdır. “Bunun nedeni, onun emeğinin değer yaratan bir emek olmamasıdır.”
Dolaşım işleminin uzaması, sanayici kapitalist için, birincisi, üretim sürecinde kendi işlevini yerine getirmesini engellemesi ölçüsünde kişisel zaman kaybıdır. İkincisi, ürünün, dolaşım sürecinde para ya da meta biçiminde beklediği, yani değerlenmediği ve dolaysız üretim sürecinin kesintiye uğradığı bir süreçte daha uzun süre kalması demektir. Şayet dolaysız üretim sürecinin kesintiye uğramaması isteniyorsa, ya üretimin sınırlanması ya da üretim sürecinin sürekli olarak aynı ölçekte devam etmesi için daha fazla para- sermayenin yatırılması gerekir. Bu gibi durumlar, ya o zamana kadarki sermayeyle daha küçük bir kârın elde edilmesi ya da o zamana kadarki kârın elde edilebilmesi için daha fazla para-sermayenin yatırılması gerektiği anlamına gelir. “Sanayici kapitalistin yerini tüccar aldığında, tüm bunlar aynı kalır. Sanayici kapitalistin dolaşım sürecinde daha fazla zaman harcaması yerine, bu zaman tüccar tarafından harcanır.” Dolaşım için sanayici kapitalist yerine tüccar ek sermaye yatırmak zorunda kalır ve sanayi sermayesinin daha büyük bir kısmının sürekli olarak dolaşım sürecinde oyalanması yerine bir bütün olarak tüccarın sermayesi bu sürece hapsolur. Bu durumda sanayici kapitalist daha küçük bir kâr elde etmek yerine, kârının bir kısmını tümüyle tüccara bırakmak zorunda kalır. Tüccar sermayesi, gerekli sınırlar içinde kaldığı sürece, sermayenin işlevlerinin sanayici kapitalist ile tüccar arasında bölünmesi, sanayici kapitaliste şu avantajları sağlar: Dolaşım sürecinde kullanılan zaman ve dolayısıyla ek sermaye yatırımı azalır; toplam kârdan tüccara verdiği ticari kâr nedeniyle uğradığı kayıp, ticari işlemi kendisi yapsaydı uğrayacağı kayıptan küçük olur.
Peki, ticari kapitalistin çalıştırdığı ücretli ticaret emekçilerinin durumu nedir? “Bir taraftan bakıldığında, bu tür bir ticaret işçisi, herhangi bir ücretli emekçi gibidir.” Birincisi, emek gücü, tüccarın gelir olarak harcanan parasıyla değil değişen sermayesiyle, dolayısıyla da kişiye özel hizmetler için değil sermayenin değerlenmesi için satın alınır. İkincisi, ticaret işçisinin emek gücünün değeri ve dolayısıyla onun ücreti, tüm diğer ücretli emekçiler için geçerli olduğu üzere, onun emeğinin karşılığıyla değil, onun özgül emek gücünün üretim ve yeniden üretim maliyetleriyle belirlenir.
Bununla birlikte, sanayi sermayesi ile ticaret sermayesi arasında ve dolayısıyla sanayici kapitalist ile tüccar arasında var olan ayrımın aynısını, ticaret işçisi ile sanayi sermayesi tarafından üretim için çalıştırılan işçiler arasında da yapmak zorundayız. Tüccar sadece dolaşımın bir yürütücüsü olarak, değer de artı-değer de üretmez. Dolayısıyla, ticaret işlevlerini yerine getiren ticaret işçilerinin de tüccar için dolaysız olarak bir artı-değer yaratması olanaksızdır. Marx burada, üretken işçiler örneğinde varsayıldığı gibi ticaret işçisinin ücretinin de emek gücünün değeriyle belirlendiğini varsayar. Yani tüccarın, bu şekilde belirlenen ücretten kesinti yaparak zenginleşmediği, bir başka deyişle, yardımcı elemanlarını vb. dolandırarak zenginleşmediği varsayılır.
Marx önemli bir hususa işaret eder. Ticaret işçileriyle ilgili olarak zorluk çıkaran şey, onların artı-değer üretmiyor olmalarına rağmen, kendi patronları için nasıl kâr ürettiklerinin açıklanması değildir. “Gerçekten de, bu soru, ticari kâr hakkındaki genel çözümlemeyle zaten cevaplanmış bulunuyor. Tüccar açısından da durum, sanayici kapitalistin metaların içinde saklı bulunan karşılığı ödenmemiş emeği satarak kâr elde etmesine benzer.” Tüccar, sanayici kapitaliste metalarda saklı bulunan karşılığı ödenmemiş emeğin tamamı için ödeme yapmaz. Fakat metaları satarken alıcıya bu kısım için de ödeme yaptırarak kâr elde eder. Ancak tüccar sermayesi ile artı-değer arasındaki ilişki, sanayi sermayesiyle artı-değer arasındaki ilişkiden farklıdır. Sanayi sermayesi, artı-değeri, başkalarının karşılığı ödenmemiş emeğine doğrudan doğruya el koyarak üretir. Tüccar sermayesi ise, bu artı-değerin bir kısmının sanayi sermayesinden kendisine aktarılmasını sağlayarak bir pay edinir.
Hatırlanacağı gibi, yeniden üretim süreci dolaysız üretim süreci ile dolaşım sürecinin toplamından oluşur. Ticaret sermayesi, yeniden üretim sürecinde yalnızca üretilmiş değerleri gerçekleştirme işlevi sayesinde sermaye olarak iş görür ve bu nedenle toplam sermayenin ürettiği artı-değerden pay alır. Tüccar sermayesinin ticari emek gücü satın almak için yatırdığı değişen sermaye türü, sermaye olarak iş görmesini kendi satın alma ve satma işlerini yerine getirtmesine borçludur. İşte tam da bu yüzden ve bu yolla sanayi sermayesinin ürettiği artı-değerin bir kısmını elde eder. “Tek bir tüccarın kârının kütlesi, bu süreçte kullanabildiği sermaye kütlesine bağlıdır ve yardımcı elemanlarının karşılığı ödenmeyen emeği ne kadar büyükse, alıp satmak için kullanabileceği sermaye kütlesi o kadar fazla olur.” Tüccarın parasını sermaye haline getiren işlev, büyük ölçüde, çalıştırdığı işçiler tarafından yerine getirilir. Bu işçilerin karşılığı ödenmeyen emeği artı-değer yaratmaz, fakat tüccarın sattığı metalarda saklı artı-değerin bir kısmına el koymasını sağlar. Dolayısıyla ticaret işçisi bu dolayımla, ticaret sermayesi için kârın kaynağıdır. “Böyle olmasaydı, ticaret işi hiçbir zaman büyük ölçekli, kapitalist bir iş olarak yürütülemezdi.”
Marx, tüccar sermayesinin kapitalizmdeki gerçekliğini gözler önüne sermek için bir irdelemede bulunur. “Her bir tüccar, yalnızca, kişisel olarak kendi emeğiyle devir yaptırabileceği kadar sermayeye sahip olsaydı, tüccar sermayesi sonsuza dek parçalanırdı; bu parçalanma, kapitalist üretim tarzının ilerlemesiyle birlikte üretken sermayenin daha büyük ölçeklerde üretim gerçekleştirmesi ve daha büyük kütlelerle iş görmesi oranında artardı. Dolayısıyla, bu ikisi arasındaki oransızlık büyürdü. Sermaye, üretim alanında ne oranda merkezileşirse, dolaşım alanında merkezilikten o oranda uzaklaşırdı.” Böyle bir durum olsaydı ne olurdu? Sanayici kapitalistin saf ticari giderleri muazzam ölçüde büyürdü, çünkü böyle bir durumda diyelim yüz tüccar yerine bin tüccarla iş yapmak zorunda kalırdı. Böylece, bağımsız iş gören tüccar sermayesinin sağladığı yararlar da büyük ölçüde kaybolurdu. Ayrıca, yalnızca saf ticari giderler artmakla kalmaz, depolama, gönderme vb. gibi öteki dolaşım giderleri de artardı.
Toplam yeniden üretim süreci açısından bakıldığında, tüccar sermayesi, dolaşım sürecinde faal olan sanayi sermayesinin bir kısmının bağımsızlaşmış biçiminden başka hiçbir şey değildir. Bu nedenle, ticaret sermayesiyle ilgili bütün sorunlar, sanayi sermayesinin bir dalı olarak göründükleri biçimde formüle edilerek çözülmek zorundadır. Ticaret sermayesi, sürekli olarak dolaşım sürecinde ve sınai atölye yerine büro şeklinde iş görür. Dolayısıyla, tartışma konusu olan bu büro, ilk olarak ticari işi kendisi yürütüyormuş gibi sanayici kapitalistin kendi bürosunda incelenmelidir.
“Bu büro, başından itibaren, sınai atölyeyle karşılaştırıldığında her zaman yok denecek kadar küçüktür. Bunun dışında, şunlar açıktır: Üretimin ölçeği ne kadar genişlerse, hem meta-sermaye şeklinde elde bulunan ürünü satmak hem de elde edilen parayı yeniden üretim araçlarına çevirmek ve tüm bunlar hakkındaki hesapları tutmak üzere, sanayi sermayesinin dolaşımı için sürekli olarak gerçekleştirilmesi gereken ticari işlemler de o kadar artar. Fiyatların hesaplanması, defterlerin tutulması, kasanın tutulması, haberleşme gibi faaliyetlerin tümü bu başlığın altına girer.” Üretim ölçeği ne kadar gelişirse, sanayi sermayesinin ticari işlemleri ve dolayısıyla değer ve artı-değerin gerçekleştirilmesine yönelik emek ve diğer dolaşım giderleri de, aynı oranda olmasa bile, o kadar büyür. Böylece, asıl büro personelini oluşturan ücretli ticaret emekçilerinin kullanılması gerekli hale gelir. Bunlar için yapılan harcama artı-değeri arttırmadan, sanayici kapitalistin harcamalarını ve yatırılması gereken sermaye kütlesini arttırır. Çünkü bu, sadece daha önce yaratılmış olan değerlerin gerçekleştirilmesi amacıyla kullanılan emek gücü için yapılan bir harcamadır. Artı-değer büyümeden yatırılan sermaye büyüdüğünden, bu türdeki tüm diğer harcamalar gibi bu harcama da kâr oranını azaltır. Bu yüzden sanayici kapitalist, tıpkı değişmeyen sermaye harcamalarında olduğu gibi, bu dolaşım maliyetlerini de en aza indirmeye çalışır.
Marx, buradan çıkan önemli bir sonuca dikkat çeker. “Demek ki, sanayi sermayesinin kendi ücretli ticaret emekçileriyle ilişki kurma tarzı, ücretli üretken emekçileriyle ilişki kurma tarzıyla aynı değildir.” Diğer koşullar aynı kalırken, kullanılan üretken işçilerin (artı-değer üreten işçiler) sayısı ne kadar artarsa, üretim o kadar artar, artı-değer ya da kâr o kadar büyür. Buna karşılık, üretimin ölçeği ne kadar büyür ve gerçekleştirilmesi gereken değer ve dolayısıyla artı-değer ne kadar büyürse, büro maliyetleri, göreli olarak olmasa bile mutlak olarak o kadar artar ve bir tür işbölümüne neden olurlar. Büyüklükleri üretilen ve gerçekleştirilecek olan değerlerin miktarına bağlı olan ara işlemlerden oluşan ticari emeğin, söz konusu değerlerin göreli büyüklükleri ve miktarları üzerinde, doğrudan doğruya üretken olan emek gibi bir etkide bulunmaması ticari işlemlerin doğasından kaynaklanır. “Diğer dolaşım maliyetlerinin durumu da buna benzer. Çok fazla ölçmek, tartmak, paketlemek, taşımak için elde çok fazla şey olmalıdır; paketleme emeğinin, taşıma emeğinin vb. miktarı, bu etkinliklerin nesneleri olan metaların kütlesine bağlıdır.”
Ticaret işçisi doğrudan doğruya artı-değer üretmez, ama bu işçinin ücreti onun emek gücünün değeriyle, yani onun üretim maliyetiyle belirlenir. “Bu emek gücünün, çabalama, güç harcama ve aşınıp yıpranma şeklindeki kullanımı ise, tüm diğer ücretli emekçiler için de geçerli olduğu üzere, hiçbir şekilde onun emek gücünün değeriyle sınırlanmaz. Bu nedenle, ücreti ile kapitalistin gerçekleştirmesine yardımcı olduğu kâr kütlesi arasında hiçbir zorunlu oran bulunmaz. Kapitaliste maliyeti ile ona kazandırdıkları, farklı büyüklüklerdir.” Ticaret işçisi karşılığı ödenmemiş emek harcaması ölçüsünde, kapitaliste doğrudan doğruya artı-değer yaratarak değil, fakat artı-değerin gerçekleştirilmesinin maliyetlerini azaltmasına yardımcı olarak kapitaliste kazandırır. “Ticaret işçisi, daha yüksek ücretler alan, emekleri hünerli emek olan ve ortalama emeğin üzerinde duran ücretli emekçiler arasında yer alır. Ne var ki, bu ücret, kapitalist üretim tarzının ilerlemesiyle birlikte, ortalama emeğe oranla bile düşme eğilimi gösterir.” Bunun birinci nedeni, büro içinde gelişen işbölümüdür ve bu işbölümü nedeniyle, onun iş yapma yeteneği yalnızca tek yanlı olarak gelişir. İkinci neden ise, kapitalist üretim tarzının öğretim yöntemlerini vb. pratik amaçlara yöneltmesi ölçüsünde, ön eğitimin, ticaret bilgisinin, yabancı dil bilgisinin vb. giderek daha hızlı, daha kolay, daha evrensel bir şekilde ve daha ucuza yeniden üretilmesidir. Halk eğitiminin yaygınlaşması, geçmişte bu tür işlere giremeyen ve daha kötü bir yaşam düzeyinde bulunan emekçilerin işe alınmasını mümkün kılar. Bu durum işçi arzını ve dolayısıyla rekabeti de artırır. Bu nedenle, kapitalist üretimin ilerlemesiyle birlikte bu işçilerin emek gücü genelde değer yitirir; çalışma yetenekleri artarken ücretleri düşer. Kapitalistler, gerçekleştirilecek olan değer ve kâr arttığında, bu işçilerin sayısını arttırırlar. Bu artış, hiçbir zaman artı-değerdeki artışın nedeni değil, daima onun bir sonucudur.
Ticaret sermayesi açısından bakıldığında, ticari işlevler ve dolaşım maliyetleri, yalnızca bağımsızlaşmış biçimleriyle var olur. Böylece daha önce sanayici kapitalistin üretim yapılan atölyesinin dışında ele aldığımız büro, ticaret sermayesine ait olarak bağımsızlaşır. Büyük tüccar söz konusu olduğunda, sermayenin dolaşım maliyetleri biçiminde kullanılan kısmı, sanayicide olduğundan çok daha büyük görünür. Çünkü daha önce tek tek sanayici kapitaliste ait bürolarda yapılan ticari iş, şimdi pek çok sanayicinin işini kapsamak üzere tüccarların elinde toplanır. “Bu tüccarlar, dolaşım işlevlerinin sürmesini sağladıkları gibi, dolaşım maliyetlerindeki bundan kaynaklanan ek maliyetleri de karşılar.” Dolaşım maliyetleri sanayi sermayesine üretken olmayan maliyetler olarak görünür ve öyledirler. Aynı maliyetler, tüccara ise, yapılan işin büyüklükleriyle orantılı bir kâr kaynağı olarak görünür. Dolayısıyla ticaret sermayesi açısından dolaşım maliyetleri için yapılacak harcama, artı-değerden pay almasını sağlayan bir yatırımdır. Bu nedenle, onun satın aldığı ticaret emeği de bu payı almasını sağlayan bir emektir.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /16, 2 Aralık 2024, https://en.marksist.net/node/8392